`İsrail` ilhak sürecini sürdürüyor ve bunu durdurmanın bir yolu var
Hükümetler soykırımı ve sömürgeleştirmeyi durdurma konusundaki yasal yükümlülüklerini ortadan kaldırırken, etkili eylemler için tabandan hareketin harekete geçmesi İsrail`in sömürgecilik faaliyetlerini durdurmanın tek yoludur.

Kardeşim geçenlerde bana, işgal altındaki Batı Şeria'daki arazimizde ve yakınındaki arazilerde çiftçiler tarafından bulunan bir İsrail askeri emrinin kopyasını gönderdi. Harita ile birlikte gelen belgede, arazinin askeri amaçlarla el konulduğu belirtiliyor.
Arazi ne kadar süreyle el konulacağı belirtilmiyor ve arazi sahiplerine ve kullanıcılarına, İsrailliler ve Filistin Yönetimi (PA) irtibat bürosu arasında koordine edilen yaklaşan saha ziyaretinden itibaren sadece yedi gün süre tanınıyor. Bu süre içinde İsrail ordusunun hukuk danışmanına itirazda bulunmaları gerekiyor. Bu saha ziyareti genellikle el konulan arazinin sınırlarını belirlemek için yapılıyor.
Ailemizin geçmiş deneyimlerine göre, “güvenlik nedenleri” bahanesiyle yapılan el koyma işlemleri genellikle sömürge yerleşimlerinin kurulmasından önce gerçekleşir. Bu durum 1973 yılında, ailemizin Kudüs-Hebron Yolu üzerindeki arazilerimiz için benzer bir askeri emir almasıyla yaşandı. Bir hafta içinde bir askeri karakol kuruldu. Aylar sonra, aynı yere ‘Elazar’ adlı bir sivil yerleşim kuruldu.
Bu sefer şok edici olan, el konulacak arazinin büyüklüğüne rağmen bu yeni emrin neredeyse hiç manşetlere taşınmamış olmasıdır. Askeri emre göre, el konulacak arazi 5.758 dönüm, yani 5.7 km²'den (2,2 mil²) fazladır. El koyma keyfi değildir. Bu bölgenin merkezinde, 2002 yılında Filistinlilere ait özel arazide yasadışı olarak kurulan Sde Boaz ileri karakolu bulunmaktadır. Yaklaşık 50 aileden oluşan sakinleri, marjinal aşırılık yanlıları değildir. Doktorlar, mühendisler ve muhasebeciler dâhil olmak üzere orta sınıf çalışanlardır.
Bu el koyma, son 21 ayda gerçekleşen birçok el koymadan sadece bir tanesidir. Gazze'deki soykırım savaşının gölgesinde İsrail, Batı Şeria'daki ilhak girişimlerini hızlandırmıştır. Amaç, Oslo Barış Anlaşmaları'nda B Bölgesi olarak belirlenen Batı Şeria'nın yüzde 21'ini ve Batı Şeria'nın yüzde 60'ını oluşturan ve Ürdün Vadisi ile Kudüs kırsalının tamamını ve diğer bölgeleri de içeren C Bölgesi'nin tamamını resmen ilhak etmektir.
Filistinlilerin tarım arazileri ve otlaklarının çoğu, İsrail'in çok sayıda yasadışı yerleşim yeri gibi bu bölge içinde yer almaktadır. Benim kasabam al-Khader (St George), 22.000 dönümden (22 km²/8,5 mil²) fazla araziye sahiptir ve bunun 20.500 dönümünden (20,5 km²/7,9 mil²) fazlası C Bölgesi, 500'ü (yarım km²/0,2 mil²) B Bölgesi, 1.000'den azı (1 km²/0,4 mil²) ise A Bölgesi olarak sınıflandırılmıştır.
İsrailli yerleşimciler bu ilhak planının ilerlemesinde aktif rol oynamaktadır. Bu, stratejik tepeleri ele geçirmekle sınırlı kalmayıp, Filistinlilere karşı sistematik şiddet uygulamayı da içermektedir. Yerleşimcilerin Filistinlilerin mülklerine yönelik saldırıları, Filistinlilere yönelik işkence ve cinayetler, B ve C Bölgelerinden Filistinlileri kökünden söküp ilhakı kolaylaştırmak amacıyla düzenlenen organize bir kampanyanın parçasıdır. Bu strateji, İsrailli politika yapıcıların “gönüllü transfer” olarak adlandırdıkları, Filistinlileri anavatanlarından etnik olarak temizlemek için kullanılan bir euphemism (Çev.Notu: sert bir durumu daha yumuşak, kibar veya dolaylı bir ifadeyle anlatma biçimidir) ile uyumludur.
Uluslararası hukuka göre tüm bunlar yasa dışıdır ve Birleşmiş Milletler'in defalarca aldığı kararlar ile Uluslararası Adalet Divanı'nın 2024 tarihli kararına aykırıdır. Peki, İsrail'i kim durduracak?
İşgal altındaki Batı Şeria'nın A Bölgesi'ni nominal olarak yöneten Filistin Yönetimi (FY) kesinlikle durdurmayacaktır. Oslo barış süreci kapsamında kurulduğundan bu yana FY, İsrail'in ilhak girişimlerine direnmek bir yana, siyasi gündemini desteklemeyen silahlı ve hatta barışçıl direnişi bastırmak için İsrail ile işbirliği yaparak bu girişimleri kolaylaştırdığı bile söylenebilir.
Uluslararası toplumun da kararlı bir adım atması olası değildir. On yıllardır, özellikle Batılı hükümetler, İsrail'e güvenlik ve ekonomik destek sağlarken, aynı zamanda retorik kınamalarda bulunmuştur. Gazze'de devam eden soykırımı durdurmayı başaramayan bu aktörlerin, İsrail'in fiili ilhakını resmileştirmesine itiraz etmesi olası değildir.
Bu durum en son, Kudüs ve Ramallah'ın kuzeydoğusunda bulunan Filistin köyü Taybeh'e yapılan diplomatik ziyaret sırasında açıkça görüldü. Avrupa ve Amerika temsilcileri de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanından 20'den fazla diplomatın katıldığı bu ziyaret, Yahudi yerleşimcilerin köyün arazisinin bir kısmını, yerel kiliseye ait mülkler de dâhil olmak üzere, yakması üzerine gerçekleştirildi. Bu ülkeler yapmaya razı oldukları tek şey, bölgeye birkaç saatliğine temsilcilerini gönderip birkaç kınama sözü söylemekti. Bunun ötesinde, İsrail ile ilişkilerinde her şey eskisi gibi devam ediyor.
Geriye kalan ise Filistin halkının direniş gücü ve iradesi ile ilkelere bağlı siyasi hareketleridir. Mevcut bağlamda, Filistinlilerin kendi topraklarında bulunmaları bile bir direniş eylemidir.
Bu varlığı sürdürmek ve mücadelelerini güçlendirmek için Filistinliler, davalarını desteklemek üzere küresel ilerici ve özgürlük odaklı hareketleri harekete geçirmeye devam etmelidir – sadece dayanışma amacıyla değil, aynı zamanda İsrail'i destekleyen ve aynı zamanda kendi ülkelerinde sivil hakları ve sosyal adaleti tehdit eden aşırı sağcı, ırkçı, adaletsiz güçlere karşı daha geniş bir küresel mücadelenin parçası olarak.
Küresel düzeydeki dayanışma faaliyetleri stratejik ve etkili olmalıdır. Bu faaliyetler, genel olarak İsrail işgaline ve özel olarak da yerleşimci sömürgeciliğine fayda sağlayan tedarik zincirinin tüm bileşenlerini bozmaya odaklanmalıdır. Bu, dünyanın dört bir yanındaki farklı toplum kesimlerinden vatandaşların, İsrail'i boykot etme ve yatırımlarını geri çekme çağrısına kulak vererek, hem üretici hem de tüketici olarak Filistin mücadelesine katkıda bulunabilecekleri anlamına gelir.
İşçi sınıfının doğrudan eylemleri çok önemlidir. İşçiler, daha iyi çalışma koşulları taleplerine Filistin davasını da dâhil edebilirler. Örneğin, Avrupa ülkelerindeki demiryolu işçileri tarafından düzenlenenler gibi Filistin ile dayanışma amaçlı kamu grevleri, hükümetleri İsrail'e verdikleri desteği yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir.
Benzer şekilde, liman işçileri İsrail ile bağlantılı nakliye faaliyetlerini aksatmak için grev yapabilir ve hükümetleri tutumlarını yeniden değerlendirmeye zorlayabilir. Yüksek teknoloji sektörlerinde çalışanlar, şirketlerinden ürün, hizmet ve ortaklıklarını uluslararası hukuka uygun hale getirmelerini talep ederek, İsrail işgali veya yerleşimci şiddetine ortak olan teknolojileri desteklemeyi reddederek Filistinlileri desteklemede kritik bir rol oynayabilir. Şirketler bunu reddederse, işçiler tedarik zincirlerini aksatmak ve ihbar etmek gibi protesto eylemlerine geçebilir.
Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) faaliyetlerinin genişletilmesi ve güçlendirilmesinin yanı sıra, gerçekleştirilebilecek başka dayanışma eylemleri de vardır. Filistin'de bireyler ve gruplar, Filistinli çiftçilere topraklarına eşlik etmek için örgütlenebilir, yerleşimcilerin ve askerlerin saldırılarına tanık olurken toplulukları korumaya yardımcı olabilirler.
Ayrıca Filistinli çiftçilere ve diğer topluluklara ürünlerini satmalarına yardımcı olarak da destek olabilirler. Bu, küçük ölçekli üreticileri sömüren egemen iş modeline meydan okumaktadır. Filistin Genel Kooperatifler Birliği ve Kooperatifler İngiltere aracılığıyla yerel Filistinli üreticilerle Avrupa pazarı arasında bağlantı kurmaya başladığım için bu tür girişimlerin önemini doğrulayabilirim.
Hükümetler soykırımı ve sömürgeleştirmeyi durdurma konusundaki yasal yükümlülüklerini ortadan kaldırırken, etkili eylemler için tabandan hareketin harekete geçmesi İsrail'in sömürgecilik faaliyetlerini durdurmanın tek yoludur. Aktif bir küresel hareket, İsrail vatandaşlarını toplumlarının ırkçı, apartheid ve sömürgeci temelleriyle yüzleşmeye ve bunlardan vazgeçmeye zorlayarak, gerçek bir değişim arayışına girmeye teşvik edebilir.
* Samer B. Jaber, Londra Üniversitesi Royal Holloway'de politik ekonomi alanında doktora araştırmacısıdır. Aynı zamanda Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi (CARA) üyesidir. Arap dünyası ve Orta Doğu bölgesine odaklanmaktadır.
Samer B. Jaber’nın al Jazeera’de yayınlanan makalesi, H.Söz Haber tarafından tercüme edilmiştir.