ÜMMETLEŞME Mİ, ULUSLAŞMA VE APARATLAŞMA MI?

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

12-07-2025 21:56


ÜMMETLEŞME Mİ, ULUSLAŞMA VE APARATLAŞMA MI?

Şükrü Hüseyinoğlu

İslam dünyasındaki halklar olarak önümüzde çok açık ve keskin bir yol ayrımı var: Ümmetleşme ya da uluslaşma ve aparatlaşma…

Ümmetleşme, özgünlüğü ve özgürlüğü, uluslaşma ise uydulaşmayı, aparatlaşıp köleleşmeyi ifade etmektedir.

Uzun bir tarih kesitinde sembolik de olsa Müslümanların siyasi birliğini temsil etmiş olan Osmanlı’nın içtimai ve siyasi yapısının, İngiliz emperyalizminin bölgeye yönelik emelleri çerçevesinde 19. asırda başlayıp 20. asrın başında netice veren yıkıcı faaliyetlerle yıkılmasıyla yerine ikame edilen ulus ve ulus-devlet yapılarının mahiyeti ve işlevi ortadadır.

Ulus-devletlerin neticede birer “aparat” işlevi görmesi sadece emperyalist devletlerin güdümündeki uydu rejimler için geçerli bir durum değildir. Bizatihi emperyalist devletler de, kapitalist sermaye ve tiröstlerin birer aparatıdırlar ve zaten bunun için kurgulanıp var edilmişlerdir.

20 aylık Gazze süreci, ümmetten ulusa ve sembolik de olsa Hilafet’ten ulus-devletlere giden yolun habis taşlarının İngiliz emperyalizmi tarafından niçin döşenmiş olduğunu son derece müşahhas olarak bir kez daha bize göstermiştir.

Bugün “İsrail”in sınırları Kahire’den, Amman’dan, Riyad’dan, Dubai’den, Kürecik’in bulunduğu Malatya’dan, İncirlik ve Bakü-Ceyhan’ın bulunduğu Adana’dan, Ambarlı Limanı’nın yer aldığı İstanbul’dan başlıyorsa, uluslaşma ve ulus-devletleşmenin aslında bir aparatlaşma olduğunu uzun uzadıya izaha gerek yoktur.

İslam coğrafyasında Osmanlı sonrası dönemde İngiliz ve Fransız emperyalizminin, sınırlarını cetvelle çizerek masa başında oluşturduğu bölgedeki ulus-devletleri zaman zaman “İngiliz Genel Valiliği” olarak niteliyor olmamız acı bir gerçeğin ifadesidir ve bugün Gazze sürecinde bu acı gerçeğin neticelerini çok yakıcı bir şekilde müşahede etmekteyiz.

Emperyalist güçlerin günübirlik planlar değil, asırlık planlar yaparak hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik adımlar attıklarını biliyoruz. İşte 19. asrın ikinci yarısından itibaren Filistin’de bir “Yahudi devleti” kurma kararı vermiş olan İngiliz emperyalizmi, bu hedefi gerçekleştirmek ve sürekliliğini sağlamak için, bir taraftan “siyonist proje”yi planlarken diğer taraftan bu hedefin önündeki en önemli engel teşkil eden Osmanlı devletini parçalayıp yıkmaya yönelik planlar geliştirmiştir.

Bunun için başvurdukları en etkili enstrümanın ise İslam dünyasına ve hassaten Osmanlı’ya nationalism/ulusçuluk ideolojisinin ithali olmuştur.

Balkanlar’dan “Arnavut milliyetçiliği” gibi akımlarla başlayan/başlatılan çözülme, Osmanlı genelinde “anâsır-ı İslam”ı, ulusçuluk üzerinden ümmet bilinci ve bütünlüğünden önce duygu ve düşünce planında ardından fiilen koparma faaliyetleriyle devam etti ve maalesef hedefine de ulaştı.

Kendisi de bir Arnavut olan Kur’an şairi Akif’in şu mısraları, bu çözülmeye karşı bir mü’min bilincin feryadı ifade ediyordu:

 “Hani milliyetin İslâm idi? Kavmiyyet ne?

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine!

Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?

Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri.

Arab'ın Türk'e, Laz'ın Çerkez'e yahud Kürd'e,

Acem'in Çinliye rüçhanı mı varmış, nerede?

Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?

Fikrî kavmiyyeti tel'in ediyor Peygamber…

Medeniyyet size çoktan beridir diş biliyor,

Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken hâlâ,

Ne bu şûride siyaset, ne bu fasîd da'vâ…

Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavud'um,

Başka bir şey diyemem, işte perîşan yurdum.”[1]

Osmanlı özelinde İslam coğrafyasında ulusçuluk akımının doğal etkileşim yollarıyla değil, bir emperyalist “böl, parçala, yut” projesinin parçası olarak zemin bulduğu gerçeğinin en müşahhas kanıtı, Türk, Arap ve Kürt ulusçuluğunun/milliyetçiliğinin ideolojik ve içtimai temellerinin atılmasında öncü rolü oynamış üç sembol isimdir: Moiz Kohen, Edward Lawrence, Edward Noel.

Hahamlık eğitimi almış bir Selanik Yahudisi olan Moiz Kohen, Türkçülük ve Kemalizm ideolojilerinin başat ideologlarından biridir. 1883 Selanik doğumlu olan Kohen, 1961’de Fransa’nın Nice kentinde öldü ve Yahudi mezarlığına gömüldü.

“(Munis) Tekinalp” müstearıyla yazdığı köşe yazısı ve kitaplarla sıkı bir Kemalizm ve Pantürkizm misyoneri işlevi gördü. Wikipedia’daki şu satırlar, konuyla ilgili başka söze hacet bırakmayacak nitelikte:

“Türk milliyetçiliğinin savunucularından biri ve Pantürkizmin ideologlarından biri olacaktı. 1923'ten sonra Kemalizm'in tutkulu bir ideoloğu oldu ve bu konuda standart bir eser yazdı.”

“Türk Ruhu”, “Kemalizm”, “Türk’ün Yeni Âmentüsü” gibi kitaplar kaleme aldı ve gerek köşe yazılarını gerekse kitaplarını Yahudi ismiyle değil, “Tekinalp” müstearıyla yayınladı.

Edward Lawrence, ma’lum İngiliz istihbarat subayı. Arapları Osmanlı birliğinden koparmak ve bunun için de onlarda “Arapçılık şuuru” uyandırmak için Arabistan ve çevresinde faaliyetlerde bulunmuş ve görevini de bihakkın yerine getirmiş bir istihbaratçı olarak tarihe geçmiştir.

Edward Noel ise, tam anlamıyla Lawrence’ın “Kürt masası” versiyonudur. O da bir İngiliz istihbarat subayıdır ve 1918’deki Mondros Mütarekesi sonrası Kürt illerinde beraberindeki istihbaratçı askerlerle birlikte dolaşarak Kürtler arasında “Kürtçülük şuuru” oluşturmaya ve Kürt ulusçuluğu akımını güçlendirmeye çalışmıştır.

Anâsır-ı İslam (İslam milletinin unsurları, onu teşkil eden kavimler) arasına ekilen bu zehirli tohumlar maalesef acı meyvelerini vermiş ve “İslam milleti” kısa zaman içinde önce duygu ve düşünce planında sonrasında ise fiilen “Türk milleti”, “Arap milleti”, Kürt milleti” gibi ulus eksenli parçalara ayrılma yoluna girmiştir.

Kısacası şeytani İngiliz/Yahudi aklı, habis planlarında başarıya ulaşmış, ümmet yapısını parçalamaya ve ümmet çatısını (Hilafet) yıkmaya muvaffak olmuştur.

Şas b. Kays Başaramamıştı

AslındaMoiz Kohen, Edward Lawrence ve Edward Noel gibi isimler üzerinden sahneye konan bu habis planlar yeni değildi. Öyle ki henüz ilk İslam devletinin kurulup o güne kadar birbirine düşman olan farklı kavim ve kabileler arasında “ümmet birliğinin” teşkil edildiği Medine’de Yahudiler tarafından benzer bir plan uygulanmak, kabilevi kimlikler tahrik edilerek ümmet birliği yok edilmek istenmişti.

Şas b. Kays, Medine’deki üç büyük Yahudi kabilesinden biri ve sonrasında Medine’den ilk uzaklaştırılanı olan Beni Kaynuka Yahudilerinin önde gelen hahamlarından biriydi. Yahudiler, İslam öncesi dönemde iki büyük Arap kabilesi Evs ve Hazrec arasındaki ihtilaf ve çatışmadan büyük siyasi çıkar elde ediyor, bu çatışma sayesinde Medine’de söz sahibi olabiliyorlardı.

İslam’ın önce içtimai, ardından da siyasi olarak Medine’ye egemen olmasıyla Evs ve Hazrec artık hasım kabileler değil, İslam kardeşliği zemininde hısım kabileler olarak İslam toplumunun ana gövdesini teşkil ediyorlardı.

Tabi bu durum Yahudileri çok rahatsız ediyor, Evs ve Hazrec’in birbirine hasım olduğu ver bu hasımlık sebebiyle Yahudi kabileleriyle birbirlerine karşı müttefik olmak durumunda kaldıkları günleri özlüyorlardı.

Bir gün yine Evs ve Hazrec’den (Ensar’dan) Müslümanları Medine’de oturmuş birbirleriyle hoşbeş ederken görünce zihninde habis bir plan yapar ve bu planı uygulamak için de Yahudi bir genci çağırır.

Yahudi genç Evs ve Hazrec’ten Müslümanların hoşbeş meclisine ortak olacak ve sözü bir şekilde cahiliye dönemindeki Buas savaşına (Yevmu Buas / Buas Günü) getirerek eski yaraları kaşıyacaktı. Böylece İslam’la çöl kumlarına gömülmüş olan cahiliye asabiyeti, kabilecilik damarını diriltmeye çalışacaktı.

Plan uygulamaya konuldu, Yahudi genç gidip sözü bir şekilde Buas’a getirmeyi başardı ve Evs ve Hazrec arasındaki Buas yarası çok derin olduğu için yara kanamaya başladı. Evsli Müslümanlarla Hazrecli Müslümanlar, Şas b. Kays’ın planından habersiz olarak Buas Günü üzerine tartışmaya başladı, öyle ki mesele fiziki cedel boyutuna vardı.

İslam’ın kardeş kıldığı iki topluluğun fertleri yeniden cahiliye asabiyetinin etkisi altına girmiş, birbirlerini tartaklama aşamasına gelmişlerdi. IOrada bulunan akl-ı selim sahibi bazı Müslümanlar hemen koşup meseleyi Rasulullah (a.s.)’a bildirdiler ve olaya müdahil olmasını istediler.

Olay yerine gelen Rasulullah, “Ben aranızda olduğum halde cahiliye âdetlerine mi yöneliyorsunuz” şeklinde ikazda bulunarak her iki topluluğu da içine düştükleri yanlıştan tevbeye dâvet etti ve mesele suhûletle kapatıldı.

Yukarıda mısralarına yer verdiğimiz Mehmed Akif gibi Müslümanların 19. asrın sonu ve 20. asrın başında emperyalist ve siyonist emeller çerçevesinde ümmet birliğini hedef alan ulusçuluk fitnesine karşı ikazları da, Rasulullah (a.s.)’ın Evs ve Hazrec’e yönelik ikazlarının bir benzerini teşkil ediyordu.

Lakin ümmet bilinç ve yapısı zayıflamış, buna karşı küfür cephesi güçlenmişti ve neticede onların habis planları başarıya ulaştı, ümmet paramparça edildi, İslam coğrafyası İngiliz/Fransız emperyalizminin masasında sınırları cetvelle çizilen uydu devletlere bölündü ve böylece emperyalizm ve siyonizmin İslam coğrafyasında yerleşik hale gelmesine zemin hazırlandı.

Bugün Türkiye dahil bölge ülkelerinde onlarca Amerikan işgal üssü varsa, bugün ABD ve İngiltere’nin bölgedeki en büyük işgal üssü olan siyonist gasp rejimi bizzat bölge ülkeleri tarafından korunup kollanıyorsa, bunun temelinde 19. asrın sonu, 20. asır başında modern dönemin “Şas b. Kays planı” olarak vizyona konan uluslaşma ve ulus-devletleşme plan-projeleri vardır.

Bu plan-projelerle, emperyalizm ve onun bölgeye yönelik kalıcı işgal planının bir parçası olan siyonizm son derece kullanışlı aparatlar elde etmişlerdir.

Türkiye’de Gazze için sınıra dayanma eylemlerinde de gördüğümüz ve son olarak “Küresel Gazze Yürüyüşü” misalinde de gördüğümüz üzere, bugün siyonist gasp ve işgal rejiminin korunup kollanması “misyonu” Mısır’ın, Ürdün’ün, Türkiye’nin, Libya’nın vs sınırlarından başlıyorsa, emperyalizm ve siyonizmin “aparat siyaseti” kurgulandığı gibi işlevini yerine getirmeye devam ediyor demektir.

Bu aparatlaşma zilletinden kurtulma ve yeniden izzeti kazanmanın yolu ise, tabii ki yeniden ümmetleşmekten geçmektedir.

Hal bu iken, Suriye sürecinde gördüğümüz gibi İran’a yönelik 12 gün süren ABD-Siyonist işgal saldırıları sürecinde bir kez daha gördük ki, Kürtler arasında önemli bir kitle ABD-siyonist işgal saldırganlığının bir parçası olarak uluslaşma ve ulus-devletleşme hayaline kapılmış durumda.

Ulus-devlet elde etme karşılığı emperyalizm ve siyonizmin aparatı olmaya teşne bir yaklaşımın Kürtler arasında bu kadar kolay zemin bulması doğrusu şaşırtıcı.

Emperyalizmin ve siyonizmin asırlık aparatları olan mevcut ulus-devletlerin Kürtlere yönelik inkârcı-asimilasyoncu zulüm politikaları, bu aparatlaşma şehvetine gerekçe olamaz. Zira yerel köleleştirme politikalarını haklı olarak reddedip, buna karşın küresel köleleştirme politikalarına asker yazılmak, insan onur ve haysiyetiyle asla bağdaştırılamaz.

Kürtler arasında kendini gösteren bu aparatlaşma yönelimine bizatihi Kürtler tarafından güçlü bir karşı duruş geliştirilmesi gerekir. Mevcut durumda bu yönelimle mücadele eden izzet ve onur sahibi Kürtler ve Kürt hareketleri bulunmakla birlikte, maalesef sesi daha gür çıkan taraf, aparatlaşmaya teşne olan taraftır.

Oysa Kürtlerin şu gerçeği görmesi gerekir ki, biz Türkler, Araplar uluslaştık, ulus-devlete sahip olduk da ne oldu, başımız göğe mi erdi? İşte Gazze meselesi, mevc ut ulus ve ulus-devletlerin aslında birer aparat olduğunu çok açık, müşahhas şekilde b ir kez daha ortaya koymuş oldu.

Netice-i kelam, Müslümanlar olarak, bölge halkların olarak, yeniden ümmetleşmekten başka çıkar yolumuz, izzet menzilimiz yoktur.


[1] Safahat, Süleymaniye Kürsüsünden, Mehmed Akif

(Not: Bu makale İktibas Dergisi Ağustos 2025 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN