BOYKOTU VE ÖNEMİNİ BİZ DAHİ KAVRAYAMADIK

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

11-09-2025 12:05


Müslümanlar olarak, iman ve İslamımızdan (Âlemlerin Rabbi’ne teslimiyetimizden), dolayısıyla Kitabullah’a, onun müşahhas yaşanmışlığı demek olan Sünnet-i Rasulullah’a ittiba bilincimizden kaynaklı duruş, eylemlilik ve stratejilerimizden ziyade, konjonktürel, günübirlik, tepkisel tutumlarımızın öne çıktığı acı bir gerçektir.

İslam asıl olan, yegâne hak olan[1] din (hayat nizamı) olduğu halde, biz asıl olanın, hak olanın müntesipleri gibi değil, arizi olanın, muhalif ve muarız olanın müntesipleri gibi davranıyoruz. Böyle olunca da, istikamet üzere istikrarlı, kalıcı, stratejik bir yönelimimiz, pratiğimiz, hatt-ı hareketimiz söz konusu olmuyor.

Bu sebeple tepkilerimiz de stratejik ve kalıcı değil geçici, eylemliliklerimiz de… Bırakalım on yıllara sâri olacak hedef, tutum ve eylemliliği, birkaç yılı bulan bir istikrara dahi sahip olamıyor tepkilerimiz, eylemlerimiz.

Tutum ve yaklaşımlarımız imani/akidevi (stratejik) olmayıp, konjonktürel ve tepkisel olduğu içindir ki, hiçbir konuda gerçek anlamda bir neticeye ulaşamıyoruz. Her şeyimiz yarım yamalak, meseleleri ancak ucundan tutuyor, hiçbir mesele ve iddiayı sıkı sıkıya sahiplenmiyoruz.

Rabbimizin Kitab-ı Kerim’deki “Kitab’ı sıkıca tutmak” vurgusu[2] maalesef fert ve topluluk hayatımızda, hatt-ı hareketimizde bir karşılık bulmuyor. Kitab’a ve onun bize yüklediği sorumluluklara ucundan berisinden tutunmaya çalışıyoruz, adeta Hac sûresi 11. ayette bildirildiği gibi “sınırda kulluk” hali üzereyiz.

Tercihini net olarak âhiretten yana yapmış ve dolayısıyla da dünyasını bu tercih üzere inşa etme kararlılığı yerine, âhiretle dünya arasında tereddüt üzere yaşayan, ne âhiretten ne de dünyadan yana tam tercihini yapamamış, ameli bir nifak halinde bir tutumumuz söz konusu, acı bir gerçeklik olarak.

Tercihini kesin olarak âhiretten yana yapmış, eksene âhiret bilincini koymuş ve bu bilinç üzere gemilerini yakmış mü’min tavrına maalesef ulaşabilmiş değiliz. Bu sebepledir ki hareket yerine meskenet, izzet yerine zillet halini yaşıyoruz.

Boykot konusundaki bir makaleye bu şekilde giriş yapmış olmamız, bu konudaki halimizin, tutumumuzun da bu zaaflarla malul olması sebebiyledir. Tabi biz şunu da biliyoruz ki, ortada ameli bir zaafiyet varsa, bunun temelinde imani bir zafiyet vardır. İmanda yakîne ulaşamamış olmak gibi bir temel mesele söz konusudur. Bu sebeple “Ey iman edenler, iman ediniz…” (Nisa, 4/136) ayet-i kerimesini hatırlamak ve inancımızı imana tebdil etme cehdi göstermemiz elzemdir.

Evet, sınırda kulluk yapmak, imani/İslami yükümlülüklere sıkı sıkıya sarılmak yerine kıyısından köşesinden tutunmak şeklindeki yaygın zaafiyet, boykot mükellefiyeti konusunda da kendisini gösteren bir durumdur.

Her şeyden önce boykot, biz Müslümanların çoğumuzun hayatında stratejik (imani/akidevi) bir tutum olmak yerine, dönemsel/konjonktürel bir tepki biçiminden ibaret kalıyor. Boykotu ve önemini hakkıyla kavrayabildiğimizi ne yazık ki söyleyemeyiz.

Oysa boykot, zalimlerden teberri etmenin, onlara paydaş ve destekçi olmaktan imtina etmenin, onların zulüm kaynaklarını kurutma çabasına yönelmenin fiili bir gereği, dolaysıyla imani bir mükellefiyettir. Evet, bir tercih değil mükellefiyettir. Ve biz biliyoruz ki, İslami mükellefiyetler konjonktürel değil, yakîn (ölüm) gelinceye kadar üstlenilmesi zorunlu, mü’minler için bağlayıcı ameliyelerdir.

Baştan sona bir egemenlik öğretisi (siyasal öğreti) olan İslam açısından boykot, İslami siyasal bir yükümlülüğe tekabül etmektedir. Boykotu bu mahiyetinin dışında, gündelik bir tepki biçimi olarak algılamak Müslümanca bir yaklaşım değildir.

Kaldı ki geçmişten günümüze küfür güçlerinin İslam’ın egemenliğini önlemeye yönelik çabalarında öne çıkan bir başlık da, mü’min topluluklara uyguladıkları boykotlar/ambargolar olagelmiştir. Mekke oligarşisinin, Rasulullah (a.s.), ashabı ve destekçileri Haşimoğulları’na yönelik ölümcül ambargosu ve siyonazi çetesinin Gazze’ye uygulayageldiği ölümcül ambargo bu gerçeğin müşahhas misalleridir. Kısacası boykot ve ambargo, İslam’la cahiliye çatışmasının önemli bir boyutudur ve hep öyle olmaya devam edecektir.

Rasulullah (a.s.) ordusuyla birlikte Hayber Yahudilerini kuşattığında, bölgede fesatçılık yapan bu topluluk müstahkem kalelerinde direnişe geçti ve meydan savaşından kaçındılar. Kuşatmanın uzaması üzerine Rasulullah, bu topluluğun hurma ağaçlarının kesilmesi emrini verdi. Zira hurma ağaçları onlar için hayat-memat meselesiydi, geçim kaynaklarıydı.

Hurma ağaçlarının kesilmeye başlamasıyla, müstahkem kalelerinde kalmanın bir anlamı olmadığını görerek teslim olmaya karar verdiler.

İşte boykot, bugün yeryüzünü fesada boğan insanlık düşmanı emperyalistler ve siyonistlerin bugünkü “hurma ağaçlarını” kesme ameliyesidir. Onların kanlı askeri gücünü besleyen finans kaynaklarını zayıflatma çabasıdır. Ve gerçekten boykot, konjonktürel bir tepkinin ötesinde stratejik bir silahtır.

Boykotla İlgili Birkaç Önemli Bilgi

“Boykot” kelimesi, tarihte bu yönde yaşanmış bir eylemliliğe dayanıyor. İrlanda’da çiftçilerin gerçekleştirdiği bir eylemliliğe…

Dünya tarihi, ciddi neticeler doğurmuş olan birçok boykot hareketine tanıklık etmiştir. Örneğin ABD’nin, İngiltere’nin kolonizasyonundan kurtulup bağımsızlığını elde etmesi bile bir boykot hareketinin neticesidir.

“Kelimeye şimdiki anlamını kazandıran en önemli olaylardan biri Amerikan kolonilerinin İngilizlere karşı gerçekleştirdiği çay boykotudur. Londra’dan gönderilen bir genel valinin yönettiği ve İngiliz yasalarının geçerli olduğu Amerika topraklarında yaşayan insanlar ağır vergilerden bunalmıştı. İngilizler ise boyuna yeni vergiler ihdas ederek Doğu Hindistan Şirketi’nin açıklarını sömürgeleri üzerinden kapatmaya uğraşıyorlardı.

Amerikan şehirlerinde protesto gösterileri düzenleyerek ve vergi memurlarını kovarak İngilizlere geri adım attırdılar. Vergiler iptal edildi. Yalnızca ithal çayda uygulanan vergi kaldırılmadı. Bunun üzerine İngilizlerin diğer sömürgeleri olan Hindistan’dan Amerika’ya ihraç ettiği çay hedef ürün haline geldi. İngiliz çayı içmeme kampanyaları bile yapıldı. Ama nihayet 1773 yılında Boston limanında demirli bir gemideki tonlarca çayın denize dökülmesiyle boykot başka bir mecraya ulaştı. Daha sonraları Boston Çay Partisi adıyla anılan bu ilginç eylem Amerikan devriminin yolunu açtı ve bugünkü ABD’yi ortaya çıkardı.”[3]

“Boykot” isminin kaynağıyla ilgili tarihsel bilgi de, boykotun ne kadar işlevsel ve sonuç alıcı bir eylemlilik olduğunun bir diğer misali. Birlikte okuyalım:

“1880’de İrlanda, İngiliz sömürgesi altında zorlu günler yaşıyordu. İngiliz toprak sahipleri, İrlandalı köylülerden fahiş kiralar talep ediyor, ödeyemeyenleri zorbalıkla topraklarından sürüyordu. Halk öfkeliydi ama karşı koyacak gücü yoktu.

İşte tam o sırada, İrlanda bağımsızlık hareketinin önderlerinden Charles Stewart Parnell, köylülere çok önemli bir tavsiye verdi: ‘Şiddete başvurmayın. Bunun yerine onları toplumdan dışlayın.’

Köylüler, Parnell’in çağrısına kulak verdi. Toprak ağalarının temsilcisi olan emekli bir İngiliz subayı, bu yeni yöntemin ilk hedefi oldu. Halk onunla konuşmayı kesti. Çiftçiler ona çalışmayı reddetti. Pazarcılar ona mal satmadı. Postacılar mektuplarını bile taşımadı. Kısacası tüm toplum, onu yok saydı.

Günler, haftalar boyunca bu subay adeta görünmez bir hayalet gibi yaşadı. Koruma için İngiliz askerleri getirtilse de toprak ağası bu toplumsal dışlanmaya dayanamadı. Sonunda İrlanda’yı terk etmek zorunda kaldı. İşte bu adamın adı Charles Boycott’tu.

Gazeteler bu olayı dünyaya taşıdı. Halkın kullandığı bu yeni yöntem, Boycott’un adından türetilerek ‘boycotting’ şeklinde anılmaya başlandı. O günden sonra, haksızlığa karşı şiddetsiz ama etkili bir direniş yöntemi olarak tarihe geçti. Tıpkı İrlanda’da olduğu gibi yakın tarihte Güney Afrika’daki apartheid rejiminin devrilmesinde de boykot çok önemli rol oynadı.”[4]

Hiç unutmam. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, 2005 yılı Haziran ayı başında Türk-Amerikan İş Konseyi'nin 20. kuruluş yılı dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen konferansta bir konuşma yapmış ve Türkiye Hükümeti’nden, Amerikan ürünlerine karşı yürütülen boykot kampanyalarına karşı önlem almasını istemişti.

Edelman, “ABD şirketlerinin Türkiye'deki yatırımlarının son beş yıldır çok düşük kaldığını, bunun da ABD mallarına yönelik boykot çağrısı yapan fikirlerden kaynaklandığını, bu fikirlerin susturulması gerektiğini” ifade etmiş, “aksi takdirde iki ülke arasındaki ilişkilerde kalıcı sorunlar ortaya çıkabileceğini” belirtip, "Kamuoyunda bu yıl başlarında ABD şirketlerine karşı yapılan boykot çağrıları gibi yanlış yönlendirilmiş fikirlere, çirkin başlarını kaldırdıkları zaman karşı konulmalı. Çünkü bunlar, gerçek ve kalıcı zarar verebilirler" sözleriyle boykot kampanyalarından duyduğu rahatsızlığını dile getirmişti.

Evet, boykotun zalimlere “gerçek ve kalıcı zararlar verebileceğini” onlar biliyor ve ifade ediyorlar, fakat biz bu gerçeğin maalesef çok farkında değiliz. Boykot kampanyaları yaparken bile, netice alma kararlılığından çok, “karınca kararınca” şeklinde ifade ettiğimiz baştan kaybetmişlik psikolojisi ile hareket ediyoruz.

22 aydır devam eden Gazze soykırımı sürecinde başlatılan boykot kampanyalarının, soykırımın finansörü Amerikan/siyonist firma ve markaları ne kadar paniklettiğini, reklama harcadıkları devasa bütçelerden ve sürekli gerçekleştirdikleri indirim kampanyalarından anlamak mümkün.

Muhtemelen öngörüleri ve stratejileri şu: Reklam ve indirimlerle bu boykot dalgasının etkisini azaltmaya çalışarak bu dönemde ayakta kalmak ve boykot dalgasının hafiflemesini beklemek.

İşte bize düşen, boykot dalgasının hafiflemesine izin vermemek ve boykotu konjonktürel bir tepki biçimi olmaktan çıkarıp, imani, stratejik kalıcı bir tutuma kavuşturmaktır. Bunu başardığımızda, zalimlerin finansörü kanlı markaların zayıfladığını ve bir kısmının ayakta kalma imkânı bulamayacağını görebileceğiz.

Asgari İnsani, Bizim İçinse İmani Bir Mükellefiyet

Çeşitli kesimlerden insanlara şu soruyu soruyorum: “Çocuğunuzu azarlayan bir bakkaldan alışveriş yapmaya devam eder misiniz?” Cevap hep “Tabii ki hayır” şeklinde oluyor. Kendi çocuğunun sadece azarlanması karşısında bile bakkalı boykot edecek olan bir kimsenin 18 bin çocuğun katillerini ve onları finanse eden kanlı markaları boykot etmemesi, insanlık vasfından uzaklaşma değilse nedir?

Siyonazi çetesine mali destek verdiklerini alenen açıklayan kola markalarını, deterjan markalarını, fast-food ve kahve markalarını vb boykot etmeyenler, onlar eliyle soykırımcı işgal ordusuna maddi yardımda bulunmuş olmaktadırlar.

Yüce Rabbimiz Hud sûresi 113. ayet-i kerimede “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur…” buyurmaktadır. Zalimlere meyletme konusunda bile ateş azabı ikazında bulunan Rabbimiz, zalimlerin kanlı markalarının müşterisi olarak onlara maddi destekte bulunmayı nasıl karşılayacaktır?

Evet, boykot asgari olarak insani bir yükümlülüktür. Bununla birlikte kendisini Müslüman olarak nitelendiren insanlar açısından bunun da ötesinde imani bir yükümlülüktür. Zira iman, zalimlerden beri olmayı, onların karşısında yer almayı ve onların kanlı tahtlarını ortadan kaldırarak yeryüzünde İslam’ın merhamet ve adaletini egemen kılmayı vazetmektedir.

Zalimlere karşı olmanın, onların karşısında yer almanın asgari boyutu, onları maddi olarak ayakta tutan ürünlerini boykot etmektir. Bu anlamda boykot, taraf olmak demektir. Zalimlere, katillere karşı haktan ve haklıdan, mazlumdan yana taraf olmak…

İnsanın insan olmaktan kaynaklanan mükellefiyetleri vardır. Diğer insanların ve yanı sıra nebatat ve hayvanatın hukukunu gözetmek, kimseye haksızlık yapmamak, haklının yanında haksızın karşısında olmak, insanlarla iyi geçinmeye çalışmak, insanlara rahatsızlık vermekten kaçınmak gibi…

Zulüm ve haksızlık kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun zulme ve haksızlığa karşı olmak da temel insani sorumluluklardandır. Yıllar önce Gazze’de bir Filistinlinin evini yıkmaya çalışan işgalci siyonazi buldozerine karşı direnmeye çalışırken o buldozer tarafından ezilerek katledilen Amerikalı aktivist Rachel Corrie’nin ifadesiyle “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyebilmektir insan olmak.

İşte burası, beşer olmakla insan olmanın farklılaştığı noktadır.

Yanı başında cinayet işlenirken buna seyirci kalan bir kimse, bu anlamda insan olmanın asgari şartlarını yerine getirmemiş demektir. Tolstoy’un “Acı duyabiliyorsan canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın” sözü bu gerçeği gayet veciz şekilde ifade etmektedir.

Gazze’de 22 aydır devam eden bir soykırım var. İnsanlık tarihinin gördüğü en vahşi soykırımlardan biri yaşanıyor, 2 milyon insanın yaşadığı Gazze’de. Genosid ve Holokaust (Jenosid ve Holokost) şeklinde iki temel soykırım tanımı var bugün literatürde ve Gazze’de yaşananlar her iki soykırım suçunu da kapsıyor.

Jenosid, bir halkı toptan yok etmeye çalışmak demek. Holokost ise, bir halkı yakarak yok etmeye çalışmak demek. Gazze’de her iki soykırım çeşidi de 22 aydır devam ediyor. Küçücük bir kara parçasına sıkıştırılmış 2 milyon insan bir taraftan 20 yıldır devam eden ve son 22 aydır tamamen ölümcül hale getirilen bir ambargo altında açlığa ve yokluğa mahkûm edilerek, diğer yandan on binlerce ton bombalarla parçalanarak ve çadırlarıyla birlikte diri diri yakılarak katlediliyor.

Tüm bunlar 22 aydır canlı yayında tüm insanlığın gözü önünde yaşanıyor. İnsanlık, maalesef emperyalizm ve siyonizmin elinde esir halde bulunuyor ve bu soykırımı durduracak bir irade ortaya koymuyor.

Oysa Mekke’de, Rasulullah (a.s.), beraberindeki müminler ve onları himaye eden Haşimoğulları’na karşı müşrik egemenlerce başlatılan ambargo, yine bizzat kimi müşrik Mekkelilerin itiraz ve insiyatifi neticesi sonlandırılmıştı.

Kısacası bugün insanlık, insaniyet ve vicdan konusunda Mekkeli müşriklerden dahi geride bulunuyor. Oysa devletlerin ve halkların Gazze’deki soykırımı engelleme noktasında ellerinde çeşitli imkânlar bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki ne devletler ne de halklar, insani ve vicdani yükümlülüklerini üstlenmiyorlar.

Sadece boykot konusunda devletler ve haklar üzerlerine düşeni yapacak olsa, ABD emperyalizmi ve siyonizmin Gazze’deki soykırımı sürdürme takati kalmayacaktır. Siyasi ve askeri fiili müdahalelerde bulunmaktan söz etmiyoruz bakın, sadece boykot sorumluluğu yerine getirilecek olsa, insanlık düşmanı soykırımcı emperyalizm ve siyonizm dize getirilebilecektir.

Lakin bu asgari insani yükümlülük bile yerine getirilmemekte, böylece soykırıma paydaşlık etme durumuna düşülmektedir.

Bugün yeryüzü jandarmalığına soyunmuş olan ve Gazze’deki soykırımın da bir numaralı sorumlusu durumunda bulunan Amerikan emperyalizmi ve onun bölgemizdeki işgal aparatı siyonazi çetesi, gücünü tüm dünyayı ahtapot gibi sarmış olan küresel şirket ve markalardan almaktadır.

Sadece İslam ülkesi olarak nitelenen bölge ülkeleri devlet ve halk nezdinde bu kanlı şirket ve markaları boykot edecek olsa, bu insanlık düşmanı zalimler kanlı savaş ve soykırımlarını finanse etme imkânı bulamayacaktır.

Bu noktada boykotun sadece “satın almama” boyutunda kalmayıp, tedarik zincirlerinde kanlı markaların dolaşımına engel olacak şekilde toptan ve perakende esnafının da “satmama” şeklindeki tutumuyla kurumsal bir tavır haline getirilmesi ve “pazara kadar değil mezara kadar” bilinciyle stratejik bir duruşa dönüştürülmesi gerekmektedir. Ki bu, imanımızın bir gereğidir.

Bakınız sadece, Gazze soykırımının başat sorumlusu Amerikan emperyalizminin sembol markası malum kanlı içeceğe yönelik, satmama ve satın almama boyutuyla sıkı bir boykot uygulayabilsek, bu kanlı markanın Türkiye ve bölge ülkelerinde tutunma imkânı ortadan kalkacak olsa inanın ki bu soykırım devam etmez.

Onlar için “hurma ağaçları” her şeylerinden daha kıymetlidir. Onları kaybedeceklerini anladıkları an o müstekbir kalelerinden inip zulüm mızraklarını gömeceklerdir. Bu itibarla boykotun önemini kavramak ve onu stratejik bir tutuma dönüştürmek zorundayız.

Hayat bizim için iman ve cihadsa şayet, boykot mükellefiyetinin iman ve cihadın önemli bir cüzü olduğunu anlamamız gerekir.


[1] Bkz: Âl-i İmran, 3/19, 85 vb ayetler.

[2] Bkz: Bakara, 2/63; Meryem, 19/12,

[3] Çelebi! Böyle Olur Bizde Boykot Dediğin, İbrahim Kiras, Karar Gazetesi, 16 Kasım 2023

[4] https://iktibasdergisi.com/2025/08/22/boycott-kelimesinin-kokeni-irlandadan

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Eylül 2025 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN