12-06-2012 11:02

İLKAV`da Suriye konusu konuşuldu

Suriye`de yaşanan hadiseler, `Ayaklanma, Katliam ve Sorumluluklarımız` başlığıyla İLKAV`ın Cuma konferansında ele alındı.

İLKAV`da Suriye konusu konuşuldu

Osman Yıldız’ın sorularıyla yönlendirdiği veSuriyeli İmad Ahmet Tercüman tarafından yapılan konuşmada ve gösterilen videoda, Suriye’deki adalet talepli halk ayaklanmasının tarihsel arka planı ve son ayaklanma sürecinde çocuk ve kadınlar da dahil masum halka yönelik vahşi şiddet ve katliamlar belgeleriyle ortaya kondu.

Halka yönelik bombalama ve katliam görüntülerini muhtevi video gösterisini müteakiben  söz alan İLKAV Başkanı Mehmet Pamak ise, “Bu vahşet görüntüleri fazla söze gerek bırakmayacak derecede açık bir zulüm ve katliamın sürdüğünü ortaya koyuyor” diyerek söze başladı, İran ve Türkiye hükümetlerinin ve akredite İslami kuruluşların, bu çevrelerdeki Müslüman aydın, yazar ve kanaat önderlerinin sorumluluklarını ve bunun yerine getirmedikleri takdirdeki veballerini bir daha hatırlattı.

ilkav-suriye2.jpg

İmad Ahmet Tercüman’ın konuşması:

Suriye’deki ayaklanmaları hazırlayan süreç ve arka planı

Malumunuz 2010 yılının sonlarında Tunus’ta başlayan ve sıra ile Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’ye yayılan ve ‘‘Arap Baharı’’ olarak adlandırılan halk ayaklanmaları başlamıştır. On yıllardır diktatör ve despot yönetimlerin baskısı altında inleyen Arap ve Müslüman halklar, artık yüreklerindeki korkularını atmışlar ve insanlıklarını haykırmaya başlamışlardır.

Bugün Suriye’den bahsedeceğiz. Ne oldu da Suriye ve Suriyeliler bu hale geldi? Sıkıntıları neydi? Orası bir cumhuriyet değil mi? Bu yönetimi ve yöneticileri kendileri seçmemiş miydi? Ne eksikleri var? Hangi özgürlükleri kısıtlıydı? Bu sorulara cevap ararken biraz yakın tarihe, biraz da halkın yapısına ve yönetimin özelliklerine göz atmak lazım…

Suriye Yönetimlerinin Tarihçesi

Suriye ve Şam bölgesi halife Ebubekir (R.A.) zamanında “Yermuk” Savaşından sonra İslam’a girmiş ve o günden beri İslam’ın yaşandığı topraklardan olmaya devam etmiştir. Şam, Emevi Devletine başkentlik ettikten sonra, önce Abbasi ve daha sonra Osmanlı Devletinin vilayeti olarak tarihini yazmayı sürdürmüştür.

v Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı hilafetin kaldırılmasından sonra, sırası ile önce İngilizler daha sonra Fransızlar Suriye’yi yönetmiştir.

v 1946 yılında Fransız işgali bitmiş ve Suriye bağımsızlığını kazanmıştır. 1958 ve 1961 yılları arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında Mısır ile birleşen Suriye, 1961 yılında bir askeri darbe ile Birleşik Arap Cumhuriyetinden ayrılarak Suriye Arap Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Bu esnada Mısır’da bulunan ve subay olan Hafiz Esed, Mısır’da tutuklanmış ve daha sonra Suriye’de bulunan bazı Mısır’lı subaylar ile takas edilerek Suriye’ye iade edilmiş, fakat Suriye’nin Mısır’dan ayrılmasına karşı çıktığı için ordudan uzaklaştırılmıştır.  63 yılında diğer partileri al aşağı ederek, Baas partisi yönetime el koymuş ve partinin askeri heyeti başkanı Salah Cedid, sözde dava arkadaşı Hafız Esed’i geri orduya alarak rütbesini bir anda onbaşılıktan Orgeneralliğe terfi edip hava kuvvetleri komutanı yapmıştır. O zaman birçok Sünni subay ordudan uzaklaştırılmıştır. 66 yılında bu ekip askeri darbe yaparak demokratik yol ile seçilen hükümeti devirmiştir. Cedid başbakan, Esed ise milli savunma bakanı olmuştur. Özellikle 67’deki savaş mağlubiyetinden sonra, yavaş yavaş Cedid ve Esed arasında anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıştır. Çünkü Cedid, “Kuneytra” bölgesinin gerçekten düşmeden düştüğünü açıklayan ve kara harekatına hava desteğini kasden geciktiren milli savunma bakanlığını eleştirmiştir.

v 1970 yılında Cedid yönetimini askeri darbe ile deviren Esed, Kasım 1970’te başbakan ve milli savunma bakanı olmuştur. Mart 1971’de sahte bir referandum ile Suriye’nin ilk nusayri Cumhurbaşkanı olmuştur. Daha sonra yine aynı yöntem ile 78, 85, 92 ve 99 yıllarında tekrar cumhurbaşkanlığını sürdürmüştür. Haziran 2000 yılında kanser olan Hafız Esad vefat etmiştir. Bir ay içinde Beşşar Esed’in başkan olabilmesi için şunlar yapılmıştır;

·         Genelkurmay başkanı tayin edilebilmesi için rütbesi 3-4 rütbe birden ve istisnai bir karar ile yükseltilmiştir.

·         Baas partisine genel başkan seçilmiştir.

·         Anayasadaki yaş ile ilgili madde değiştirilerek, bildiğimiz tarzda bir referandum ile Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Nusayriler yönetime geldiğinden beri, hep kendi etnik grubunun mensuplarını her alanda güç sahibi yapmaya çalışmış ve ülkenin kilit noktalarına yerleştirip özellikle Sünni Müslümanları ezip aşağılamıştır. Ayrıca 1963’ten beri olağanüstü hali kullanarak Sünni Müslümanlara her türlü eziyeti etmişlerdir. Okullarda ve resmi dairelerde baş örtüsü yasağı, sakalını uzatan erkeklerin göz altına alınması ve bazı alimlerin eserlerinin bulundurulmasını suç saymak bu eziyetlerin bazılarıdır. Nusayriler tarafından yönetilen ve Muhabarat adı verilen, güvenlik ve istihbarat teşkilatını kurmuş ve ülkedeki her türlü güvenlik ve devlet kurumunu emrinin altına vermiştir.

Suriye’de eğer terzi dükkanı bile açacaksanız önce bu muhabarattan izin alacaksınız ve tabii ki ilgili birimdeki görevli nusayrilere rüşvet vermek zorundasınız. Dünyada rüşvetin olduğu birçok ülkede uygun olmayan işin hallolması için rüşvet verilirken, Suriye’de yasa ve kurallara tamamen uygun işinizi yürütebilmeniz için rüşvet vermek zorundasınız. 

Olağanüstü hal kanunu sayesinde bu muhabarat subay ve  görevlileri, şüphelendikleri her vatandaşı göz altına alabilir ve istediği kadar onu tutuklu tutabilir ve işkenceye tabi tutabilir. Ayrıca, yakınlarına akibeti ile ilgili bilgi verme zorunluluğu yoktur. Suriye hapishaneleri, 70 ve 80’lerde tutuklanıp bugüne kadar hiç haber alınamayan binlerce insan ile doludur. Aileleri onların canlı olup almadığını dahi bilmemektedir. Suriye’de yakını gözaltına alındıktan 10, 15, 20 yıl sonra ‘‘gelin cenazesini alın’’haberini alan çok aile vardır. Sunnilere ait binlerce, on binlerce dönüm çiftlik, bağ, bahçeyi ‘‘toprak işleyenindir’’ yasası ile nusayri işçilere zorla ve haksızca devredilmiştir.

v    1976 yılında Beyrut’un doğusunda bulunan “Tel Azzatar” adli Filistinli mülteci kampına saldırarak 6000’den fazla Filistinli öldürülmüştür. Bir yandan Esed’in ordusu karadan saldırırken, Filistin’li müslümanlar kaçamasın diye Israil, deniz botları batıdan kampı bombalıyordu.

v    Mart 1980’de oradaki üniversite öğrencilerinin yaptığı protestolardan sonra Cisrişşugur kenti, özel nusayri birlikler tarafından kuşatılmış, bomba ve füzeler ile saldırılmıştır. Üç gün suren kuşatma ve bombardımanda 100’den fazla kişi öldürülmüştür. O katliamdan kurtulan biri; annesinin gözü önünde, 6 aylık bir bebeğin vücudunun ikiye kesilerek ayrıldığını ve bunun üzerine annenin öldüğünü anlatmıştır.

v    Haziran 1980’de Hafiz Esed’in kardeşi Rifat Esed’e bağlı özel birliklerden 200 asker helikopterler ile Şamdan, Tadmur askeri hapishanesine intikal edip tutuklular üzerine bombalar atıp, makineli silahlar ile taramışlardır. Orada bulunan çoğu İhvan Müslimin mensubu 1100 müslüman genç öldürülmüştür. Ayrıca toplu mezarlara defnedilmiştir.

v    Ağustos 1980’de Ramazan Bayramı’nın ilk sabahı, Halep’in Maşarka semtinde nusayri özel birlikler bazı mahalle sakinlerini evlerinden, bazılarını da camiden zorla çıkararak Hanano mezarlığına götürmüştür. Orada, topladıkları 83 kişiyi çeşitli silahlar ile öldürmüştür.

Bütün bu katliamlar karşı görüşü susturmak, tüm halkı korkutmak için yapılmıştır. 49 sayılı kanun maddesini çıkarmış; ki bu maddeye göre “Ihvani Muslimin” hareketine mensup olan veya harekete yardim eden herkes idam ile yargılanabilmektedir.1982 yılının başında ‘’Müslüman Kardeşler Hareketi”nin mücadelesi zirveye ulaşmış ve nerede ise Hama kentinin kontrolünü ele geçirmişlerdi. Buna tahammül edemeyen katil Esed, Rusya’da binlerce müslümanı katleden Rus akıl hocalarının da tavsiyesi üzerine kardeşi Rıfat’a bu isyanı, ne pahasına olursa olsun bastırması için talimat verir. Rıfat özel nusayri birlikler ve komando birlikleri ile kenti iki güvenlik kuşağı ile kuşatmış ve şehrin elektrik ve suyunu kestikleri gibi, şehre gıda maddelerinin ve ilaçların girişini engellemiştir. 2 Şubat 1982’de şehre bombalar ve füzeler ile saldırı başlamış ve askeri birlikler semt ve mahallelere teker teker girip evlere girip içindekileri öldürmüştür. Şehirde bulunan 100 camiden 88’i yıkılmıştır. Şehirde 11 tutuklama ve infaz merkezi kurulmuştur. 40.000 kişi öldürülürken 15 binden fazla kişi göz altına alınmıştır. 150 binden fazla insan ülkenin diğer bölgelerine göç etmiştir. Ayrıca sünnilere ait 20 binden fazla eve el konup nusayri aileler yerleştirilmiştir.  Olayların maddi bilançosu ise 550 milyon dolardan fazladır.

Beşer Esed’in Oyunlarla İktidara Getirilmesi ve Zulmün Aynen Sürmesi

Haziran 2000 yılında baba Esed’in ölümünden sonra, oğul Esed’in başa gelmesi için daha önce de bahsettiğim gibi birçok hile ve jet hızı ile kanun değişiklikleri yapıldı. 2000 yılının Temmuz ayında mazlum Suriye halkının görmeye alışık olduğu gibi %99’luk bir referandum ile oğul Beşşar Esed başkanlık koltuğuna oturdu. 1994 yılında abisi Basil’in baba Esed’i şok eden ölümünden sonra veliaht olarak Beşşar’ı hazırlamaya başlamıştır. Ve daha o zaman İngiliz Times Dergisi Beşşar’ı geleceğin en büyük liderlerinden biri olarak takdim etmiştir. Bu zat daha o zamandan Suriye ve dünya kamuoyu gözünde allanıp pullanmaya çalışılmıştır. Oğul Esed 12 yıl önce yönetime geldiğinde; hep yeni bir sayfanın açıldığını, birçok alanda iyileştirme, özgürlük ve reform getireceğini her fırsatta dile getirse de, Suriyeliler 11 yıl sabır ile ve olgunluk ile beklemiş fakat, kayda değer hiçbir reformun gerçekleşmediğini görmüştür.

Olağanüstü hal devam etmekte, nusayri nüfuz sahipleri ve Muhabarat subayları güçlerine güç, servetlerine servet katmaya devam etmektedir. Ayni zamanda hala halkın temel sayılabilecek özgürlükleri elinden alınmaya devam etmektedir. Baba Esed’in döneminde tutuklanan çoğu sünni müslüman olan muhaliflerden hiçbir haber alınamadığı gibi, onlara yenileri eklenmiştir.

Ve tarihte tekerrürler vardır, bilirsiniz; 4 Temmuz 2008 sabahı 300-400 askeri polis, “Sednaya” askeri hapishanesine sevk edilmiş, arama yapma bahanesi ile orada bulunan tutuklulara türlü hakaret ve aşağılamalar yapmıştır. Suriye’nin mazlum halkı yıllar boyu bu tür aşağılamalara karşılık vermemeye alışmış fakat, bazı nusayri askerler mahkumların elinden aldığı Kuran-ı Kerimi yere atıp ayakları ile basınca mahkumlar dayanamayıp askerlerin üzerine Kuran-ı Kerimleri almak için yürümüştür. İŞTE O AN; hainlerin planı tuttu ve ateş açmak için bahaneleri doğmuştur. Daha sonra geçmişte alıştığımız sahne geri canlandı. Beşşar’ın kardeşi Mahir Esed’in komutasında özel nusayri birlikler helikopterler ve tanklar ile hapishaneye saldırı düzenlemiş ve 25’ten fazla sünni tutuklu öldürülmüştür.

Suriye Halkının Bu Dayanılmaz Zulme Karşı Son Ayaklanması

2011 yılının Şubat ayında Suriye’nin güneyinde bulunan Dera kentinde, orta okul çağlarında 16 çocuk, duvarlara rejim karşıtı bazı yazılar yazmış. Kısa bir süre içinde bunu öğrenen muhabarat, o çocukları sorgulamak üzere göz altına almış. Birkaç gün haber alınamayan çocukların işkenceye de maruz olduklarına dair bazı haberler gelmiştir. Çocukları için endişelenen aileler yetkililere çocukların serbest bırakılmaları için başvurur. Bu talep ile bölgenin muhabarat subayına giden babalar, ağza alınmayacak sözler ile hakaretlere maruz kalır ve aşağılanarak gönderilir. Bu arada 15 martta Şam’da küçük bir protesto yapılmış ve 16’sında 100 kişilik bir protesto düzenlenerek Dera’lı çocukların serbest bırakılmaları istenmiştir. 18 Mart Cuma günü; Şam, Humus, Dera ve Banyas kentlerinde büyük protestolar düzenlenmiş ve güvenlik güçlerinin şiddetli müdahaleleri ile karşılaşılmıştır. O gün 100’den fazla kişi öldürülmüş ve onlarca kişi gözaltına alınmıştır. O gün hükümet, yanlış yapıldığını  ve şiddet kullananlar hakkında soruşturma açılacağını açıklarken, ertesi günü Dera’da bir önceki günün şehitlerinin cenazesinde onbinler toplanınca nusayri birlikler yine ateş açmış ve onlarca kişiyi öldürmüştür.

Daha sonra bu manzara Suriye’de alışılagelmiş bir manzara olmuştur. Yani her şehit cenazesinde yeni şehitler verilmiştir. Ama müslüman halk artık yüreğindeki korkuyu atmış, camilerde toplanarak Allah Allah ve tekbir nidaları ile hergün bir önceki günden daha büyük sayılar ile ve daha büyük azim ile barışçıl protestolarına devam etmiştir.

Dera’da hastaneye götürülen yaralıları Esed çetesi öldürüyordu, bu nedenle Dera’lı halk Ömeri Camii’ni meydan hastanesi olarak kullanmaya başlamıştı ve onu müslüman gençler çok iyi koruyordu. Bunu hazmedemeyen nusayri yönetim yine harekete geçmiştir. Askeri helikopterler ve tanklar ile Dera’ya hareket eden ve tamamı nusayri askerlerden oluşan 4. bölüğün başında yine Mahir Esed vardı.

Dera’ya giren bu birlikler  onlarca kişiyi öldürüp yüzlercesini gözaltına almıştır. Ayrıca o gün Ömeri Camii’ne  de giren askerler camiyi kirletip Kuran-ı Kerime saygısızlık etmiştir. Bu arada gözaltına alınan 16 çocuğun işkence izi taşıyan cenazeleri ailelerine teslim edilmiştir. O günden sonra artık Suriye’deki müslüman halk dönülmesi mümkün olmayan bir yola girmiştir. Artık protestolar onlarca şehir ve kentte oluyor ve her Cuma milyonlarca insan sokaklara dökülüyor.

Herkesin dilinde üç kelime; ALLAH,  SURİYE,  ÖZGÜRLÜK...

Burada olayların detaylarına çok girmeyeceğiz ama zaman ilerledikçe protestolar çoğaldı. Protestolar çoğaldıkça Esed ve çetesinin şiddet dozu arttı. Artık 45 yıldır işgal edilen Golan tepeleri için tek bir kurşun atmayan ordu, tüm silahlarını özgürlük talebeden sivil Sünni Müslümanlara karşı kullanmaktadır.

Bu arada Nusayri rejim, hep alıştığı gibi yalan üstüne yalan uyduruyor, sağa sola ithamlar savuruyor ve zaman kazanmak için türlü vaatlerde bulunup hiçbirini tutmuyor. 2 Haziran’da genel af çıkaran Esed rejimi ertesi gün çoğu Hama’da olmak üzere 140’tan fazla Müslüman’ı şehit etmiştir. 4 Haziran Türkiye sınırına yakın Cisrişşugur kentine havadan ve karadan saldırarak 40’tan fazla Müslüman’ı şehit etmiştir. 11 Marttan, olağanüstü halin kaldırıldığı 22 Nisana kadar 215 kişi öldürülürken; 22 Nisan’dan, 22 Mayıs’a kadar öldürülenlerin sayısı ise 815’tir. Toplu gösteri yapma özgürlüğü getiren rejim, izin için başvuranları gözaltına almıştır.

Katil rejimin resmi haber kanallarında teröristler tarafından öldürüldü diye gösterdiği askerler Nusayri subayların vurduğu, halka ateş etmeyi reddeden şerefli askerlerdir.

-          Humus, Hama, İdlib ve Dera gibi birçok şehri kuşatan Nusayri birlikler, günlerce ağır füze ve toplar ile bombaladıktan sonra, şehre girip toplu katliamlar yapıp evleri yağmalamışlardır.

-          Çocuk, kadın, yaşlı demeden önlerine çıkan herkesi türlü türlü yöntemler ile öldürmektedirler.

-          Humus Babaamr bölgesinde bombardımandan sonra semtin içine giren Nusayri askerler, özgür ordudan korunmak maksadı ile onlarca Müslüman genç kızı çırılçıplak halde canlı siper olarak kullanmışlardır.

Bombardıman sırasında cami minarelerini hedef alan Allah korkusu olmayan katiller, semtlere girdikten sonra camilerde bulunan Kuran-ı Kerimleri yırtmış, yerlere atıp üzerine basmış ve üzerlerine bevletmişlerdir. Cami duvarlarına ‘’Beşşar’dan başka ilah yoktur ‘’ yazmışlardır. Hepimiz hatırlıyoruz; Amerika’da bir rahip Kuranı Kerimi yaktığında, tüm ümmet ayağa kalkmıştı (ki olması gereken budur), fakat şimdi bütün bunlar ve daha fazlası olurken maalesef ümmetimiz uyuyor.

Göz altına aldıkları genç kadınlara koca veya babalarının gözü önünde defalarca tecavüz etmektedirler. Girdikleri şehir ve semtlerde, hastaneleri basıp yaralıları ya gözaltına almakta ya da öldürmektedirler. Eczane veya ilaç depolarını yakmaktadırlar. Direnişin çok olduğu bölgeleri haftalardır kuşatıp elektrik ve suları keserek halkı açlık ve susuzluğa mahkum etmektedirler. Gözaltına aldıkları Müslüman gençleri küfre zorlamaktadırlar. Gözaltına aldıkları alimleri aşağılayıp işkenceye tabi tutmaktadırlar.  Suriye’de 14 aydır zulüm ve katliamlar devem etmektedir.

Resmi kayıtlara göre, 20 binden fazla şehit verilmiştir. Bunların 1150’si çocuk ve 1100’u kadındır. 25 binden fazla tutuklu ve kayıp vardır. 25 bini Türkiye’de, 15 bini Lübnan’da ve 95 bini Ürdün’de olmak üzere 135 binden fazla Suriye’li mülteci, komşu ülkelere yönelmiştir. Ayrıca Suriye içinde 1 milyondan fazla insan farklı bölgelere göç etmiştir. Suriye’li Müslümanların büyük bir bölümü, dul, yetim veya sakat kalmıştır. 40 yıldan fazladır Müslümanlara zulmeden bu Nusayri kafir yönetimin bilançosu çok ağır olmuştur. 100 binden fazla şehit, bir o kadar tutuklu ve kayıp ve 1 milyondan fazla Müslüman sınır dışı edilmiştir.Ümmet olarak buna sesiz kalmamamız lazım......

ilkav-suriye3.jpg

Bu konuşmadan sonra, Suriye’de yaşanan vahşeti gözler önüne seren video gösterimi yapıldı. Göz yaşlarıyla izlenen video gösterimini müteakiben İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın yaptığı konuşmanın tam metni:

Pamak : “İran İslam Cumhuriyeti niteliğine geri dönmeli, Allah’ın emri olan ‘Adil Şahid” olma sorumluluğunun gereğini geç de olsa yerine getirmelidir”

“Bazıları, Suriye’deki ayaklanmanın, önce Suriye rejimini tasfiye edip İran’ı yalnızlaştırmak amacıyla emperyalist devletler tarafından desteklendiğini, esas hedefin İran olduğunu iddia ediyorlar. Emperyalizmin bölgeye yönelik proje ve planlarını bizler de biliyor ve yıllardır bunlara dikkat çekip, bölge halklarını uyarıyoruz. Peki emperyalizmin bu projelerini bildikleri halde, mazlum Suriye halkına on yıllardır zulmeden ve son bir yıldır da vahşi katliamlara muhatap kılan Baas diktatörlüğü ve bütün zulmüne rağmen 30 yıldır onu destekleyen, son katliamlara rağmen de desteklemeyi ısrarla sürdüren İran yönetimi, emperyalistlerin bölgedeki işbirlikçileri midir? Eğer böyle değillerse, emperyalist müdahaleye yol açacak bahaneleri neden üretiyorlar? Neden halka yapılan zulmü ve katliamı durdurup, halkın kaderi üzerinde söz sahibi olmasının önünü açarak, bu emperyalist müdahalenin bahanesini elinden almıyorlar? Neden dünya kamuoyu önünde, emperyalist müdahaleye çanak tutacak katliamları sürdürüyorlar?

İran yönetimleri, İmam Humeyni zamanında var olan görece olumlu ümmetçi çizgiyi daha iyiye götürmek varken, daha kötüye yöneldiler. “Ulusal çıkar” putunu, ümmet olmaya, diğer İslami kesimlerin hukukunu gözetmeye, kardeşlik hukukuyla bütünleşmeye, ümmetin maslahatını öne çıkarmaya tercih ettiler. Ve bu anlayışla ümmetin oluşumuna ve birliğine giden yolları tıkadılar. Keşke bu taassubu aşabilselerdi, keşke ümmeti yeniden inşa etmenin önündeki taassupları kaldırabilselerdi. Bu kadar yaşananlara ve artık onulmaz gibi görünen yaralara ve büyük güvensizliğe rağmen, hâlâ İslami kimlik ve akıdevi Kur’anî ilkeleri belirleyici kılarak, gittikleri bu yanlış yoldan uzaklaşıp, Kur’an ahlakını kuşansalar ve samimiyetle bu istikamette çabalar gösterseler, inşallah Allah da rahmetini ihsan edecek ve inşallah bu yaralar kapanarak, yeniden ve daha güzel kucaklaşmaların önü açılabilecektir.

Ama maalesef, İran yönetimleri, Hama katliamı üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti ve Suriye’deki amansız zulüm sürdüğü halde, Müslüman kardeşlerinin hukukunu koruyacak, onları biraz olsun nefes aldırarak rahatlatacak tek bir adım atmadılar. Katil kâfir Baas diktatörlüğünü olduğu gibi kabullenip desteklemeyi sürdürdüler. Şimdi de, bugüne kadar yaklaşık 15 bin insanı katlettiği ve son zamanlarda Hama, Humus ve Hula başta olmak üzere, her gün artık yüzün üzerinde masum insanı (çocuk, kadın, yaşlı, hasta ayırmadan) katletmeyi sürdürdüğü halde, hâlâ kâfir katil Baas despotizmine ilkesiz, ölçüsüz ve ahlaki olmayan bir destekte ısrar ediliyor.

Halbuki İran yönetimi, Suriye mazlum halkının hukukunu da kendi hukuku gibi kabul eden ümmetçi bir yaklaşım ve kardeşlik duygusuna sahip olsaydı, bu kadar uzun bir süreçte, Suriye yönetimiyle bu kadar içli dışlı bir dostluk kullanılarak, halkın zulümden kurtarılıp daha insanca bir hayata kavuşturulması için bazı adımlar atılabilir ve zamanla despotizm bitirilerek, halkın kaderi üzerinde söz sahibi olmasının ve Müslüman’ca bir hayata geçebilmesinin önü açılabilirdi. Ama bu akıllarına bile gelmedi. Ve bu konuda hiçbir çaba gösterilmedi ve milyonlarca Müslüman büyük acılar çekmeye devam ettiler, İranlı yönetimlerin gözleri önünde.

Bütün bu yanlışlıklarına, hatalı ulusçu politikalarına rağmen, hâlâ iyi niyetle İran’ın adındaki İslami kimliğe, İmam Humeyni’nin görece daha ümmetçi çizgisine geri dönmesi, Kur’an’ın emirlerine riayetkâr davranması, vahyi ölçülere dönüş yapması, adil şahid olma sorumluluğunu kuşanması ve bu büyük zulme destekçi olmaktan süratle uzaklaşıp arınma sürecine girmesi için dua ediyoruz. “Bir insanı haksız yere öldürmenin bütün insanlığı katletmek” (Maide 32) kadar büyük bir suç olduğunun, “bir Müslüman’ı kasten öldürenin ise ebedi cehennemlik olduğunun” (Nisa 93) bilincine varıp, bunları yapan kafir bir yönetime açıkça verilen desteğin kendisini de aynı konuma sürükleme tehlikesinden korkup tevbe etmek suretiyle, bölgede hızla tırmanan kardeş kavgası zeminine katkıda bulunmaktan kaçınması için dua ediyoruz.

İran, Türkiye ve Bölge Müslümanların Sorumlulukları

Bu kadar açık bir zulüm ve emperyalist oyun karşısında, İran, zalim, katil Baas rejiminin safında yer almaktan ve kendisinin de kaybedeceği sonuçlara yol açacak biçimde emperyalist orduların bölgeye gelmesine zemin hazırlamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’de NATO’nun ve ABD’nin, Batının katil ordularının Afganistan, ırak ve Libya’da nasıl katliamlara ve yıkımlara yol açtığı gerçeğini unutarak, ikide bir NATO’yu göreve çağırmak aymazlığından, işbirlikçiliğinden utanmalıdır. 

Batı emperyalizminin tuzağını, oyununu boşa çıkarmak, oldukça geç kalınmış ve bu büyük zulme bulaşılmış olsa da, hâlâ İran ve Türkiye hükümetlerinin elindedir. Yaptıkları yanlıştan dönüp ele ele verip zalim yönetimi başına gelecek büyük felakete karşı uyararak ikna edebilirler ve böylece emperyalist müdahaleye gerek kalmadan sorunu çözecek ortak bir projeyle halkın iradesini serbestçe kullanarak kaderi üzerinde söz sahibi olmasının zeminini hazırlayabilirler. Böylece hem giderek bir mezhep çatışmasına ve bölünmeye kadar gidebilme tehlikesinin baş gösterdiği ortamı da bu barış zemininde yumuşatabilirler, hem de bölgenin zulme uğrayan halklarının zor durumda kalarak batılı emperyalistlerin kucağına düşmesini engelleyerek emperyalist yönlendirmeleri boşa çıkarmış olurlar. Bunu başarmaları halinde, belki de bugüne kadarki haksızlıkları sebebiyle kendilerine karşı duyulan kinin, öfkenin bir nebze de olsa yatışmasına da zemin hazırlamış olurlar.

Aksi takdirde, bu ahmakça politikalar, ulusal çıkar ve mezhepçilik putları uğruna yapılan büyük yanlışlar sonucunda, Allah korusun, bölgemiz, mezhep çatışmaları da dahil büyük bir savaşa sürüklenebilecek, büyük kan akıp, herkesin kaybettiği bir ortamda da, el altından buna sebep olmuş emperyalist devletler bölge halklarını kurtarmak gibi kamuflajlar altında bölgeyi işgal edip, İsrail’in de arzu ettiği istikamette bölgeyi yeniden şekillendirip, hegemonya ve sömürülerine yol açacak yeni bölge düzeninin kuracaklardır. İnşallah Allah, bölge ülkelerindeki zalim yönetim kadrolarının bu ahmaklıkları, beyinsizlikleri yüzünden bütün bölge halklarının büyük acılar çekeceği bu kötü senaryonun gerçekleşmesine fırsat vermez. Bunun için hepimizin sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. İtiraz eden, mazlumun hukukunu savunan, zalimleri ve işbirlikçilerini uyarıcı, bölge insanına ve İran ve Türkiye’ye tehlikeyi hatırlatıcı sesimizi yükseltmeli ve yanlış politika sahiplerini uyarmalı, hepimiz, zalimlere karşı mazlum halkların yanında yer almalıyız.

Türkiye’de Yandaş medyada Akredite Olan “İslami Kuruluşlar”ın Sorumluluğu

Bizler de susarak, adil şahidlik sorumluluğumuzu yerine getirmeyerek, aynı zulmün dolaylı destekçileri konumuna sürüklenmekten kaçınmalı, aksi takdirde bizim de hesap günü zorlanacağımızı unutmamalıyız. Suriye üzerinden bağnaz taraflar haline gelmeden, emperyalizmin işine gelecek cepheler halinde parçalanmadan, bir kavme olan kinimizin bizi adaletsizliğe sürüklemesine fırsat vermeden adil şahidler olmaya çalışmalıyız. Mümkün olduğunca, oluşan tarafları da anlamaya çalışarak, her tarafın doğrularını destekleyip yanlışlarına karşı çıkarak, cepheleşmelere engel olmaya ve yaşanan büyük zulmün sona erdirilmesine katkı sunmaya çalışmalıyız.

Özellikle, sistem içi demokratikleşmeye aktif destekçi rol aldıkları için yandaş medyada akredite olan ve bu sebeple yaptıkları çalışmalar haber yapılarak kamu oyu oluşturma imkanına sahip bulunan, kendilerini “İslami Kuruluşlar” olarak tanımlayan çevreler; yazarlarını, aydınlarını, akademisyenlerini, kanaat önderlerini bir araya getirerek, hep birlikte İran ve Türkiye hükümetlerinin kapılarına dayanarak büyük sorumluluklarını ve ağır veballerini hatırlatan ciddi sesler vermelidirler. Bu ateş bölgemizi kuşatmadan, emperyalistler bu sefer de kurtarıcı rolünde bölgemize gelmeden, bu sorumluluk yerine getirilmeli, gerekirse bu heyet Tahran’a medya eşliğinde gidip, bu ağır vebali yüklenmemeleri konusunda İran hükümetini ve Ankara’da da AKP hükümetini İslam dünyası önünde baskı altına almalıdırlar.

Halklar Kaderleri Üzerinde Söz Sahibi Olmalıdır

Biz Müslümanlar, Allah’ın sosyal yasası gereğince toplumların kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmasını, özündekini değiştirmesine paralel olarak Allah’ın takdiriyle yeni durumlara ulaşmasını sağlayacak bu yasanın işleyişinin önünü açık tutacak görece de olsa adalet ve özgürlük vasatına sahip kılınmasını isteriz. Bu bağlamda, despotların, oligarşik zorbaların halkın iradesini baskı altına alarak ipotek koymasına, topluma tepeden ideoloji ve model dayatılmasına karşı çıkarız. İsteriz ki, toplumlar özlerinde var olanı özgür iradeleriyle hangi istikamette değiştirirlerse, onlara layık olacakları o sistemin Allah tarafından takdir edilmesine dair ilahi yasa, hiçbir zorbanın ipoteği, vesayeti ve engeli olmadan işlesin.

Toplumlar, ister zulümatın/karanlıkların koyu tonlu kulvarlarından gri tonlarına doğru değişip buna layık olsunlar, isterse de zulümatın bütününü reddedip Nur’a (aydınlığa) sıçrama yapan köklü bir inkılabı yaşayarak İslami adalet sistemini hak etsinler. Sonuçta da, imtihan dünyasında bu konudaki ilahi yasanın işleyişiyle, lâyık oldukları yönetime, hiçbir zorbanın engellemesi olmadan, özgür iradeleriyle yapacakları tercihle kavuşabilsinler. Bu bakımdan, şedid zulüm ve katliamların sürdüğü süreçlerde, öncelikli sorumluluğumuz, zalime karşı mazlum halkların, imtihan dünyasında tercihlerini özgürce yapacakları adalet vasatına kavuşturulması, zulüm altından kurtarılarak, Allah’ın tüm kullarına lütfettiği temel haklara kavuşturulmalarıdır.

Bizler Mazlum Halk Gayrimüslim, Zalim Kendini İslam’a Nispet Eden Kadrolar da Olsa, Yine de Zalime Karşı Mazlum Halkların Hukukunun Savunucusu Olmakla Mükellefiz

Mevcut daha zalim statükonun büyük, derin, şedit ve yaygın zulmü ve daha hoyratça, daha azgınca sömürüsü, işkenceleri, katliamları ve halkın kaynaklarını çalarak geniş kitleleri fakirliğe, açlığa mahkum etmesi açık bir gerçekliktir. Muhalefetin içinde, laik, liberal, sosyalist ve gayrimüslimlerin de olduğu iddia edilerek, desteklediğini muhalefet de liberal demokratik Batı yanlısı bir sistem kuracak denilerek, mazlum halka destek vermemiz sorgulanmaya kalkışılıyor. Bilinmeli ki, biz mazlum kim olursa olsun mazlum halkların hak ve hukukunun savunucusu, zalimin de hasmı konumunda bulunmakla mükellefiz. Bizler adil şahid olmakla görevli Müslümanlar olarak, hiç kimseye zulüm ve katliam yapılmasına razı olmayız. Hatta Suriye yönetici kadroları Müslüman olduklarını söyleseler ve namaz kılsalardı, ama zulme sapıp kafirlere de zulmetselerdi, kendini İslam’a nispet ettiği halde gayrimüslimlere zulmeden bu yöneticilere karşı çıkıp mazlum gayrimüslim halkların hukukunu adaletle savunurduk.  

Allah herkesin Rabbidir  ve herkese adaletle muamele edilmesini emredip, her insanın imtihan dünyasında kendisini özgürce gerçekleştirmesi için lüzumlu adalet vasatını ve temel hakları güvence altına alan hükümler vazetmiştir. Bu sebeple İslam’a göre, Hak’kı temsil edenlerin, hakkın hükmüyle adaletle yönetenlerin, batıl kesimler üzerinde velayet/yönetme hakkı vardır. Ancak batılı temsil edenlerin Müslümanlar üzerinde velayet/yönetme hakkı yoktur. Çünkü Müslümanlar, gayri Müslimlerin de Rabbi olan Allah’ın, onların da hukukunu ve imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerine fırsat veren temel haklarını, dini özgürlüklerini güvence altına alan adil hükümleriyle hükmedecek, yöneteceklerdir.

Allah, imtihan sebebiyle, “dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” diyerek, kullarını dünyada serbest bırakmış, yanlış tercihin hesabını ahrette soracağını bildirmiştir. Dünyada ise, inkar eden kullarının da adaletle muamele görmelerini sağlayacak adil hükümler vaz etmiş ve bu adaleti ikame etme sorumluluğunu da mü’min kullarına yüklemiştir. Bu sebeple, mü’minler Allah’ın hükümleriyle yönettikleri zaman, herkese adaletle davranacaklardır. Batıl din ve ideolojilerin müntesipleri yönettikleri zaman ise, heva ve zannın ürünü ve egemen olan grupların çıkarlarını gözetme zaafından hiçbir zaman kurtulamayan ve şirk olması hasebiyle en büyük zulüm olma vasfını taşıyan adaletsiz beşeri yasalarla yöneteceklerdir. Bu sebeple, gayrimüslimler, İslami adalet sisteminde, kendi sistemlerinde bile bulamadıkları sahici bir adalete kavuşacaklardır. İşte bu hakikati de tüm dünya insanlığına iyice anlatmalı ve bu adaleti temsil eden doğru şahidlikler yapmalıyız.

Bölgemizde Adil Bir Model Oluşturarak, Fıtri Bir Adalet Arayışıyla Tüm Dünyada Meydanlara Çıkan Mustaz’af Kitlelere, Vahyin Adil Şahidliğini Yapmalıyız

Bir yandan, yaşanan bu büyük zulmün sona ermesi için, zalim katil ve kafir Baas rejimine ve benzeri despot rejimlere karşı, bölgenin hak ve adalet için ayaklanan mazlum halklarının yanında yer almaya devam edeceğiz. Diğer yandan, emperyalist tuzak, oyun ve projeleri, planları deşifre ederek bozmaya çalışmak için çaba gösterirken, ayaklanan kardeş halkları ve öncü Müslüman kardeşlerimizi de bu konuda uyarıp, Kur’ani istikameti göstermeye yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz. Ayrıca, bütün bölgemiz halklarına ve dünya insanlığına; zulümden, fesaddan kurtuluşun, hak ve adalete kavuşmanın ve izzete ulaşmanın yolu olan Kur’ani inkılaba, tevhidi dönüşüme ve Kur’an nesli projesine dikkat çekmeye ve bu hususta üzerimize düşeni yapmaya devam etmeliyiz.

İslam coğrafyasında farklı mezhep ve anlayışları; öncelikle bölgemize egemen olan zulme, despotizme, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, ifsada ve emperyalizme karşı güç birliği yaparak mücadele etmeye, kendi aralarında ise, iyi komşuluk ilişkileri ve barış içinde yaşamaya, aralarında adaleti ikame etmeye çağırmalıyız. Zamanla, Kur’an ve sünneti belirleyici kılan bir anlayışla, dinin sabitelerinde ve Kur’ani akıdede kardeşleşmeye doğru adımlar atmalıyız. Bölgenin kendini İslam’a nispet eden farklı kesimlerini, tarihsel süreçte üretilmiş farklı ipleri bırakarak, hep birlikte ve topluca Allah’ın inzal edilmiş ipi olan HABLULLAH’a tutunmaya çağırmalıyız. Öncelikle yüz yıllardır terk edilmiş bıraktığımız Kur’an’a ve Resulün sahih sünnetine dönmeli, çağımızın Kur’an neslinin yetiştirerek, bu neslin öncülüğünde ümmeti ilk Kur’an neslinin örnekliğinde vahiyle yeniden inşa etmeliyiz. Böylece ortak Kur’ani akıdede kardeşleşerek bölgenin ve tüm insanlığın muhtaç olduğu İslami adalet devletini kurmalıyız.

Dünya insanlığı büyük bir bunalımdan geçiyor. Mustaz’af büyük kitleler, can havliyle fıtri bir arayışla “başka bir dünya mümkün” sloganıyla meydanlara fırlayıp adalet arayışı içinde zulüm sistemine baş kaldırıyorlar. Ama modern paradigmanın kodlarıyla kuşatılmış sekülerleşmiş zihinleriyle bu yeni âdil dünyayı üretemiyorlar. Çünkü vahiyle bütünleşmeyen fıtrat, tek başına bütüncül ve sahici adaleti üretemez. Onun için bu sorumluluk, vahiyle fıtratı buluşturan Mü’minlere aittir.

Dünyanın ekonomik ve siyasi krizlerle sarsıldığı, sosyalizmi ve kapitalizmi, laikliği ve demokrasiyi üretmiş olan modern seküler şirk paradigmasının iflas ettiği, oluşturduğu zulüm ve sömürü bataklığında bunalan dünya insanlığının fıtri bir adalet ve özgürlük arayışıyla meydanları doldurduğu bu süreçte, konjonktürel şartlar ve tarihi gelişmeler, insanlık için tek kurtarıcı mesajı ve bütüncül sahici adaletin ölçüsünü ihtiva eden İslam’ı alternatif olmaya zorluyor. Evet tüm bu küresel gelişmeler adeta İslam’a alan açıyor, Kur’ani inkılabın zeminini hazırlıyor. Adeta tarih, bir yandan İslam’ı alternatif olmaya zorlarken, bir yandan da insanlığın gündemini de İslam’a doğru yönlendiriyor.Yeter ki, hidayet rehberi Kur’an’ın mesajını insanlığa sunmak üzere, Peygamber (s)’in bize şehid/şahid/örnek/model olduğu gibi, bizler de takvamızı kuşanıp, hakkıyla cehd ve gayret göstererek, insanlığa şehid/şahid/model olacak güzel, ilkeli, onurlu ve ahlaklı bir örneklik oluşturabilelim.

Eğer bizler ilk neslin yaptığı gibi samimi bir teslimiyetle Kur’an’a topluca sarılarak, ortak akıdede vahdet oluşturarak, Allah’ın dininin yardımcıları ve Hizbullah olma vasfını kazanarak vaat edilen ilahi yardımı üzerimize celbedecek sorumluluklarımızı yerine getirebilirsek, inşallah Allah’ın rahmeti ve yardımı üzerimize yağacak, bu zillet ve mağlubiyet sona erecek ve ilk dönemdeki izzetli günler yine gelecektir. Rabbimiz, bu konuda üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeyi ve mübarek rızasını kazanmayı hepimize nasip etsin. Bizleri mü’min olarak yaşatsın, mü’min olarak öldürsün inşallah.

 
YORUMLAR
  • HUSEYIN SASMAZ   17-06-2012 13:36

    Bilad’üş Şam ehlinin zalimlere ve küfre karşı ortaya koyduğu kıyam tüm ümmetin imtihanıdır. Allah Rasulü Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’in mümtaz kıldığı belde halkının İslami kıyamı, Yöneticiler, alimler, cemaatler ve tüm Müslümanlar için bir imtihan olacak. Yöneticiler için bir imtihan olacak. Kadınların, çocukların ve zayıf düşmüş erkeklerin çağrılarına icabet etmeyen yöneticiler için çetin bir imtihan olacak. Allah muhakkak Şam ehline yardımını bir el ile gönderecek. Kaybedenler ve ziyanda olanlar Şam ehline yardımını göndermeyen ihanet içerisindeki yöneticiler olacak. Alimler için çetin bir imtihan olacak. Bölük pörçük olmuş Müslümanların birliği ve bütünlüğü için kıyamını bereketlendirmek isteyen Şam ehli, huzur-u Mahşerde alimlerin sessizliğinden de şikayetçi olacak. Müslümanları hakka çağırmayan ve zalim sultan karşısında hakkı söylemekten sakınan alimler için de çetin bir imtihan olacak. Cemaatler ve tüm Müslümanlar için de çetin bir imtihan olacak. Kısaca Şam ehlinin kıyamı bizim imtihanımız olacak.

  • Ebubekir   13-06-2012 23:50

    Şeytanın taraftarları,büyük bir aymazlıkla bireyleri,toplumları,devletleri,bölgeleri…yeri geliyor baskı ve zulümle yeri geliyor güzel vaadlerle ,yeri geliyor Allah’ın adıyla..kendi adalet sistemlerine tabi olmaya çağırıyorlar ki bu sistemlerin Allah’ın kullarını nasıl zillete ve felekate sürüklediklerinin bir örneği olan Suriye ye bakıp tüm kendini islama nispet edenlerin akıllarını başlarına almaları bir zaruriyettir.Mehmet Abinin de her fırsatta bahsettiği gibi değil sadece Müslüman halklar için Müslüman olmayan halklar içinde gerçek adaletin ancak İslam la,Müslümanlarca (ki bu Müslümanlarda hertürlü taassublarından , bağlarından arınarak vahiy ve peygamberin mütevatir öğretilerinde buluşmuş muvahhidlerdir) sağlanabileceğinin bir kez daha tefekkür edilerek dünyanın geldiği,durduğu ve evrildiği bu zamanı Vahyin ışığında birkez daha değerlendirilmesi gerekiyor ki bu durum bizim için geçerli olduğu gibi kendini İslama nisbet eden İran içinde geçerlidir.