Bayram KÜÇÜK

17 Şubat 2009

BOYKOT: PEKİ BİZİM MARKALAR NEREDE?

İsrail’in, ABD’nin de desteğini arkasına alarak Filistin’de gerçekleştirdiği katliamların ardından, gerek internet gerekse basın yoluyla yayılan boykot listelerine bakıyorum. Baktığım her marka ve her ürün bizim hayatımıza girmiş, yaşamımızın bir köşesinde yer bulmuş. Birkaç arkadaşım şöyle sordu; “İyi de biz ne kullanacağız?” Cevabı zor ama insanı yapıcı olmaya sürükleyen sorunun ardından bu ürünlerin alternatifleri var mı diye düşünmeye başladım, boykot edilen ürünlerin, alternatifleri diyebileceğimiz ürünlerin yine bir bölümü Müslümanlara ait değil. Dünya üzerinde Müslümanların ürettiği marka sayısı az.

 

İş, Müslümanların alternatiflerini üretmesi gerektiğine gelip dayanıyor. İstenilen yaşamdan gerçek yaşama dönünce, her şeyin farklılaştığını görüyoruz. Boykot edilmesini istediğiniz ürünleri yetmiş iki milyon nüfuslu bir ülkeye, onunda ötesinde bir buçuk milyar olduğu söylenen İslam dünyasına nasıl kabul ettirip uygulamaya sokacaksınız, Müslümanların burada durup biraz düşünmesi gerektiğini söylemeliyim. 

 

Her ne kadar ABD ve İsrail ürünlerinin boykot edilmesi için çaba sarf edilse de bir zaman sonra bu ürünlerin kullanımına devam edilecektir.

 

Bu hassasiyetin korunup devam ettirilebilmesi için, boykot edilen ürünlerin alternatiflerinin Müslümanlar tarafından üretilmesi, markalaştırılması ve dünya piyasasına çıkarılması gerekmektedir. Bu da, anlık reflekslerinde ötesinde, uzun ve sabırlı bir çalışma yapmamız gerektiğini gösteriyor.

 

Burada “üretmek” kelimesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum, özellikle de bu süreçte herkes kendine dönüp sormalı: Ne üretiyorum ya da ne üretebilirim? Milyon metre kare coğrafyamızda çeşitli alanlardaki üretim ve tarım, düşüncesizliğimizden, tembelliğimizden, çalışmadan zengin olma arzumuzdan, dibe vurmuş durumda. Tabi bunda basın yayın organlarının ve eğitim sisteminin çok büyük etkisi, rolü bulunmaktadır, bu da işin ayrı bir boyutu.

 

Yaşadığımız coğrafyada üretilen, yerli malı diyebileceğimiz bazı ürün ve markalar, yabancı sermayenin ortaklığıyla yürüyor. Yabancı sermaye, doğrudan kendi markalarını satmakla birlikte buradaki bazı markalara ortak olup alternatif olabilecek çalışmaların da dolaylı olarak önünü kapatıyor. Türkiye ve İslam dünyası kapitalizmin kıskacından, istilasından kurtulamıyor.

Türkiye’de, yabancı sermayenin ortaklı olduğu basın yayın organlarına baktığımızda, yapılan yayınla, yayınlanan reklâmların paralel olduğunu görürüz. Bu ilişki, sermaye, marka, iletişim araçları, şeklinde hareket eder ve toplumu, tüketime zorlayan, sömürmeye ve kontrol etmeye dönük bir ilişkidir. Siyonistler, boykot edilen mallarını satmak için sadece belli başlı yayın organlarını değil, birçok basın yayın organını da kullanmaktadırlar, kullanmaya da devam edeceklerdir.

 

Siyonist ve Avrupalı kapitalist lobinin, sitemli ve organizeli çalışmasının ardından en tabi ve temel ürünlerimizin, tohumlarını ve hammaddelerini dışardan alır hale geldik. Koca coğrafyamızda tohum üretemeyip İsrail’den ithal ettik. Siyonistlerin işgal ettiği topraklardan elde ettiği tohumları Türkiye’ye ve dünyanın birçok ülkesine satmasına şaşırmamak ve bunu çok ciddi manada irdelemek, altında yatan sebepleri araştırmak gerekiyor. (?)

 

Son yıllarda yapılan çalışmalar bir kenara, yıllardır IMF’den alıp bir takım alanlara ve savunma sanayine harcadığımız paraların hesabını yapmak gerçekten çok zor. Otomotiv sektöründe yıllar önce yapılan, “Devrim” adlı otomobil, tek bir örnek ve klasik olarak, (övünç kaynağımız!) saklanmaya devam ediyor. Üçüncü dünya şeklinde sınıflandırılan ve ciddi savaşlar geçirmiş birçok ülke, kendi silahını, otomobilini yaparken, yaptığı uydusunu uzaya fırlatırken, ürettiğini dünyaya pazarlama gayretindeyken, tahrip edilmiş tarihimiz içinde, cımbızla çekilmiş zaferlerle övünmeye ve kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.

 

Geriye söylenecek tek söz kalıyor; Gerçeklerle yüzleşip, vahyin kılavuzluğunda çok çalışmamız gerek çok…

 

“Gelecek, çalışan neslindir.”

 

Selam ve muhabbetle…