

"sadece" Arama Sonuçları

Aslen kaderimiz üzerinde söz sahibi olmamız ‘’sorumluluk,, alanımızın sadece kendimiz ile sınırlı olmadığını da bize öğrettiğinden kader konusundaki istikamet yanlışlığını ‘’sorumluluktan kaçış sendromu,, diye isimlendirsek yeridir.

Uşak’ta geçen hafta "FETÖ" ithamıyla gözaltına alınan kız öğrencilerin Emniyet'te başlarının açtırıldığı ve çıplak arama işkencesine maruz bırakıldıkları iddiaları tepkilere yol açtı. Görüntülerde başörtülerinin açıldığı ve öğrencilerin başında sadece bonelerle kaldığı zaten açıkça görülürken, çıplak arama konusundaki ciddi iddialar da açığa kavuşmayı bekliyor.

Kur’an, tamamen Allah sözüdür. Kelimelerinin seçilişi, cümlelerinin kuruluşu, âyetlerinin tertibi, lafızları ve manası ile tamamen Allah’a aittir. Bu konuda vahiy meleği ve Peygamberimiz sadece birer elçi, birer vasıtadır. “İŞTE O KİTAB (KUR’AN); ONDA ASLA ŞÜPHE YOKTUR.”(2/Bakara, 2)

İslâm’a göre hayat, ne bir ferdin, ne bir insan neslinin ve ne de bütün insanlığın sadece bu dünyadaki ömürlerini temsil eden şu kısacık, sınırlı ve görünen dönemden ibaretir.

İzzeddin Kassam, 1935'te beraberindeki bazı mücahitlerle birlikte silah eğitimi için Cenin yakınlarındaki Ya'bed dağına çıktığı sırada İngiliz işgalcilere casusluk yapan biri tarafından yeri ihbar edildi. İngiliz işgalciler 500 kişilik bir mücehhez birlikle onu karadan ve havadan muhasaraya aldılar. Kendisine teslim olması çağrısında bulundular. Ancak Kassam ve beraberindekiler işgalcilere teslim olmayı değil karşı koymayı tercih ettiler. Bu kuşatma esnasında İzzeddin Kassam'ın beraberinde sadece 14 mücahit bulunuyordu.

“Mü’minler, sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmran: 122)

Rabbimiz bizden, başka rabler edinmememizi ister. Çünkü o aciz sahte rabler, yaşadıkları dünyada belli bir zamana kadar hükmü geçer. Oysa bizim Rabbimiz ezeli ve ebedi olan, ölmeyen, hep diri olan, yoktan var eden, sadece dünyanın değil, Âlemlerin de Rabbi olan Allah’tır.

Bugün 11 Eylül 2020; yarın da 12 Eylül. Türkiye’de sık sık yapılan darbelerin en büyüğü ve zulmü en kapsamlı olan 12 Eylül darbesinin 40. Yıldönümü. Her on yılda bir darbe yapılması gelenek hale gelen bu ülkede, darbe yapan veya darbe girişiminde bulunan askerlere hiçbir ceza verilmemiştir. Sadece Fetöcüler diye adlandırılan ve darbede nasıl bir rol aldığı hâlâ belirsizliğini koruyan kişilere darbe bahanesiyle, cezası verilemeyen diğer darbelerin de cezası sanki onlara kesiliyor gibi, darbeye hiç katılmayan o grubun üyelerine de büyük cezalar verilmiştir. Evet, bilfiil darbe yapanlara ceza verilmezken, darbeye hiç katılmayan, sadece o cemaate sempati besleyen kimselere en ağır cezaları uygun gördüler. Bir tarafta, sonuçları açısından çok büyük zulümlere sebep olan 12 Eylül darbecilerine hiçbir ceza verilmez veya verilemezken, diğer taraftan başarısız bir darbe girişiminde hiçbir rolü olmayan o cemaatin fertlerine yönelik büyük cezalar verildiğine şahit olduk.

Evet, kelle avcılarıyla konumuza dönecek olursak; bu zulüm, işkence ve idamlar; ekmeksiz kalan fakat “KELLESİZ” kalmak istemeyen yoksul İstanbul halkını canından bezdirmiş olacak ki, şapka kanununa muhalefet sanılmasın diye Beyoğlu şapkacılarına hücum etmişler, satılmasına imkân olmayan en tapon malları bile göz açıp kapayıncaya kadar altın fiyatına kapışmışlardı. Artık halk için sorun; şapka takıp takmamakla alakalı bir sorun olmaktan çıkmış, sorun sadece “Şapkanın giyileceği kafayı yerinde tutabilmeyi becerebilme sorunu” haline gelmişti.

İslâm, sadece vicdanların huzura erdirileceği bir yol ya da bir inanç sistemi değildir. Bu vicdani vazifeyi, sadece ibadete sığdırmak da doğru değildir. Seyyid Kutub, herkesten davayı sahiplenmesini, bunun için de aksiyon bekliyor. Kendi üzerinde taşıdığı özellikleri tüm Müslümanlar’dan beklemesi elbette tartışılır. Çünkü Seyyid Kutub, geçtiğimiz yüzyılın en bilge kişilerinden biri idi. Onun acılara katlanma, güçlüklere göğüs germe ve gerektiğinde davası uğruna ölme şuuru herkeste olsaydı herhalde yaşadığımız sorunları yaşıyor olmazdık.

Ne yazık ki insanların kalbine Allah korkusu girmedi. Şayet insanlarımıza sadece Allah'tan korkma öğretebilseydik hem gündüz hem de gece kendisini günahlardan alıkoymaya, Allah'ın yasaklamış olduğu şen'iyetleri işlememeye büyük bir özen gösterirlerdi.

Dünya hayatında iniş ve çıkışlarımız olacak. Önemli olan her durumda, hem inerken hem de çıkarken, Rabbimizle beraber miyiz? Rabbimizi sadece iniş zamanlarında, yani zor zamanlarda mı hatırlıyoruz? Çıkış günlerinde, rahatımızın gıcır, işimizin tıkır olduğu zamanlarda unutuyor muyuz? Yoksa bir mümine yakışır şekilde, her inişte tövbe, her çıkışta hamd mı ediyoruz? Bizim için asıl ve sormamız gereken mesele bu.

Herkese hesap sorulacağı gün; Cenab-ı Hakk’ın yüz çevirdiği, muhatap olmadığı, “Niçin öldürdünüz?” sorusunu bile sormadığı insanlardır onlar. O masuma soracaktır Cenab-ı Hak. İşte o gün, o masum, ana babasının onu nasıl diri diri toprağa gömdüğünü bir bir anlatacaktır. Dünyada hiçbir hâmisi olmamış, herkesin gözü önünde zulme uğrarken kimse müdahale bile etmemiştir. Peki hangi günahı sebebiyle öldürülmüştür? Zalimlere sorarsanız -kendilerince- haklı birçok nedenleri vardır. Cahiliye toplumu, bu iğrenç fiili uygulayanları değil cezalandırmak, kınamamıştır bile. Bunu yapanlar da utanmamıştır yaptığından, bütün toplum ise “Allah’ın verdiği gözlerle” seyircidir sadece.

Türkiye’nin yakın tarihi, Kemalist iradenin istek ve buyruklarına uygun olarak oluş(turul)muş bir tarihtir. Bu nedenle bu tarih, olayları, gerçek ve bilimsel olgulara uygun olmaktan öte, Kemalist iradenin belirlediği bir çerçevede ele almıştır.

Birkaç aydır herkes ondan söz ediyor, tüm dünya onunla yatıp onunla kalkıyor. Tüm ülkeler amansızca onunla savaşıyor. Hakkında çok farklı yorumlar yapılıyor, bilimsel makaleler yayınlanıyor, Tv kanallarında artık sadece o konuşuluyor, farklı tezler ve komplo teorileri havada uçuşuyor. Peki gerçekte neyin nesidir, kökeni, varlık sebebi ve gayesi nedir? Ne yapmak istiyor, insanlığa vermek istediği bir mesajı mı var?Şimdi söz Koronavirüs'te. İşte yılın röportajı:

Sadece bugüne bakanlar, Hindistan coğrafyasındaki Müslümanların sorunlarının “kısa süre önce” (örneğin, Narendra Modi’nin iktidara gelişiyle) başladığı yanılgısına düşebilir. Oysa, yüzyıllarca geriye götürebileceğimiz bazı noktalar var. Ancak vahşetin köklerini somut biçimde bulabileceğimiz ana tarih aralığı, Bâbürlü İmparatorluğu’nun yıkılarak yerine İngiliz sömürgesinin geçtiği 1800’lü yıllar…

“Bak gurban olmadığım sofi” dedim. Öncelikle Hud suresinin 11/123. Ayetini senin bir kez daha okumanı tavsiye ederim “Göklerin ve yerin gaybı sadece ALLAH’A (CC) AİTTİR. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O halde O’na kulluk et, O’na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz, duyarsız) değildir.”

Ey Müslümanlar! Mademki Rabbimiz, daha önce de şimdi de bize Müslüman ismini verdi, öyleyse adımız sadece Müslüman olsun. Çünkü bu ismi bize Allah verdi.

Söz buraya gelmişken şehirlerdeki olağanüstü albenili camileri gezen Mehdi (!) hazretleri, mimari, estetik ve görkemde camilerin yanında kümes gibi kalan ama aksine toplum hayatının kalbi işlevini gören banka şubelerini görünce sadece kafası karışmayacak, bütün duyuları allak-bullak olacaktır.
Makaleler
Hava Durumu