YİNE YENİDEN VE HEP BİR UMUTLA YAŞAMAK

Bünyamin ZERAN

22-05-2025 10:51


Yere düşen kelimeleri toparlamaya çalışıyorum. Düşlerim bir hayli uzak benden. Matemine bürünmüş bir sevdayı kollayacak takatım kalmamış. Sakinlikle tedirginlik arasında ince bir yerdeyim. Saçlarım dağınık, gözlerim buğulu ve sesim olabildiğince titrek. Sulara akseden yüzüm sanki bin yıldır kendini bulamamış bir derviş gibi şaşkın. Bazen yavaşça bazen olabildiğince hızlı bir şekilde geçiyorum sokakları. Eski Arnavut taşlarından örülü sokaklar tarihin gizemini anlatıyor gibi gururlu. Ama ben ne gururu ne de övüncü taşıyabilecek kadar güçlü hissetmiyorum kendimi.

Yaşamak nedir sorusunun cevabını aramaktan da yorulmuşum. Yaşamak denilen şeyin tanımını sanki unutmuş gibiyim ya da yaşamak denilen şeyin bir onur mu yoksa bir sorumluluk mu olduğunun ayırdına varmaya çalışıyorum. Geceler, gündüzler birbir ardı sıra sıralanmakta. Ben günü kaça böleceğimi ya da bölmem gerekip gerekmediğinin bile ayırdına varamıyorum. Bir telaş, bir telaş ki kendimi kendimden uzaklaştırıyorum. Yürüdüğüm her yol, geçtiğim her sokak ve kulağıma değen her ses zamanla anlamsızlaşıyor, ruhunu kaybediyor.

İnsanların sesleri büyük bir gürültüyle kulağıma çarpıyor. Ölümler, piyasalar, kazançlar ve kaybedişler hepsi aynı cümlenin içinde birbiriyle yarışıyor. Anlam veremediğim çoğulculuk içinde her uğultu kendine sığınacak bir gönül buluyor. İhtiraslar, hırslar, kaygılar, ağlaşmalar hepsi bir sesin içinde besteye dönüşebiliyor. Ben böylesi bir müziğe alışık değilim. Kulaklarım zonkluyor ve beynime iletiler düşmez oluyor. Yağmurlara hasret kaldığımı hatırlıyorum. Düşlerim, düşe koyduklarım heybemden dökülüveriyor.

Zihnim utançtan örülü bir tablo gibi. İnsan olmanın nedenselliğini arayıp bulamamaktan endişeliyim. Herkes bulduğumu zannediyor. Ama utançlardan örülü bir kaosun içindeyim. Herkes her şeyi biliyor ama hiçbir şey söylenmiyor ya da söylenenler fincancı katırlarını ürkütmüyor. Ölmek diyoruz ama yaşarken öldüklerimizi ve sessizliğimiz yüzünden öldürdüklerimizi saymıyoruz. Yaşayan ölüler olmaktan memnunuz ve adına yaşamak diyoruz. Şarkılar dinliyor ama anlamıyoruz, şiirler desek şairlerin zevzekliği işte diyoruz. Ne nesire hayret ediyoruz ne de bir fidanın çatlayıp büyümesine. Her şeyin hazır sunulduğu dünyada kendimize hazır bir cennet istiyoruz. Allah’mı bize ne kadar yakın ve bize ne kadar uzak!

Tüm kelimeler dağılmış durumda. Kavramlar zihnimizde bölük bölük. Yaşamak istediğimizde parçalanmışlığımıza ayıkıyoruz. Sarhoş muyuz bilmiyorum ama ayık olmadığımız da bir hakikat olarak karşımızda duruyor. Şairin biri “şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana ya rabbi” diyor ama ben o şairin ısrarla kaçındığı soruyu sormakla meşhurum. Her zaman bana ne yapacağımı göster diye yalvarıyorum. Şehirler enkaz altında, bedenler enkaz altında, ateş diri diri yakmaktayken bedenleri ne yapacağını şaşırmış olmanın tedirginliği içindeyim. Elimi attığım yer elimde kalıyor.

Dünyanın dört bir yanında ağıtlar arşa yükseliyor, duyuyorum. Gözyaşları birbirine karışıyor görüyorum. Piyasalarda altının yükselişi, brent petrol fiyatlarının değişimini ve ülkelerin büyüme hızlarının ne kadar olduğunu da… sonra ekonomik büyümenin ağıtlardan, işgallerden, açlık çekenlerden ve ölümlerden daha fazla konuşulduğu bir zamanın eşiğinde olmanın dayanılmaz sancısını duyuyorum. Neyi konuşsam, ne zaman konuşsam, hangi sloganı atsam yüreğim soğur bilemiyorum. Bir yangını içimde taşıyarak yürüyorum. Sokaklar soluğumu kesiyor, modernitenin inşa ettiği dev binaların arasından geçerken internet ağlarında kayboluyorum.

Duyarsız olmak duygusuz olmayı salık veriyor. Sosyal ağların içinde bizi birbirimize bağlayacak ağlardan soyutlanıyoruz. Emojiler, like’lar ve retweetlerle kutsanan cihadın mücahidi olarak kendimi görmeye tahammül edemiyorum. Kusmak bile beni rahatlatmıyor, ölümse şimdi bu şartlarda en korktuğum şey. Çünkü dağılmış kelimelerimi toparlayamadan, kendimi bir enkazdan çıkaramadan zamansız bir ölüme yenik düşmek istemiyorum. Zaman akıp gidiyor ve her seferinde zamana geç kalmışlık hissiyle titriyorum.

Yaşamı çok sevdiğimden değil de onu haketmeden ölmekten korkuyorum. Okuyorum, yürüyorum, söylüyorum, yazıyorum ama insanlar ölmeye devam ediyor. Altın yükseliyor, borsa zarar ediyor ve her gün yeniden kazançlar pay ediliyor. Modernleşen bir toplum dışında yeni bir toplumun hayali bile kurulmuyor. Herkes kör bir kanunun önünde kurbanlık koyun gibi eşit bir şekilde kesim sırasının gelmesini bekliyor. Sular ısınıyor, ölüler yıkanıyor ve kimse kimsenin acısını duyumsamıyor. Retorik rölativizme kurban ediliyor. Günün sonunda eylemlerden sonra herkes evine dönüyor. Ne iyi bağırdık, ne güzel sloganlar attık, hafızın sesi de ayrı iyi idi diyerek günü noktalıyoruz. Ama dünyanın bir yakasında yıkıntıların arasında çaresizlikten anestezi kullanılmadan çocuk, genç, kadın demeden ayaklar, kollar kesilmeye devam ediyor.

Zaman akıp gidiyor. En çok da sessizlik öldürecek beni. Her şeyin konuşulduğu ama nihayetlendirilmediği bir çağda her şey parçalı olarak kalmakta. Tamamlanmayı bekleyen ama tamamlanmaması için aykırılıkların sürekli çatıştırıldığı bir zemin içinde bir bütün olmayı arzulamak gibi sahte düşlerimizde heybemizdedir. Kelimelerimiz dağıldı, ortak kelimeyi kaybetmiş gibiyiz. Bildiklerimizi yahut bildiğimizi sandığımız ne varsa hepsini orta yere döküp içinden özenle seçeceğimiz kelimeler aramalıyız sanki. Belki bize öğretilen ya da bizim sarsılmaz olarak doğru olduğunu düşündüğümüz kelimelerimiz yeniden inşaya muhtaçtır. Belki o vakit şiirin tadı, şarkıların melodisi yeniden anlamlı olacaktır ve belki o vakit marşlara ayarlı sesimiz şehre ve şaraba yaltaklanmayacaktır.

Başımı gökyüzüne kaldırıyorum hala umudum var. Yaşamak denilen cevheri anlamlandıracak kılavuzum da elimde. Her şeye rağmen umut yol azığı ve yürümek için durmaktan daha çok nedenim var. Yağmurlar yağıyor üstüme ve yeniden filizlenmek için çırpınıyorum. Benle toprağın buluşması suyun rahmetiyle göğsüme boşalan dinginliği muştuluyor. Yine yeniden umutla yaşamak gerek diyorum. Belki o vakit sükun bulacak kim bilir modern toplumun duyarsızlığıyla ölen bir ölü.

O zaman yeniden kurulacak mantık.

Bütün insanlar ölümlüdür, Ahmet Yasin, Yahya Sinvar vs.vs. bir insandır ve şehidlerdir, öyleyse şehidler ölümsüzdür.

İşte o vakit anlaşılacak ki her şey sadece rasyonaliteden ve mantıktan ibaret değilmiş. Yaşamak işte o vakit umurumuzda olacak en az ölebilmek kadar…

(İktibas Dergisi - Mayıs Sayısı)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN