Bayram KÜÇÜK

05 Şubat 2007

ÇUVALA HAPSOLMAK

ÇUVALA HAPSOLMAK

 

Hayattaki kargaşayı engellemek için çaba göstermekten kaçınan insan ne kadar kaprisli, ne kadar önde olma sevdalısı, her şeyin iyisine ulaşma isteklisi, adeta mükemmelliklerin merkezi…

 

Sonra; uzun bir hayat maratonunun ardından vardığı nokta aslında başladığı nokta.

İnsanın, hayatta korktuğu şeylerle karşılaşmamak için kendine kazandırmaya çalıştığı bir takım özellikler, zamanla kişilik saplantıları haline dönüşüyor. Kendini toplum içinde öz benliğiyle ifade edememek insanı belki de böyle bir şeye sürüklüyor. İnsan, doğal olarak bir takım özellikler kazanma yoluna giderken, arkasından avukat mühendis öğretmen vs. olmakla kendini ifade etmeye çalışmakta hatta bununla da yetinmeyerek yüksek lisans, doktora, akademik kariyer yapacağım diyerek ömrünü zırvalıklarla geçirmekte bu kısırdöngünün sonucu olarak ta hayatın gerçeklerinden uzak zırva bir insan tipi ortaya çıkmakta...

 

Evet, insan, hayattan silinmekten ya da hayatın belli dönemlerinde belli yerlerde olamamaktan korkar hale geldi. İyi ya da kötü kelimelerinin unutulduğu bir zamanda iyilik yapmanın ya da kötülüğe karşı koymanın ne anlama geldiğinin unutulduğu bir hayat… bunları artık birçok insanın yaşamında görebiliriz.

 

Gençliğinde eli ayağı tutan, güçlü olan, iyi eğitim almış insan, birçok şeyi bildiğini ve anladığını söyler ve kendine o kadar güvenir ki kendi aklı içindeki parametrelerde yanlış düşünme ve yanlış yapma olasılığı çok azdır. Ama hayatta bilmesi gerektiğine inandığı bilgiyi, yaşı ilerleyince yaşlanmaya başlayınca bilmediğini anlar ve düşünmeye başlar.

 

Dikkat ederseniz ihtiyarlayan birçok insan hayatının nasıl ve ne şekilde geçtiğini anlamadığını söyleyip durur. Hatta   ‘’genç olsam‘’ geriye dönük yapamadığım fiilleri yapsam, zaman su gibi geçti der. Sanki hiç genç bir insan olmamış hep ihtiyar doğmuş ve yaşamış gibi hayıflanır ve bu hayıflanmaya hey gidi yıllar hey! nidası eklenir... Bu his aslında birçok insanın tüm hayatının her anını kaplar. Zaman, insan için gelip geçse de insanın içinde bulunduğu an zamanın her anıymış gibidir sanki hep o hali ile yaşamış, hiç öncesi olmamış ve sonrası olmayacakmış gibi.

 

Ve insan, dünya içinde ki cemaat ve cemiyetlerde varlığını sürdürebilmek için, hiyerarşik yalakalığa dayalı seküler bir çuvalın içinde absürt bir biçimde kendini bulur...  

 

Kendimi mi ifade etsem,

kendimi ifade edecek bir şey mi seçsem

ya da bir şeylere bürünsem.    

 

Çuvala sarmalanmış anlamsız insan, 20. yüzyılda insanlar arasındaki ilişkilerin adalete değil güç ve kuvvete dayandığının bir göstergesidir. Modern çağdaki materyalist felsefe, insanı, tüm insanı değerlerden uzaklaştırırken, bilgelik ve erdemden de yoksun bırakmıştır. İnsanlardaki kazanma hırsı ve kazandığını kaybetme korkusu yaşamdaki sosyal dengeyi de bozmuştur. Hâlbuki zaman ve mekân üstü olan Allah, herkesin ve her şeyin sahibi olduğunu söylemişti. Yaratan, yarattığını sevdi ve ona tüm sıfatlarını gören bir gözle gösterdi, işiten bir kulakla duyurdu. Ve insan yaratıcısına böylece söz vermişti.

 

Ama yeryüzüne inişin ardından insanın ceberrutluğu ve isyanı da kendini göstermeye başladı. Fesad çıkardı, kardeşini katletti. Kimi zaman da o kadar alçak gönüllü ve tevazu sahibi oldu ki bunu sevginin saygının bir gereği olarak değil, çevresindeki insanları etki alanına alabilmenin bir yolu olarak kullandı.