"Muhafazakârlıkla Kemalizm arasında temelde fark yok"

Ufuk Aktaşlı: "Kemalizm geleneği geri kalmışlık nedeni olarak görüp tasfiye etmek istemiştir. Türk muhafazakârları ise geleneği de modernleşme sürecine eklemlemek ve böylece Kemalizm’e dâhil etmek istemişlerdir. Batı’da devrimci düşüncelerle, muhafazakârlık arasında derin farklar bulabilirsiniz. Ama Türkiye’de Kemalizm ile muhafazakârlık arasında öyle temel farklılaşmalar yoktur."

15-02-2009


* Türk muhafazakârlığı da toplumsal karşılığı olmayan bir aydın hareketi olarak doğdu. Kemalizm gibi modernleşmeci bir düşünceydi. Ancak modernleşme sürecinin nasıl gerçekleşmesi gerektiği konusunda Kemalizm’den farklı düşünüyordu. Bir toplumsal tabana dayanmayan Türk muhafazakârlığı kendi modernleşme meşruiyetini Kemalizm üzerinden sağlamıştır. 60′lı yıllara kadar Kemalizm’e sığınarak kendini devam ettirebilmiş, muhafazakâr bir Kemalizm algısı geliştirmiş ve sonraki yıllarda da haliyle bundan kurtulamamıştır.

* Kemalizm geleneği geri kalmışlık nedeni olarak görüp tasfiye etmek istemiştir. Türk muhafazakârları ise geleneği de modernleşme sürecine eklemlemek ve böylece Kemalizm’e dâhil etmek istemişlerdir. Batı’da devrimci düşüncelerle, muhafazakârlık arasında derin farklar bulabilirsiniz. Ama Türkiye’de Kemalizm ile muhafazakârlık arasında öyle temel farklılaşmalar yoktur.

* Demokrat Parti ile başlayan muhafazakâr siyaset Müslüman halkı da muhafazakârlaştırmaya başlamış, halk sisteme eklemlenme sürecine girmiştir. Çünkü o dönemde halkın İslamcı bir siyaset üretebilecek bir ideolojik ve entelektüel donanımı yoktu. DP’nin de İslami talepleri karşılamaya ne niyeti vardı ne de DP’nin yönetim kadrosunda böyle bir eğilimi. Bütün bunlar Türkiye’de halkı muhafazakâr partilere mecbur bırakmış, bu mecburiyet de halkı muhafazakâr çizgiye çekmiştir. Bir de 1960 sonrasında Nakşîliğin ve nurculuğun muhafazakâr ideolojiye verdiği destek ve sağ partilere verdiği oylar da göz önüne alındığında muhafazakârlığın artık toplumsal tabana yayılışından söz edebiliriz. Muhafazakâr partiler kendi Kemalizm anlayışlarını halka benimsetmeyi başarmışlar ve bu anlamda Kemalizm’i halkla barıştırmıştır.

* Cumhuriyetin ilk 20-30 yılında entelektüel egemenlik, batıcı pozitivist aydınların elindeydi. 1960 sonrasında solcuların eline geçti. 80′li yıllarda ise İslamcılığın güç kazanmasıyla İslamcılık entelektüel egemenliği ele geçirdi. 2000 yılından sonra ise muhafazakârlık Türkiye’de entelektüel hayat üzerinde egemenlik kurdu. Dergiler, gazeteler, televizyonlar, kitaplar aracılığıyla muhafazakâr bir anlayış tüm topluma yayılmaya başladı. Bu muhafazakârlaşma rüzgârı AKP’yi güçlendirirken, AKP’nin muhafazakâr politikaları da bu rüzgârı güçlendirdi.

* Türkiye’de tek mümkün modernleşme yönteminin muhafazakârlık olduğunu söylemiştim. Bu aslında tüm İslam dünyası için de söylenebilecek bir durum. Bunun nedeni de sizin de söylediğiniz gibi İslam’ın bu topraklarda en belirleyici unsur olması. İslam’ı devre dışı bırakan bir modernleşme yönteminin başarı şansı yok. Müslümanların tavrı derken şunu kastediyorum. Müslümanlar hayatın merkezine İslam’ı mı yoksa modernleşmeyi mi koyacak?

* Herkes bilmeli ki Ak Parti’nin siyasal kimliği muhafazakâr demokrasidir. Farklı bir siyasal kimliğe sahip olmaya veya İslamcı bir siyaset üretmeye ne Ak Parti’nin kadrosu uygundur ne de böyle bir siyaseti üretebilecek bir entelektüel donanımı vardır.

Sunuş:

Türkiye’nin resmi ideolojisi Kemalizm özellikle AK Parti döneminde etkisini daha yakından hissettirdi. Her ne kadar AK Parti Hükümeti, siyaset referansları olarak Kemalizm’e sürekli göndermede bulunsa da, karşıtları bunu “takiyye” olarak görmekte ısrar etti.

Askeri bürokrasi içinde darbe hazırlıkları yapıldığı Darbe Günlükleri’yle ifşa olurken, Ergenekon davası da başka karanlık senaryoları ortaya çıkarıyor. Fakat tüm bu sıcak gündemin ortasında duran AK Parti’nin ürettiği siyasetin teorik arkaplanı, referansları ve açmazları pek fazla tartışılmıyor.

Platform Haber olarak, TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) mensuplarından Ufuk Aktaşlı ile Türkiye’de muhafazakârlık meselesini, bu ideolojinin Kemalizm’le ilişkisini ve AK Parti’nin bu tartışmalarda nerede durduğunu tartıştık.

“Batı’da devrimci düşüncelerle, muhafazakârlık arasında derin farklar bulabilirsiniz. Ama Türkiye’de Kemalizm ile muhafazakârlık arasında öyle temel farklılaşmalar yoktur.” diyen Aktaşlı’nın sorularımıza verdiği cevapları dikkatle okuyacağınızı düşünüyoruz.

Türkiye’de muhafazakârlık ve Kemalizm arasında nasıl bir ilişki var?

Tüm modern siyasal ideolojiler bir toplumsal taban ararlar. Bu yolla kendilerine bir siyasal meşruiyet sağlamaya çalışırlar. Oysa 1950′li 60′lı yıllara kadar Türkiye’de bir halk modernleşmesi oluşmamıştır. Türk modernleşmesi bir bürokrat ve aydın sınıf eliyle götürülmüştür. O nedenle modern ideolojiler Türkiye’de bir toplumsal taban bulmakta zorlanmışlardır. Türk muhafazakârlığı da toplumsal karşılığı olmayan bir aydın hareketi olarak doğdu. Kemalizm gibi modernleşmeci bir düşünceydi. Ancak modernleşme sürecinin nasıl gerçekleşmesi gerektiği konusunda Kemalizm’den farklı düşünüyordu. Bir toplumsal tabana dayanmayan Türk muhafazakârlığı kendi modernleşme meşruiyetini Kemalizm üzerinden sağlamıştır. 60′lı yıllara kadar Kemalizm’e sığınarak kendini devam ettirebilmiş, muhafazakâr bir Kemalizm algısı geliştirmiş ve sonraki yıllarda da haliyle bundan kurtulamamıştır. Zaten ilk muhafazakâr aydınların çoğu Osmanlı’nın son dönemindeki pozitivist cenahtan muhafazakârlığa geçmişlerdir. Hatta Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarıydı kimisi. Ayrıca hiçbirinin modernleşmeyle hesaplaşabilecek bir entelektüel donanımı sahip olduğunu da söyleyemeyiz. Hepsi de modern bir zihniyete sahipti.

Bu iki ideolojinin modernleşme sürecine yaklaşımları arasındaki temel farklılık neydi ve nasıl ortaya çıktı?

Muhafazakâr düşünce 18. yy.’da Fransız Devrimi’ne bir tepki olarak doğmuş ve 19.yy.’ın devrimci ideolojilerine de hep karşı olmuştur. Muhafazakâr ideoloji devrimden tedirgin olur. Devrimi toplumsal bir kırılma olarak görür, devrimin geçmişle bugün arasında bir kopma yarattığını düşünür. Çünkü muhafazakâr ideoloji toplumları var eden şeyin bireyler ve düşünceler değil tarihsel tecrübe olduğuna inanır. Toplumların ancak gelenek ve bu geleneğin ürettiği kurum ve değerlerle ayakta kalabileceğini savunur. Devrimci ideolojilere de geleneği devirip bir kenara attığı için karşı çıkar.

Türk muhafazakarlığı da cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan modernleşme sürecini bir devrim olarak değerlendirmiş, ve onun geçmişi tasfiye eden jakoben tavrından tedirgin olmuştur. Örneğin Türkiye’deki ilk muhafazakâr isimlerden biri olan Mustafa Şekip Tunç, Kemalizm’i “fikre dayalı aksiyon siyaseti” muhafazakârlığı ise “ananeye dayalı aksiyon siyaseti” şeklinde tanımlayıp, ananenin fikre olan üstünlüğünü vurgulamıştır. Kemalizm geleneği geri kalmışlık nedeni olarak görüp tasfiye etmek istemiştir. Türk muhafazakârları ise geleneği de modernleşme sürecine eklemlemek ve böylece Kemalizm’e dâhil etmek istemişlerdir. Batı’da devrimci düşüncelerle, muhafazakârlık arasında derin farklar bulabilirsiniz. Ama Türkiye’de Kemalizm ile muhafazakârlık arasında öyle temel farklılaşmalar yoktur.

Bir de bizim muhafazakârlarımızın gelenek dediği şeyin ne olduğuna bakmak lazım. Eric Hobsbawn ve Terence Ranger’in birlikte derleyip yayınladıkları “Geleneğin İcadı” adlı bir kitap var. Bu kitapta çok eski bir geçmişten bugüne ulaştığı varsayılan geleneklerin aslında çok yakın zamanlarda icat edildiğini anlatan güzel bir kitap. Türk muhafazakârlarının da gelenek dediği değerlerin çoğu kendilerinin icat ettikleri şeylerdir. Onların hepsi de modern düşünce kodlarına sahip insanlardı. Geçmişe modern bir gözle bakıp modernleşme süreci için işlevsel olabilecek gelenekler aramışlar, çoğu zaman da bulamayıp icat etmişlerdir.

Türkiye’de muhafazakârlık ideolojisi; geleneği Kemalizm’in içinde yeniden üretirken, bunu toplumsal tabana yayabildi mi? Muhafazakâr bir siyaset takip eden partilerin bu süreçteki rolü ne oldu?

Demokrat Parti’nin 1950 seçimleriyle iktidara gelmesi Türk muhafazakârlığının da dönüm noktasıdır. Muhafazakâr düşünce ilk defa iktidara gelmiş ve siyasal bir yön kazanmıştır. Ancak DP’nin bu başarısını muhafazakârlığın bir siyasi zaferi olarak görmek doğru değildir. Çünkü DP’ye oy veren halk muhafazakâr bir parti olduğu için vermemiştir o oyları DP’ye. CHP’ye duyulan tepkinin sonucudur o oylar. Kur'an okumak serbest bırakılsın, kapalı camiler geri açılsın, ezan yeniden Arapça okunsun diye Müslüman halk DP’ye oy vermiştir. DP süreci aynı zamanda Anadolu halkının muhafazakârlaşma sürecinin de başlangıcıdır. Yani Demokrat Parti ile başlayan muhafazakâr siyaset Müslüman halkı da muhafazakârlaştırmaya başlamış, halk sisteme eklemlenme sürecine girmiştir. Çünkü o dönemde halkın İslamcı bir siyaset üretebilecek bir ideolojik ve entelektüel donanımı yoktu. DP’nin de İslami talepleri karşılamaya ne niyeti vardı ne de DP’nin yönetim kadrosunda böyle bir eğilimi. Bütün bunlar Türkiye’de halkı muhafazakâr partilere mecbur bırakmış, bu mecburiyet de halkı muhafazakâr çizgiye çekmiştir. Bir de 1960 sonrasında Nakşîliğin ve nurculuğun muhafazakâr ideolojiye verdiği destek ve sağ partilere verdiği oylar da göz önüne alındığında muhafazakârlığın artık toplumsal tabana yayılışından söz edebiliriz. Muhafazakâr partiler kendi Kemalizm anlayışlarını halka benimsetmeyi başarmışlar ve bu anlamda Kemalizm’i halkla barıştırmıştır.

Demokrat Parti’den AK Parti sürecine muhafazakâr eğilimli partiler ana hatlarıyla nasıl bir siyaset izlemiştir? Bu siyasetin Kemalizm ile ilişkisi ne şekilde olmuştur?

Türk muhafazakârlığı kendini Kemalizm üzerinden ifade ettiği ya da muhafazakâr bir Kemalizm yorumu yaptığı için muhafazakâr eğilimli partilerin politikaları da Kemalizm’in resmi politikalarının dışına çıkmamıştır. Resmi ideolojinin kendine düşman olarak gördüğü tüm siyasi hareketler muhafazakârlık tarafından da düşman kabul edilmiştir. Örneğin 1960 sonrasında kitleselleşmeye başlayan sol hareket sistem tarafından bir düşman, devlet için bir tehlike olarak kabul edilmiş, Türk muhafazakârlığı da solculuğu düşman bir ideoloji olarak görmüştür.

1970′li yıllarda Türkiye’de sola karşı en sert mücadeleyi Türk-İslam sentezciliği şeklindeki muhafazakârlık vermiştir. Hadi muhafazakâr ideolojiyle, devrimci solun tarihsel anlaşmazlığından dolayı Türkiye’deki bu çatışmayı da anladık diyelim. Ancak 12 Eylül sonrası sistemin yeni düşmanı olan Kürt milliyetçiliği de muhafazakârlığın yeni düşmanı haline gelmiştir. Sistemin hain ve bölücü diye suçladığı Kürtler aynı suçlamaları muhafazakâr partilerden de almışlardır. Sistemin Kürt milliyetçiliğine karşı uyguladığı şiddet politikası bizzat iktidardaki muhafazakâr partiler aracılığıyla sürdürülmüştür.

1990′lı yıllarla birlikte İslamcılığa karşı mücadeleye giren sistemin en önemli müttefiki yine muhafazakâr partiler olmuştur. Muhafazakâr partiler tarafından şeriata hayır mitingleri yoluyla İslamcılık karşıtı bir kamuoyu oluşturma gayretlerini hatırlamak bile yeterlidir bu noktada. Dış politikada da muhafazakârlık Kemalist çizginin dışına çıkmamıştır. Resmi ideolojinin batıcı politikaları aynen benimsenmiştir. İlk kurulduğunda İngiltere eksenli bir politika izleyen Türkiye’de II. Dünya Savaşı’na doğru Almanya eksenli politik ve hatta ideolojik eğilimler ortaya çıkmış ancak savaşta Almanya’nın yenilgisinden sonra yalpalayan bu siyaset Demokrat Parti eliyle yeniden İngiltere-ABD eksenine çekilmiştir. Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Kore’ye asker göndermesi, soğuk savaşta Batı bloğu içinde yer alması aslında dış politikanın rayına oturtulması demektir.

Şu an muhafazakâr siyasetin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? AK Parti bu çizgisinin hangi noktasında duruyor?

Öncelikle şunu söylemek lazım. Cumhuriyetin ilk 20-30 yılında entelektüel egemenlik, batıcı pozitivist aydınların elindeydi. 1960 sonrasında solcuların eline geçti. 80′li yıllarda ise İslamcılığın güç kazanmasıyla İslamcılık entelektüel egemenliği ele geçirdi. 2000 yılından sonra ise muhafazakârlık Türkiye’de entelektüel hayat üzerinde egemenlik kurdu. Dergiler, gazeteler, televizyonlar, kitaplar aracılığıyla muhafazakâr bir anlayış tüm topluma yayılmaya başladı. Bu muhafazakârlaşma rüzgârı AKP’yi güçlendirirken, AKP’nin muhafazakâr politikaları da bu rüzgârı güçlendirdi. Ben Türkiye’de mümkün tek modernleşme yönteminin muhafazakârlık olduğunu düşünüyorum. O nedenle de muhafazakârlığı popüler bir düzeyde kullanılacak bir araç değil de, ideolojik bir alt yapı olarak kullanan partilerin siyaseten başarılı olacağı kanaatindeyim. AKP de muhafazakârlık üzerine ciddi bir şekilde çalışarak bu durumu iyi kullanıyor. Özellikle “muhafazakâr demokrasi” adını verdikleri bir siyasal projeyi yerleştirmeye çalışıyor.

Bu siyasal projenin hedefi, toplumsal karşılığı nedir? Mevcut sistemle ilişkisi hangi düzlemde ortaya çıkıyor?

Muhafazakâr demokrasi kavramını Yalçın Akdoğan’ın aynı adlı kitabından anlamaya çalışmakta fayda var. Çünkü bu kitap Ak Parti’nin ideolojik ve siyasi kimliğini ortaya koymak amacıyla yazılmış bir kitap. Kitaba baktığımızda Ak Parti’nin ne düşünce olarak ne de siyaset olarak klasik Türk muhafazakârlığının dışına çıkan bir anlayışa sahip olmadığını görüyoruz. Yalçın Akdoğan kitapta Y.Kemal Beyatlı, A. Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Erol Güngör, İ. Hakkı Baltacıoğlu gibi yerli muhafazakâr düşüncenin ilk isimlerini zikredip, düşüncelerini sahipleniyor. Kendi ifadesiyle bu isimlerin İslam’a değer vermekle İslamcılık, milli ve yerel değerleri önemsemekle milliyetçilik arasında yürüdükleri ince çizgi bugünün siyasetine de yön verebilecek mahiyettedir diyor. Muhafazakârların İslam’ı ve milli değerleri katı ve mekanik bir ideolojiye dönüştürmediklerini söylüyor. Bin yıllık tarih tezini benimsiyor. Siyasi olarak da Ak Parti’yi Demokrat Parti’yle başlayan merkez sağ siyaset geleneğine oturtuyor. Yeni bir muhafazakâr anlayış ve politika yerine klasik Türk muhafazakârlığını değişen şartlara göre yeniliyor.

Peki, neydi klasik Türk muhafazakârlığının temel karakteri? Önceki sorularınızda da söylediğiniz gibi Kemalizm’i restore etmek. Aşırılıklarını ve tasfiyeci yönlerini törpüleyerek geleneği Kemalizm’e dâhil etmek ve muhafazakâr bir Kemalizm ortaya çıkarmak. Siyasal alanda ise Kemalist bir zemin üzerinden siyaset yapmak. Dolayısıyla Ak Parti’nin siyasal projesi de Kemalizm dışında bir proje değil. Toplumla Kemalizm arasındaki gerilimi tamamen ortadan kaldırmak, modernleşmeyi tüm toplumsal kesimlere yaymak, Anadolucu kültürel bir milliyetçiliği, inançlara saygılı bir laikliği, Türk İslam sentezini savunmak. Tam da resmi ideolojinin istediği gibi kimlik üzerinden siyaset yapmanın karşısında olmak ve böylece bireye karşı devleti öncelemek. Ekonomik anlamda ise liberal politikalarla küresel sisteme eklemlenmek.

Soğuk savaş sonrası dönemde Türkiye kendisini yenidünya düzenine uyarlamakta başarılı olamadı. Sistem kendini yenileyemedi. 2000′li yıllara gelindiğinde Kemalizm’in mevcut haliyle daha fazla sürdürülebilir olmadığı iyice ortaya çıkmıştı. Ak Parti Türkiye’yi küresel kapitalizme eklemleyerek sistemin tıkanmışlığını aştı ve onu rahatlattı. Devletin ve Silahlı Kuvvetlerin halk nezdinde kaybetmiş olduğu itibarını yeniden kazandırdı. Başörtüsü sorununu, Kürt meselesini çözeceğini, Türkiye’yi Avrupa Birliğine sokacağını, sivil bir anayasa hazırlayacağını vaat ederek toplumun gazını aldı ve sonra bunların hepsinden vazgeçti.

Muhafazakâr demokrasinin bir de küresel sisteme dönük bir tarafı daha var. Ak Parti muhafazakâr demokrasiyi tüm İslam dünyası için de bir model olarak sunuyor. Türkiye’nin İslam dünyasında demokrasiyle yönetilen tek laik ülke olduğunu ve İslam’la çağdaşlığın sentezini yaptığını sık sık vurguluyor. Aslında bu ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde tüm İslam dünyasına yerleştirmek istediği Ilımlı İslam’dan başka bir şey değil. Ak Parti BOP’u ilk sahiplendiğinde bu Ilımlı İslam kavramı kulaklara hiç hoş gelmemiş ve bir hayli tepki çekmişti. Muhafazakâr demokrasi Ilımlı İslam kavramının ılımlılaştırılmış halidir. Müslümanları modern küresel sisteme eklemleme projesidir.

AK Parti, BOP ve Ilımlı İslam arasındaki ilişkileri gündeme getiriyorsunuz ama bu tür tespitler genelde komplocu bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor. Bunun nedeni ne olabilir?

ABD’nin Irak ve Afganistan’da uğramış olduğu başarısızlık BOP’u biraz geri plana itti. Ancak BOP’un kendisinin bir komplo teorisi olduğunu söyleyemeyiz. ABD’nin İslam ülkelerini demokratikleştirmek istediğini, laik ve demokratik rejimler aracılığıyla dünya sistemine eklemlemek istediğini biliyoruz. Özellikle Arap ülkelerinin mevcut diktatörlüklerle daha fazla gidemeyeceğinin herkes farkında. ABD’li yetkililer bizzat bunları söylüyor. Baskıcı yönetimlerin İslamcı hareketleri güçlendirdiğini düşünüyorlar. O nedenle de İslam dünyasında demokratik açılımlar yapmak istiyorlar. Zaten demokrasi modern liberal sistemin düşmanlarına karşı sürekli kullandığı bir silahı olmuştur. Modern liberal sistem Komünizmi de baskıcı, totaliter, demokrasi ve özgürlük karşıtı bir ideoloji olarak nitelendirmiştir, Faşizmi de… Her ikisine karşı da bir demokrasi ve özgürlük savaşı vermiştir. Yani bu iki ideolojiye karşı verdiği savaşın da temelini demokrasi oluşturur. Aynı sistem bugün de İslam’ı totaliter ve baskıcı bir sistem olarak yaftalamakta ve İslam’a karşı da bir demokrasi savaşı vermekte. Bu savaşın kavramsal çerçevesini ise BOP oluşturmakta.

Ak Parti ile BOP arasındaki ilişkiye gelince gerek başbakanın gerekse de Ak Partili bakan veya milletvekillerinin BOP’u öven demeçlerini çokça duyduk. Zaten Türkiye’nin İslam dünyasında demokrasi ve laiklikle yönetilen yegâne Müslüman ülke olmasından sık sık övgüyle söz etmeleri, bu yönüyle Türkiye’nin İslam’la çağdaşlığın sentezini başarmış bir ülke olmasından gururla bahsetmeleri AK Parti’nin İslam ve demokrasi ilişkisi konusundaki düşüncelerini zaten yeterince ortaya koyuyor. Bir de Türkiye’yi bölgesel bir güç yapmaya çalışan ancak hiçbir ümmetçi bilinç taşımayan Ak Parti’nin bölge ülkelerine sunacağı model muhafazakâr demokrasiden başka ne olabilir ki.

İslam’ın halen en belirleyici dinamik unsur olduğu Türkiye ve Yakın Doğu coğrafyasında AK Parti’nin de içinde bulunduğu bu hesapların tutma şansı var mı?

Bu hesapların tutup tutmaması Müslümanların tutum ve tavırlarına bağlı bir durum. Yukarıda Türkiye’de tek mümkün modernleşme yönteminin muhafazakârlık olduğunu söylemiştim. Bu aslında tüm İslam dünyası için de söylenebilecek bir durum. Bunun nedeni de sizin de söylediğiniz gibi İslam’ın bu topraklarda en belirleyici unsur olması. İslam’ı devre dışı bırakan bir modernleşme yönteminin başarı şansı yok. Müslümanların tavrı derken şunu kastediyorum. Müslümanlar hayatın merkezine İslam’ı mı yoksa modernleşmeyi mi koyacak? Eğer merkeze modernleşmeyi koyarsak bu hesaplar tutar. Ama merkezde İslam olursa bu hesaplar sonuçsuz kalır.

Kapatma davasından yara alarak çıkan AK Parti’nin bundan sonraki süreçte yaşadığımız sorunları çözebilecek bir siyaset üretebilmesi ne kadar mümkün?

Muhafazakâr demokrasinin iflas ettiği bir dönemi yaşıyoruz aslında. Kopardığı gürültüye nazaran ömrü kısa oldu. Ak parti’ye açılan kapatma davası sonrasında başörtüsü yasağından, sivil anayasa çalışmalarına; AB reformlarından, Kürt açılımına kadar tüm politikalarından vazgeçmesi muhafazakâr demokrasinin iflasıydı zaten. Bir de buna İsrail’in Gazze’deki saldırıları eklenince muhafazakâr demokrasinin dış politikası da iflas etti. Buna rağmen Türkiye’de hala Ak Parti’nin sistemle barışıkmış gibi görünerek sistem içi gizli bir mücadele yaptığını, asıl amacının İslam davası olduğunu düşünen insanlar var. Ancak herkes bilmeli ki Ak Parti’nin siyasal kimliği muhafazakâr demokrasidir. Farklı bir siyasal kimliğe sahip olmaya veya İslamcı bir siyaset üretmeye ne Ak Parti’nin kadrosu uygundur ne de böyle bir siyaseti üretebilecek bir entelektüel donanımı vardır.

(Röportaj: platformhaber.net)

Etiketler : #Muhafazakârlıkla   #Kemalizm   #arasında temelde   #fark   #yok   
YORUMLAR
  • beytullah emrah   16-02-2009 13:58

    ak parti tıkanan sisteme suni teneffüs yapmış, kemalist ideolojiyi muhafazakar geleneğin içinden yeniden üretebilmeyi kendi çapında başarmış ve bu noktada dindar halk kitlelerini ilk kez bu kadar sahici bir milliyetçilikle/devletçilikle uzlaştırabilmiştir. üzücü olan ise halen bir çok müslümanın ve kurumun kendini ak parti'den net olarak ayrıştıramamaları, kararsız bir tutum sergilemeleridir... davos sonrası süreçte bu durum bir kez daha görünürlük kazandı...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN