PKK MESELESİ TAMAM, DARISI KÜRT MESELESİNE

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

01-06-2025 20:01


Başından beri, Kürt meselesine yaklaşımda yaygın yanlışlardan birinin Kürt meselesi ile PKK meselesini ayırt etmemek olduğunu ifade etmeye çalışmışımdır.

Bu konuda İslami kesimlere yönelik de, 1- Kürt meselesine ilgisiz kalma yanlışına düşenler, 2- Kürt meselesiyle PKK meselesini tefrik etmeyip meseleyi PKK’nın varlık-yokluk zemininde ele alma yanlışına düşenler, 3- Az sayıda, meseleyi asli zemininde ele alıp PKK meselesiyle birbirine karıştırmayanlar şeklinde bir sınıflandırma yapmış ve Müslümanları ikaz etmeye gayret etmişimdir.

Mesela 2010 yılında kaleme aldığım“Hangi Kürt Meselesi?” başlıklı makale tam da bu hususa odaklıydı. Söz konusu makalede şu tesbitlere yer vermiştim:

“Son dönemde Müslümanlar arasında Kürt meselesinde yeterince insiyatif alınıp alınmadığı konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Müslümanların bu meseleyle ilgilenmek konusunda geç kaldığı özeleştirileri eşliğinde daha güçlü insiyatif alınması çağrıları yapılıyor.

Bir halkın varlığına, diline, kültürüne karşı neredeyse bir asırdır yürütülen inkârcı ve asimilasyoncu politikaların ürünü olan bir meselede, aslında insiyatifin tamamıyla Müslümanlarda olması arzulanırdı. Ne var ki Kürt meselesi silahların gölgesinden bir türlü kurtarılamadığı, silahların vesayetine mahkûm edilen bir mesele olarak varlığını sürdürdüğü için bu pek mümkün olamıyor.

Bugün gelinen noktada silahların/silahlı güçlerin mesele üzerindeki vesayeti, Kürt meselesinden bağımsızlaşan ve onu aşan bir boyuta ulaşmış bulunuyor. Bu meseleden beslenen devlet içindeki kontrolsüz savaş organizasyonları gibi, sorunun üretip palazlandırdığı PKK adlı örgüt de “kirli savaş” sürecinde Kürt meselesinin çözümünden bağımsızlaşan bir sorun halini almış bulunuyor.

Dolayısıyla öncelikle Kürt meselesiyle, mesele etrafında oluşan ve fakat bu meseleyi aşıp ondan bağımsızlaşarak başlı başına bir sorun halini alan silahların vesayeti sorununun ayrıştırılması gerekiyor. Aksi halde insiyatif silahlarda olmaya devam ettiği müddetçe Kürt meselesi çözümsüzlüğe mahkûm olmaya devam edecektir.

Kürt meselesini tıkayan mesele üzerindeki silahlı vesayetin devre dışı bırakılması ise ancak, meselenin çözümünden yana olan kesimlerin, bu vesayeti güçsüzleştirip açığa düşürecek yaklaşım ve çabalarıyla mümkün olacaktır.

Bu noktada, Kürt meselesi denilince neyin kastedildiği çok önemlidir. Zira ortada tek bir Kürt meselesi yoktur. Kürt halkının Kürt meselesi ile PKK’nın Kürt meselesi aynı şeyler değildir.

Bizim taraf olmamız, insiyatif almamız gereken mesele, Kürt halkının Kürt meselesidir. İşte bu noktada sınırların yeterince belirlenmemesi, bu farklılığın gözden kaçırılması, insiyatif tartışmalarının sağlıklı bir zeminde yürümesine de engel teşkil etmektedir.

Bugün Kürt halkının talepleriyle PKK’nın talepleri aynı şeyler değildir. PKK Kürtlerin hakları yerine kendi haklarının peşine düşmüş, kendi “Kürt meselesi”ni dayatan bir yaklaşım sergilemektedir. Bu noktada çözüm yanlısı toplumsal kesimlerin Kürt meselesini PKK sorunundan ayrıştıracak yaklaşımlar geliştirememesi, halkın Kürt meselesini iyice çözümsüzlüğe itmektedir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, çözüm için, sorunu çözümsüzlüğe mahkûm eden mevcut taraf ve aktörlerin Kürt sorunu üzerindeki insiyatifini zayıflatmak öncelikli şarttır. Bunun için de, Kürt meselesi ile, bu meselenin çözümünden çoktan bağımsızlaşarak yeni bir sorun niteliği kazanmış olan PKK meselesinin kesin çizgilerle ayrıştırılması ve Kürt meselesini PKK’nın söylem ve hedefleri düzleminde ele almaktan titizlikle kaçınmak gerekmektedir.”

Bu tesbit ve tanımlamalardan sonra da, Kürt meselesinin gerçek çözümünün, gerçek mânâda İslam kardeşliğinin ve İslam hukuk ve dolayısıyla adaletinin hâkim kılındığı İslamlaşma zemini olduğunu belirtmekle birlikte, mevcut şartlar içerisinde de meseleyi içinden çıkılmaz olmaktan çıkarıp diyaloğa elverişli bir zemine taşımanın mümkün olduğuna işaret etmiş ve şunu kaydetmiştim:

“Meselenin çözümünden yana olan toplumsal kesimlerin bunun için öncelikle, halkın Kürt meselesiyle PKK’nın Kürt meselesini ayrıştıracak ve böylece silahların çözüme geçit vermeyen vesayetini açığa düşürecek yaklaşımlar geliştirmeleri gerekmektedir.”

Ne yazık ki Kürt meselesinde sürecin başından bugüne yapılan en büyük yanlış, meselenin asli muhatabı olan Kürt halkı yerine, Kürt meselesinin ötesinde başlı başına bir sorun kaynağı haline gelmiş olan PKK’nın muhatap alınmış, meselenin bu kanlı örgüt üzerinden çözülmeye çalışılmış olmasıdır diyebiliriz.

Bu yaklaşım, Kürt meselesi üzerindeki PKK vesayetini ortadan kaldırmak yerine bu vesayeti daha da pekiştirmek neticesini doğurmuş ve meselenin çözümünü zorlaştırmıştır.

Çözüm Arayışları

Türkiye’de sistem aktörleri, 1984’te başlayan PKK saldırılarından bugüne kadar “PKK meselesini” çözmek adına askeri çözüm dışında çeşitli siyasi adımlar attı, “çözüm süreçleri” işletmeye çalıştı bilindiği üzere.

Bu süreçler içerisinde öne çıkanlardan ilki, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’te başlattığı açılımdı, lakin bu açılım Özal’ın aynı yılın Nisan ayındaki ölümü ve PKK’nın Mayıs ayında Elazığ-Bingöl karayolunda birliklerine yolculuk halindeki sivil giyimli 33 acemi askeri alçakça katletmesiyle sonuçsuz kaldı.

Daha sonra 1999 yılında Türkiye’nin baskısı sonucu Suriye’den çıkarılan Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da Türkiye’ye teslim edilmesi sonrası Öcalan’ın, “devlete hizmete hazır olduğu” ve “örgütün savaş stratejisinin miadını doldurduğu” yönündeki açıklamaları sonrası bir çatışmasızlık süreci başladı.

Aynı yıl PKK ateşkes ilan etmiş, 2002 yılında ise o zaman örgütün Avrupa sözcüsü olan Rıza Erdoğan “silahlı mücadelenin bittiğini” açıklamıştı. Ne var ki 2004 yılı Haziran ayında ateşkes bir kere daha bozuldu ve çatışmalar yeniden başladı.

2005 yılına gelindiğinde, AKP’nin hükümette olduğu bu süreçte dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada Kürt meselesinin herkesin meselesi olduğunu söylemesi sonrası Kürtçe öğretim ve televizyon kanalı gibi adımlar atılmaya başlandı.

Bu, süreçte belki yapılan en doğru çözüm adımıydı. Zira “PKK meselesi”ne değil asıl meseleye, yani Kürt meselesine odaklanmıştı. PKK’yı değil, doğrudan doğruya sorunun asıl muhatabı olan Kürt halkını muhatap almıştı. Olması gereken de, bu minvalde sürecin sürdürülmesiydi.

Bu yapılmak yerine, 2009 yılında, olması gerektiği gibi Kürt halkını muhatap alıp onların doğal/fıtri haklarını iade edip güvence altına almaya dönük adım ve açılımlar yapmak yerine, bir kez daha “PKK meselesi”ne odaklanarak bu kanlı örgütü muhatap alan bir açılım daha denendi.

2009-2011 yılları arasında PKK ile MİT yetkileri arasında Norveç’in Oslo kentinde görüşmeler gerçekleştirildi. Ancak belirttiğimiz gibi, yanlış muhatabın seçilmesi, ilk düğmenin yanlış iliklenmiş olması sebebiyle süreç yine tıkandı ve başarısızlıkla neticelendi.

Ardından benzer, fakat daha güçlü bir çözüm denemesi 2013-2015 yılları arasında gerçekleştirildi. Epey de mesafe alınmış olmasına rağmen bu deneme de, Kürt halkı yerine PKK’nın muhatap alınmış olması ve Kürt meselesinin çözümüyle PKK meselesinin de çözüleceği yaklaşımı yerine, PKK meselesinin çözümüyle Kürt meselesinin de çözüleceği yanlış varsayımına dayandığı için amacına ulaşmadı ve 2015 yılında çöktü.

Ve nihayet geçtiğimiz ay (12 Mayıs 2025) PKK’nın kendini fesh kararını duyurmasıyla önemli bir aşamaya gelen yeni “çözüm süreci”…

Süreç, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde TBMM açılışında sürpriz bir şekilde DEM Parti sıralarına yönelip parti yöneticileriyle tokalaşmasıyla başladı. Bahçeli’nin sonraki adım ve açıklamaları, bunun anlık bir jest olmanın ötesinde, stratejik bir adım olduğunu ortaya koydu.

Bahçeli yeni bir “çözüm süreci”nin fitilini ateşlemişti. O kadar ki “Abdullah Öcalan Meclis’e gelip Dem grubunda konuşsun, PKK’yı fesh ettiğini açıklasın” diyebilecek kadar çıtayı yükseltti.

2013-2015 yılındaki süreçten ağzı yanmış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise gelişmelere epey bir süre temkinli yaklaştı, tabir yerindeyse topa girmekten imtina etti. Nihayet sürece ikna olmuş olmalı ki, önce İmralı görüşmelerine yeşil ışık yaktı, ardından da DEM Partili yetkilileri kabul edip sürece dair olumlu açıklamalarda bulunarak süreci fiilen başlatmış oldu.

Abdullah Öcalan’ın PKK’nın feshini talep eden, bağımsız devlet, federasyon, özerklik gibi PKK taleplerinin artık geçerliliğini yitirdiğini ifade eden ve “ortak vatan ve devlet” vurgusu yapan mektubu ve nihayet 12 Mayıs’taki fesh kararıyla süreç önemli bir noktaya gelmiş oldu.

Raf Ömrünü Tamamlayan Aparat

Baktığımız zaman bu sürecin de, temelde Kürt meselesine değil, PKK meselesine odaklandığını, Kürt meselesini onun üzerinden çözme yaklaşımına sahip olduğunu görürüz. Lakin şunu belirtmeliyiz ki, bu defa önceki süreçlerden farklı noktada bulunulmaktadır. Şöyle ki AKP hükümetleri sürecinde Kürt meselesinin sistem içi, dolayısıyla kısmi çözümü noktasında önemli adımlar atıldığı yadsınamaz.

PKK/DEM’in Kürt halkını eskisi kadar mobilize edemediği, son yıllarda yapılan çeşitli eylem çağrılarının karşılıksız kalmasıyla açık şekilde görüldü. Kürtlerin fıtri hakları konusunda yapılan iyileştirmeler PKK’nın önemli ölçüde zemin kaybetmesine yol açtığı gibi, güvenlik operasyonları ve sınır ötesi askeri konuşlanmanın da PKK’yı ciddi anlamda zayıflattığı bir gerçektir.

Süreçte başta Erdoğan ve Bahçeli olmak üzere sistem aktörlerinin PKK’nın silah bırakması ve feshi konusunda alttan alıcı değil, askeri çözümü hatırlatıcı açıklamalar yapmış olması da zaten bu yeni süreçte PKK’nın pazarlık yapacak bir konumda olmadığının karineleridir.

PKK’nın fesh deklarasyonunda dile getirdiği “1924 Anayasası” ve “Lozan” gibi vurgular ise, kuyruğu dik tutma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır. Evet, PKK tasfiye olmuştur. Zira son kullanma tarihi, raf ömrü dolmuştur!

PKK bir örgüt müdür? Bence PKK bir aparattır. Yerel ve küresel güç odaklarının ihtiyaca göre kullandığı, fason iş verdiği bir aparat… Aparatların ömrü de karşıladıkları ihtiyaçların ömrü kadardır neticede. İşte PKK da, nihayetinde raf ömrü sona ermiş olan bir aparat olarak tarihin çöplüğündeki yerini almaktadır.

1978 Kasım’ında Lice’nin Fis köyünde PKK adıyla bir örgüt olarak kurulana kadar Kürt illerinde “Apocular” olarak faaliyet gösteren, 1980 darbesinden bir yıl önce Abdullah Öcalan’ın Türkiye’den kaçıp Baas Suriye’sine sığınmasıyla orada ve Lübnan’ın Bekaa vadisinde yapılanma imkânına kavuşup Ağustos 1984’te Türkiye’de “sosyalist bir Kürdistan kurma” hedefiyle tedhiş eylemlerine başlayan örgüt, başından itibaren kurmuş olduğu yerel ve küresel bağlantı ve ilişkilerle tam anlamıyla bir aparat işlevi görmüştür.

Henüz PKK adıyla bir örgüt olarak ilan edilmeden önce bölgede yukarıda belirttiğimiz gibi “Apocular” nitelemesiyle faaliyet gösteren bu yapılanma, ilk olarak Rızgari, Kawa ve benzeri Kürt solu örgütlerini zayıflatan ve giderek de sahadan silen bir işlev görmüştür. Bu yönüyle sistem açısından önemli bir “hizmeti” yerine getirmiştir.

Bunun yanı sıra İran “İslam” devriminin bölge ülkelerinde dalga dalga etkilerinin görüldüğü 1979 sonrası süreçte bölgedeki İslami muhalefeti de bastırarak yine sisteme çok hayati bir hizmette bulunmuştur. PKK’nın bölgede tahakküm kurduğu yıllar öncesine bakıldığında, Türkiye’deki en güçlü, aktif ve dinamik İslami uyanış sürecinin Kürt illerinde yaşandığını görürüz.

Konuyla ilgili olarak İstanbul’da İslami kitaplar neşreden yayınevlerinin o dönemdeki kitap satış oranlarına bakmak yeterlidir. Bölge, bu konuda açık ara öndedir. Bölgedeki zaten geleneksel olarak var olan dindarlık, önce tercüme hareketleri ve ardından İran devriminin etkisiyle güçlü bir İslami hareket potansiyeli olarak kendini göstermekteydi.

PKK bir aparat olarak en büyük “hizmeti”, Kürtlerin sekülerleştirilmesi/laikleştirilmesi noktasında yapmıştır. Kemalizmin 1920-30’larda İngiliz/Fransız tuğyanizmi adına Türkiye’nin batı illerinde oynadığı sekülerleştirme/laikleştirme “misyonunu” PKK da doğu illerinde yerine getirmiştir.

Bugün Kürt halkı içerisinde geleneksel dindarlık yerine laik-batıcı bir ideoloji olan Kürtçü sol PKK ideolojisi ağırlık kazanmışsa, PKK “misyonunu” yerine getirmiş demektir. Bu sebeple “Kürt Kemalizmi” olarak nitelendirdiğimiz PKK ideolojisi Türk Kemalizmi ile Kürt Kemalizminin kontrollü çatışması neticesinde sosyal planda bölgeye egemen kılınmış olmasaydı, başı örtülü Kürt kadınlarına ve Kürt amcalara hangi güç hangi silahla “Benim Bedenim Benim Kararım”, “Toplumsal Cinsiyet Özgürlüğü” pankartları taşıtabilirdi!

PKK en temelde, ülkede İslamlaşma ihtimaline karşı, Türkçülük-Kürtçülük kamplaşmasının doğurduğu kaçınılmaz bir netice olarak batıda Türkçülüğün doğuda ise Kürtçülüğün yükselişiyle sistemin ulusçu, batıcı, laik niteliğini besleyen bir aparat işlevi görmüştür. Böylece hem batıda hem doğuda sekülerleşmenin/laikleşmenin etkili “misyoneri” olmuştur.

Gelinen noktada efendileri bu aparatın işlevini tamamladığına karar vermiş görünüyorlar. Dolayısıyla PKK perdesi, geride son derece kanlı bir miras, acı ve gözyaşları bırakarak kapanmış bulunuyor. Bu durumda asıl meseleye, Kürt meselesine odaklanmak gerekiyor.

Şu an çözülen, Kürt meselesi değil PKK meselesidir. Kürt meselesi ise, Kürtlerin fıtri kimlik ve haklarının tanınıp bir hukuka bağlanmasıyla bir çözüm yoluna konabilecek bir konudur.

Tabii ki bu meselenin asıl çözümü, etnik kimliğe dayalı ulus-devlet anlayışı yerine, “İslam milleti” zemininde gerçek anlamda İslam kardeşliğinin aktif hale getirilmesiyle, fıtri hakları Rabbani öğreti ve ölçüler çerçevesinde güvenceye alan, kulların kullara tahakkümünü ortadan kaldıran ölçü ve hukuk dini olan İslam’ın egemen kılınmasıyla mümkündür.

Bununla birlikte mevcut işleyiş içerisinde de fıtri hakları tanıyacak ve bu çerçevede hukuki bir zeminde eşit statüde bir arada yaşamayı güvence altına alacak düzenlemeler yapmak mümkündür.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN