Zulüm sehpalarında mazlum bir çığlık

Şeyh Said'in Kürt milliyetçisi olduğu ve kıyamın Kürt isyanı olduğunu zihinlere kazımaya çalışan resmi ideolojiye verdiği en güzel cevap ise "Benim yegâne maksadım, din hükümlerini tatbik ettirmekti. Kürdistan Krallığı’nı kat’iyyen düşünmedim. Kesinlikle müstakil bir Kürt Devleti ve Kürt Krallığı değil, Şeriat’ın yaşanmasını arzulamıştım. Putperestlik dinîni ihyaya ve âyan-ı mefkûrelerini icraya çalışan bu laik Türk hükümetini, Cemiyet-i İslâmîyye tenbîl ederek bir İslâm hükümeti vücuda getirmek amacında idim'' sözüdür.

28-06-2011


Zulüm Sehpalarında Mazlum Bir Çığlık: Şehid Şeyh Said-i Palewi

Mehmed Maksut
İslam ve Hayat

GİRİŞ

1925 Şeyh Said Kıyamı; kapsamı, etkileri ve sonuçları bakımından önemli bir konuma sahiptir. İstisnalar hariç olmak üzere Kürtler için bu hareket bir “kıyam” hareketidir. Bu hareketi gerçekleştirenler kahraman olarak kabul edilir. Özellikle laik kesimin gayretiyle Türkler için bu hareket toplumun zihnine “isyan” olarak nakşedilmiş. Ve genelde isyan, gerici, bölücü olarak nitelene gelmiştir. Yapanlar ise cumhuriyet dönemi belgelerinde asi, mürteci, bölücü, kan dökücü olarak tarih kitaplarına geçmiştir. Resmi tarihin mantalitesine göre şekillendirilen devletçi-çıkarcı tarih anlayışının birer ürünü olarak bu hareket hep kötülenmiştir. Sadece bu hareket mi kötülenmiştir sorusuna hayır diyoruz. Cumhuriyet döneminin temel felsefesinde kendisine yönelik yapılan hareketler kötüdür. Ve haliyle kötülerde yok edilmelidir. Bundan dolayı en ufak bir muhalefet ve hareket hemen en şedid bir şekilde bastırılmaktadır. Söz konusu unsur İslami olunca bu şiddetin dozu da farklılaşmaktadır.

Şeyh Said kıyamı; İslami vurgusu açısından bu topraklar üzerinde gerçekleştirilen ve İslami unsurları ağır olan bir harekettir. Bütün olumsuz söylemlere ve sayısız karalamalar rağmen Şeyh Said yalnız Kürt halkının değil dindar Türkler dahil tüm Müslümanların iftiharla bahsettiği şahsiyetlerin en başından gelenlerden biridir. Yaşamı, kişiliği, takvası, cesareti ve mücadelesi ile eşsiz insanlardandır.

Şeyh Said Kıyamı, sonucu itibariyle dünyevi anlamda yenilgiyle sonuçlansa da özellikle Kürtler üzerinde bıraktığı etki ile hiçbir zaman unutulmamış ve her daim konuşula gelmiştir. Hatta Güneydoğudaki yaşlılar çocuklarına bu olayı her dem anlatmıştır. Özellikle son iki yüzyıl kürtler için aynı zamanda kıyımlar tarihi de olmuştur.  Şeyh Said Kıyamı bu anlamda en çok kıyımların yapıldığı kıyamların başında gelir. Erzurum'dan başlayıp, Muş, Bingöl, Amed, Siirt, Harput, Van, Bitlis, Şırnak, İstanbul, Halep'e kadar sesini ulaştırıp Bitlis'te, Harput'ta ve Amed'de önder kadrolarının önemli bir kısmının şehit edilmesiyle noktalanmış bir harekettir.

Bizler Müslümanlar olarak tarihi ya da güncel olayları yorumlarken başta yüce Allah’ın bize emrettiği adil şahitlik ölçüsünde yaklaşmalı ve zalimlerle aynı dili konuşmamak için olanca çaba sarf etmeliyiz. Şüphesiz bu bizim için daha hayırlı ve daha onurlu bir tutumdur.

Şeyh Said-é Palewi                    

1865 yılında Elazığ ili Palu ilçesinde dünyaya gelen Şeyh Said’in babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Said’in ailesi Kürdistan’ın köklü ve büyük ailelerden biri olup, mücadeleci bir geleneğe sahiptir. Şeyh Said’in dedelerinden Seyyid Kasımé Haşimi, Osmanlı Padişahı 4. Murat’a biat etmediği için öldürülmüştür. Dedesi Haşim Ben içkiyi halka yasaklayıp da içen birisine biat etmem” diyerek itiraz etmiş ve bunun sonucunda öldürülmüş.

Şeyh Saidin çok zengin bir ailesi vardı. En önemli gelir kaynakları sürüleriydi. Sürülerini Erzurum’dan ta Halep’e, Musul’a, Şam’a kadar götürüyordu. Şeyh Said bu arada hem ticaret yapıyor hem de gittiği yerlerde insanlarla ilişki geliştiriyordu. Bundan dolayı onu tanıyanlar ve sevenler çoktu. Kazandığının çoğunu medreselerdeki eğitime vakfetmekten geri durmuyordu. Bu fedakârlığına rağmen bazı kesimlerin idam esnasında Şeyh Said’in paralarını düşünüp dillendirdiği iddiaları iftiradan başka bir şey değildir.

Şeyh Said ilim öğrenmek için medreseye başlar. Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palu’da eğitimini tamamlar. Şeyh Said bilinçli ve akıllı bir insandı. Medrese eğitiminin belli bir aşamasından sonra kendisini züht ve takvaya vererek irfani yönde geliştirir. Züht, takva ve irfan noktasında donanımını tamamlayan Şeyh Said, çevresindekilere İslâm'ın temel esaslarını ve tevhidi anlatmaya çalışır. Şeyh Said Medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din tedrisinden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerini okumuştu. Arapçayı Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu. Muhammed Said, daha sonra babası Şeyh Mahmud Efendi tarafından Kalikala (Erzurum)’nın Xînûs (Hınıs) ilçesine yerleştirilip ikamet ettirilmiştir. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin de bir üyesi olan Şeyh Said, bu cemiyetin kapatılması üzerine 1921’de kurulan Azadi cemiyetinin daveti üzerine bu cemiyete üye olur. Azadi’nin başkanlığını ise Şeyh Said’in kayınbiraderi Cibranlı Halit yürütüyordu. Şeyh Sait köy köy gezip İslam bilincini insanlara vermeye çalışır. Osmanlı’nın yıkılıp Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Cumhuriyetin kurucuları gerçek yüzlerini göstererek İslam karşıtlığına dayalı ırkçı politikalarını gün yüzüne çıkarmaya çalışır. Gün çalışma günüydü. Şeyh Sait aldığı eğitim gereği bu yapılanlara sessiz kalamazdı.

4 Ocak 1925 günü Şeyh Sait ve çok sayıda ileri gelen bölge şeyhleri ve ağalar Kırkan köyünde bir toplantı yaparlar. Bu toplantıda Şeyh Said’in şunları beyan ediyordu: “Mustafa Kemal’in, devleti kurduktan sonra toplumun hayatından İslami kural, kanun ve örfü çıkarmak için yaptığı icraatlar ve Kürd’lere verilen sözlerin yerine getirilmemesinden dolayı Müslüman Kürd halkının sabrı taşıyordu. Devletin gittikçe İslam’la alakasının kesildiğini gören Şeyh Said’in zihninde, silahlı bir kıyamdan başka bir çarenin kalmadığı fikri iyice pekişmiş, devletten umudunu keserek, bundan sonra Türklerle bir bağlarının kalmadığını şu cümleyle dile getirmişti; “Bizi Türklerle birlik kılan şeriat ve hilafetti. Türkler şeriatı yok sayıp hilafeti kaldırdıklarına göre artık bizi birbirimize bağlayan bir şey kalmamıştır.”

Şeyh Said, Müslüman Kürd halkının kıyamına öncülük etmek için ciddi hazırlıklar yapar. İşin ciddiyetini anlayan hanımı, Şeyh Said evden çıkacağı sırada şunları sorar: “Bey bey! Bizi bırakıp da nereye gidiyorsun? Sen gidersen bizim namusumuzu kim koruyacak? Bizim namusumuzu hiç düşünmez misin?" Oysa Şeyh Said’in cevabı nettir: “Hanım hanım! İslam’ın namusu ayaklar altındadır.” Hanımı, engel olamayacağını anlamıştır. Şeyh Said, şu sözleri dile getirip evinden ayrılır: “Hanım! Yarın ben kıyamet gününde Allah’ın ve Peygamberi’nin huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum. O zaman Allah bana ‘Ey Said! İslâm dinînin hükümleri ayaklar altına alındığında sen niçin sessiz kaldın, gücün ve imkânın olduğu halde niye başkaldırmadın?’ diye sorduğunda ben ne cevap vereceğim? Cehennem zebanileri beni sarığımdan tutup cehenneme çektiklerinde ben ne edeceğim? Hayır! Andolsun Allah’a ki, yalnız ben ve elimdeki asa bile kalsa batılın karşısına çıkıp kıyam edeceğim. Şehit olana kadar da mücadelemden asla dönmeyeceğim. Hem, ne ben Hz. Hüseyin’den daha makbulüm ve ne de siz O'nun ailesinden, Ehl-i Beyti’nden daha makbulsünüz. Ben üzerime düşeni yapmak zorundayım. Allah’a emanet olun!” Evet, ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir! Kardeşi Bahaddin ise O’na şöyle der: “Ağabey sen biliyorsun Kürt halkı bilgi yönünden pek gelişkin değil. Sen başaramazsın.”Şeyh Said’in cevabı takdire şayandır. Bahaddin, Bahaddin! Hiç merak etme ben Amed’de asılacağım, sen de Kuran’ın üzerinde şehit düşeceksin demiştir.

Kıyama Dair Birkaç Belge

Es- Selâmun Aleykum ve Râhmetullâhi ve Bereketuhu ve lehu’l- Hâmd Ve’l- minne hidâyet-i Rabbanî ile Dîn-i Mûbin-i Ahmedî’yi kâfir olan Mustafa Kemal’in yed-i zûlmünden tahlîs etmek ğazası niyetiyle Suşar’a hareket edildi. Bu Ğâzâ ile Cihad’ın mezheb ve târikat tefrîk edilmeden LÂ İLÂHE İLLALLÂH – MÛHÂMMEDÛN RESÛLULLÂH diyen bütün İslâm muvâhhîdleri üzerine farz olduğundan, mine’l- kadîm memleketimizde büyük bir gayret ve şecaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de Şeriât-i Ğarra-i Ahmedîyye’ye ve bu Cihâd-ı Ekber’e ittibâ edeceğinize itimâdım berkemâldir. Yâ eyyuhe’l- Ensâr,

Dinîmizi ve namusumuzu bu mülhîdlerin elinden kurtaralım. Size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet, bizi de kendisi gibi dinsiz yapacak. Bunlarla cihâd farzdır. Kurulduğu günden beri Din-i Mûbin-i Ahmedî’nin ( sav ) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, Kûr’ân ahkâmına aykırı hareket, Allah ve Peygamber’i inkâr ettikleri ve Halife-i İslâm’ı sürdükleri için gayr-i meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün müslümanlar üzerine farz olduğunu, cumhuriyetin başında bulunanların ve cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-i Ğarra-i Ahmedî’ye göre helâl olduğunu bildiririm.(4 Kanun-i Sânî 1341 Emîr’el- Mûcâhîdîn El Seyyîd Muhammed Sâîd El Nakşibendî)

Şeyh Sâîd Piran’daki düğünde şu konuşmayı yapar: “Medreseler kapatıldı. Dinî kurum ve kuruluşlar yasaklandı. Din ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı. Din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Küfür ve şirk hâkim oldu. Topraklarımız işgal edildi. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize (sav) dil uzatmaya cesaret ediyorlar. Ben, bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar ve dinîn yükseltilmesine gayret ederim.”

 “Haberiniz olsun ki ben kötü bir amaç için yola çıkmadım; zalim de değilim, bozguncu da. Kötü bir azgınlık ya da haksız bir isyan çıkarma amacında da değilim. Aksine Hz. Muhammed ( sav ) ümmetinin kötüye giden durumlarını düzeltmek için yola çıktım. Emr-i bi’l- maruf ve nehy-i âni’l- münker istemekten başka bir amacım yoktur. Her kim beni bu yolda haklı görürse şüphesiz ki Allah hakka daha lâyıktır. Ve her kim de benim şu söylediklerimi bana geri çevirip reddederse, Allah benimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar bekleyip sabredeceğim. Muhakkak ki Allah, benimle kavmim ve milletim arasında bir hüküm verecektir. Şüphesiz ki O, hakkın ve haklılığın en iyisini bilir.”
Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Ey iman edenler! Düşmana karşı savaş hazırlıklarınızı görün ve silâhlarınızı takınarak cenge hazır olun da, birlikler halinse savaşa çıkın veyahut seferber olun.” ( Nisâ, 71 ) Tarih: 13 Şubat 1925

Ansızın Patlayan Silahlar ve Umulmadık Anda Başlayan Kıyam Hareketi

Şeyh Sait 12 Ocak'ta Çapakçur'da (Bingöl), 15 Ocak'ta Daraheni'de( Genç), 21 Ocak'ta Lice'de ve 25 Ocak'ta Hani'de idi. Şeyh Sait buralarda halktan ve bazı Kürt ağaları ile toplantılar yapar. Şeyh Sait Piran'da kardeşi Abdurrahim'in evinde iken, Türk askerleri evi basıp, Şeyh Abdurrahim'e sığınmış bazı Kürtleri almak isterler. Şeyh Abdurrahim, kendisine sığınmış bu insanları, Şeyh Sait orada iken vermeyi reddettiğinden, askerler bu kişilere saldırırlar. Kürtlerde kendisine sığınılan kişinin başkaları tarafında zorla alınması hoş görülmezdi. Bu tür girişimler kendilerine saygısızlık olarak algılanırdı. Bunun neticesi olarak askerler ile oradakiler arasında çatışma çıktı. Böyle bir kışkırtma sonucu, kıyam hareketi beklenmedik bir şekilde, planlanmış zamandan önce, 8 Şubat 1925'de başladı.

Kıyam karşısında zor duruma düşen rejim bazı oyunlara başvurarak kıyamın önünü kesmeye çalışır. İnsanları para ile satın almaya çalışan ve bunun için o zamanki şartlarda büyük meblağları döken Kemalist rejim, bazı aşiretlerin kıyama karşı cephe almasını ve kendileri ile işbirliği yapmasını sağlar. O dönem bu tip insanlar Şeyh Said’e bağlı görünüp halkın namusuna ve malına tecavüz etmek suretiyle kıyama şaibe düşürmeye çalışırlar.    

Geri çekilme sırasında Şeyh Said ve beraberindekiler, 14 Nisan’da İran’a geçmek için doğuya yönelirler. 15 Nisan’da, Muş ve Varto arasındaki Abdurrahman Köprüsünde büyük bir kısmı yaralı olan diğer liderlerle birlikte bizzat bacanağı Binbaşı Kasım’ın rejim güçleriyle irtibata geçmesiyle Şeyh Said ve arkadaşları pusuya düşürülerek teslime zorlanırlar.

Türk Hükümetinin eline esir düşer ve hep beraber Amed’e (Diyarbakır) gönderilirler. Yargılandıkları zaman karar zaten belliydi. Şeyh Said ile beraber 48 arkadaşı idam edilir. Şeyh Said ve arkadaşları, 28 Haziran’ı 29 Haziran’a bağlayan gece, saat 02: 00’de büyük bir cesaretle yürür darağacına. Behçet Cemal’in yazdığına göre, Dağkapı meydanında dizilen 48 darağacı seyre çağrılanların iyi görmesi için aydınlatılmıştı. Seçkinlerin tribünü, darağaçlarının hemen karşısındaydı. İdam mahkûmları, sıralarını beklemek üzere tribünün önünde duralıyorlardı. Gecenin sabahında Kürt anaları bu olayın etkisinde şu ağıtı kütçe yakarlar: “Ezâ ezâ günüdür, Bugün ezâ günüdür. İdam edildi Şeyh Sâîd. Bugün matem günüdür.”

Şeyh Said ve arkadaşları sadece kıyam ve cesaretleriyle değil, idamı sırasındaki mesajlarıyla da bir neslin dirilmesine vesile olmuşlardır. İşte Şeyh Saidin ölüm anındaki ölümsüz mesajlarından birkaçı: “Başımdaki saçlarım adedince kellem olsa ve her birini tek tek koparsanız da gam yemem. Yeter ki davam Allah ve din için olsun.“ Cellâtlar ipi boynuna geçirince Kürtçe söylediği son sözü şu olmuştur; “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler.” Şeyh Said asılacağı sırada bir kâğıdın üzerine Arapça şöyle yazar: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir."

Şeyh Said Hareketi Sonucu İdama Mahkûm Edilenler[1]

1 – Şeyh Sâîd-ê Palewî

2 – Mıj (Muş) ve Gûmgûm (Varto) Cepheleri Kumandanı Şeyh Abdullah Melıkanî

3 – Gûmgûm’a (Varto) saldıranlardan aşiret reisi Hâlîd oğlu Kâmîl Toklîyanî

4 – Kâmil Toklîyanî’nin kardeşi Baba Bey

5 – Mezrâ (Elâzığ) Cephesi Kumandanı Şeyh Şerîf

6 – Dara Hênê (Genç) İnzibât Kumandanı – Geri Hizmetler Âmiri ve fıkıh otoritesi olarak tanınan Fâkîh Hesen Fehmî

7 – Dara Hênê (Genç) mıntıkasındaki Hacı Sâdık Valirî

8 – Palo (Palu), Mezrâ (Elâzığ) ve Çêwlîk (Bingöl) cephelerinde çalışan ve Kıyâmcılar nâmına Bingöl'de idâreyi ele alan reislerden Şeyh İbrahim

9 – Xarpıt (Harput) cephesinde savaşan ve mücâhîdler üzerinde etkisi olan Şeyh Ali

10 – Şeyh Celâl

11 – Dep’in (Karakoçan) Çan nâhiyesinden Şeyh Hesen

12 – Amed (Diyarbakır) ve Lıcê (Lice) çatışmalarında müfreze komutanlığı yapan İzzet Ğeribî oğlu Mûhâmmed Bey

13 – Çatışma sonucu yakalanan reislerden Mustafa Hênî (Hanili)

14 – Salih Bey

15 – Nezîb Dağları’nda tutuklanan Karakoçan’ın Çan nâhiyesinden Şeyh Abdullâh

16 – Karakoçan’ın Çan nâhiyesinden Şeyh Ömer

17 – Tekkesinde kıyâm hazırlıkları için toplantılar yapan Şeyh Adem-ê Hênî

18 – Madena Erğenê (Maden) İnzibât Komutanı Kâdrî Madenî

19 – Mücâhîdlerin temsilcisi olarak Molla Mâhmud-ê Pîranî

20 – Şeyh Şeymseddîn Farqînî (Silvan)

21 – Kıyâm propagandacılarından Şeyh İsmâil Termilî

22 – Şeyh Abdullâtif Termilî

23 – Gûmgûm (Varto) baskınından Molla Emîn Belıkanî

24 – Sâlîh Bey oğlu Hesen Hênî

25 – Arap Abdî

26 – Gûmgûm’a (Varto) yüz atlısıyla saldıran Helîl oğlu Muhammed

27 – Şeyh Şerif’in kâtibi ve arkadaşı Hesen oğlu Sûleyman Şinıkî

28 – Palo ve Mezrâ muhâcîrlerinden köy öğretmeni Molla Cemîl Musyanî

29 – Aşiretiyle ayaklanmaya katılan Az aşireti reisi Demirci Ömer oğlu Sûleyman

30 – Gêğî ( Kiğı ) saldırısına katılan Şerîf oğlu Sûleyman

31 – Fakih Hesen’in kâtibi Tâhir

32 – Mustafa Bey oğlu Muhammed Hênî

33 – Gûmgûm’dan (Varto) Şeyh Abdullah ile çalışan Şeyh Musâ oğlu Şeyh Ali

34 – Gûmgûm mücâhîdlerinden Hacı Hâlîd-ê Belıkanî

35- Gûmgûm’u fethedenlerden Gihadîn ( Diyadin )’li Timur Ağa

36 – Kâmil Hînûsî oğlu Abdullâtif

37 – Gûmgûm fatihlerinden Muhammed Mıjî ( Muşlu )

38 – Sûleyman Mıjî

39 – Bahrî Mıjî

40 – Usad şeyhlerinden Şeyh Cemil Zorâbâdî

41 – Çapakçurlu (eski Bingöl) Sûleyman oğlu Yusuf Çêwlîkî

42 – Yamaç aşiretinden Ali Badan

43 – Şeyh Abdullah’ın yanında savaşan Hâlîd

44 – Çatışmalarda yaralanan Muhammed oğlu Tahir

45 – Nahiye Müdürü Tayyib Ali

46 – Çêwlîk Kaymakamı Hûseyn Hilmi

47 – Şeyh Sâîd’in Alevî hizmetkârı “Çerko” lakaplı Yusuf oğlu Çerkes Jandarma Hâmîd Şeyh (Sâid’in Alevî hizmetkârı Çerko, mahkeme kararıyla serbest bırakıldı. Mahkeme reisi, Çerko’nun beraatini tebliğ edince, Alevî olan Çerko salona giriyor ve kahramanca şöyle haykırıyor: “Şeyh Sâîd’in olmadığı, İslâmsız bir dünyada, benim için hayat haramdır. Zillet altında yaşamaktansa, izzetlice idam sehpasında ölmek daha evlâdır.”Çerko idam ediliyor…

48–Sâlihoğlu Hesen

Günümüz İftiralarına, Şeyh Saidin Yargılama Sırasında Verdiği Cevaplar

 Kıyam bölgesi İstiklal Mahkemesi başkanı Giresun Mebusu Hacim Muhiddin (Çarıklı), savcı Karesi Mebusu Ahmet Süreyya (Özgeevren)üyeler Kozan Mebusu Ali Saib (Ursavaş) Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş) ve yedek üye Bozok Mebusu Avni'den (Doğan) oluşuyordu. Hacim Muhiddin'in göreve başlamadan istifa etmesi üzerinemahkeme başkanlığına Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu) getirildi. Yargıçla Şeyh Said arasında geçen birkaç diyalogu alıntılamamız meseleyi daha iyi anlama noktasında bizlere yardımcı olacaktır:

Din hükümleri zayıflamıştı. Gereğini yapmak istiyordum. Yüce Şeriat’ın hükümlerini uygulamayan bir hükümete karşı ayaklanmak vâcîbdir. Bu, bizim fıkıh kitaplarımızda yazar. Biz de bunu için kıyam ettik ve hükümete biraz olsun, Şeriat meselesini anlatmak istedik. Şeriat’ı uygulamalarını teklif edecektik. Allah’ın takdiri doğrultusunda bu iş gelişti. Şer’ân vacip olduğu için bu kıyama katıldık.

— Kıyamınızın sebebi nedir, onu söyleyiniz.

— Şeriat meselesi, bir de Sebil’ur- Reşâd’ın yazdıkları hiddetimi arttırıyordu. Bizi teşvik ediyordu. Ben bu fikri, yazı ile halletmek için gidip münakaşa-i ilmîyye yapayım dedim ve bazı rüfeka bulmak istiyordum. Fakat Takdir-i İlâhî beni Pîran’a sürükledi.

— Şeyh Efendi bunları bırak, kıyam sebeplerini söyle!

— Kıyamımızın sebebi, Pîran köyünde bir olay oldu. Çatışma oldu. Taraflardan mecruhlar oldu. Bu da bana atfolundu.

— Pîran’a gelmezden evvel de din meselesinden dolayı kıyamı düşünüyordun, değil mi?

— Kalbimde tasavvur ediyordum, lâkin muharebe suretiyle değil, risale yazıp Şeriat ahkâmını bildirmek için kanunları da Şer’â mutabık bir şekilde talep etmek istedik. Meclis-i Mebusan’a göndermek istedim.

— Ne için yapmadınız, böyle bir risale yazmadınız?

— Allah’ın kaderi bırakmadı. Pîran olayı çıktı, önünü alamadık.

— Şeriat ahkâmı icra edilmiyor diye isyan ettiniz demek?

— İmam, Şeriat ahkâmını icra etmezse, dedim. Bu kıyamın cevazına delildir. Vekta ki vuk’u buldu, işte Şeriat da “vâcibdir” diyor. “Hiç olmazsa günahkâr olmayız” dedim.

Şeriat hükümleri tatbik edilmezse, tüm Müslümanlar üzerine kıyam vâcibdir.

— Amacınız neydi?

— Şeriat hükümlerinin hükümet tarafından uygulanmasını sağlamak düşüncesi, benim başımda yaşayan bir fikir ve arzuydu. Bunu, gerektiğinde söylemekten de çekinmezdim.

— Neticelerini düşünmediniz mi?

— Şeriat uğrunda ölürsek, dinsiz gitmeyiz.

Ayaklanmayı nasıl düşündünüz? Sizi kışkırtanlar var mıydı? Yoksa ilham mı vaki oldu?

— Hâşâ! İlham vaki olmadı. Kitaplarda gördük. İmam ne zaman Şeriat kurallarını uygulamazsa üzerine kıyam vâcibdir. Hükümete Şeriat kurallarını uygulama sorumluluğunu anlatmak istedik.

Başarıyı ne ile tahmin ediyordunuz?

—"Üzülmeyin, gevşemeyin! Eğer gerçekten iman etmişseniz, muhakkak ki üstün gelecek sizlersiniz” ayetinden anlıyoruz.

—İslâmiyet böyle oldu, şöyle oldu, ayaklanma vâcîbdir,” diyorsunuz. Sonra ayaklanıyorsunuz. Bunca Müslüman kanı dökülmesine sebep oluyorsunuz. Bu günahı düşünmediniz mi? Bu günah değil mi?

— Şeriat’ı inşallah tamir ederiz, bir miktar can kaybı olsa da yine Şeriat içindir, dedik.

— Herhalde bir tertibatınız vardır. Tertibatsız, şuursuz böyle beyhude yere Müslüman kanı akıtmak caiz mi? Bunu niye evvelden düşünmediniz?

— Şeriat’ı inşallah bozmam, dedim.

— Şeriat kuralları uygulanmıyor diye ayaklandınız öyleyse.

— Allah, Kûr’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Fitne ortadan kalkıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (Enfâl, 39)  İmam Şeriat ahkâmını icra etmezse dedim, bu ayaklanmanın meşruluğuna, geçerliliğine delildir. Vekta ki vuk’u buldu, işte Şeriat “vâcibdir” diyor. Hiç olmazsa günahkâr olmayalım, dedim. Hepimizin bildiği gibi, Hz. Hûseyn, zalim olan Yezit’e karşı kıyam etmiştir.

— Diyarbekîr’i aldıktan sonra müstakil bir Kürdistan Krallığı kurmak istiyor mu idiniz?

— Krallık bilmiyoruz. Benim yegâne maksadım, din hükümlerini tatbik ettirmekti. Kürdistan Krallığı’nı kat’iyyen düşünmedim. Kesinlikle müstakil bir Kürt Devleti ve Kürt Krallığı değil, Şeriat’ın yaşanmasını arzulamıştım. Putperestlik dinîni ihyaya ve âyan-ı mefkûrelerini icraya çalışan bu laik Türk hükümetini, Cemiyet-i İslâmîyye tenbîl ederek bir İslâm hükümeti vücuda getirmek amacında idim.

— Siz yalnız Kürtlerle mi iş görmek istiyordunuz? Eğil taraflarında Türkler ve büyük adamlar da var, onlarla neden görüşüp işbirliği yapmıyordunuz?

— Eglê taraflarına, Ergene’ye gittim. Türkleri de çağırdım. Onlara “dinîmize çalışalım” diyordum.

— Onlar sizinle beraber ayaklandılar mı?

— Tutan tutuyor, tutmayan tutmuyordu sözümü…

Sonra Mazhar Müfit Kansu, elindeki belgeyi sesli bir şekilde okuması için kâtîbe emretti. Bunun üzerine kâtip, belgeyi okumaya başladı:

“Türk Cumhuriyeti’nin İslâmiyet’e mugayir ahval ve harekâtı ve bilhassa muhibb-i İslâmîyet olan Kürt eşraf ve hanedanına reva görmekte olduğu mezâlim ve hakaret ve kin ve nefret birkaç seneden beri gazete ve evrak-i remîyyelerinde okunuyor. Ve bunlar Ermenîlere yaptığı muâmeleyi Kürt müteneffizânına da bir muâmele yapmak fikrinde oldukları ve hatta geçen sene içtima eden Meclis-i Mebusan’da bu hususun müzâkere kılındığı ve karar verildiği de mevsuk-i menafiden istihbâr kılınmış ve buna dair de birçok alim mesbuk ve mevcud olmuştur. Salâbet-i İslâmîyye ve asabîyyet-i Kürdîyyesi galeyana gelen birçok zevat bir Cemiyet-i İslâmîyye teşkil ederek mûstakîl bir İslâm hükümeti vücuda getirmek fikrindedirler. Allah muvaffakîyyet versin. Âmin.

İşte İslâmiyet’ten fersah fersah Irak olan, âded-i kadim putperestlik dinî ihya ve ayin-i metrukelerini icraya haşve atan bu Türk Laik Hükümeti’nin izmihlâline çalışanlara an semi’ul- kele muavenet-i maddîyye ve bedenîyyede bulunacağımızı ve bu uğurda icap eden her türlü fedakârlığı ifada tereddüt ve rehavet göstermeyeceğimizi ve emin olduğumuz her ferdi, her zatı bu hususa tahrik ve teşvik edeceğimizi taahhüt eylediğimizden iş bu taahhütnamenin zî’rini bitawerriza imza ve tehmir eyleriz.

— Ama hükümet din hükümlerini bırakmıştı.

— Hamdolsun hepimiz müslümanız. Kur’an okuyoruz, zekât veriyoruz.

— İslâm, sadece Kûr’ân okumak ve zekât vermekten ibaret bir din değildir. İslâm, okunan Kuran’ı hayatımıza ve devlet-i âliye hâkim kılmak demektir. Hem din cezalarından hangisi var?

Ali Saip sertleşti:

— İslam içinde sizden bilgin yok mu? Varsa neden sadece siz düşünüyorsunuz?

—Âlim elbette çoktur.

—Bunlar yapılmıyorsa, onlar neden talep etmiyorlar?

—Ne kadar ehli şeriat varsa hepsi talep ediyor. Fakat canından, malından korkuyorlar.

—Bunların içinde âlimi ve cesuru sen misin?

—En âlimi ben değilim, fakat tehlikeye atılan benim.

Mahkemenin bitmesi üzerine Şeyh Sâîd Efendi, etrafındakilerin duyabileceği bir şekilde şunları mırıldanır: “Artık ölümden korkmuyorum, şu anda gelse bile… Allah bu davayı ölüme terk etmeyecektir. Sonucu Allah’a bırakıyor ve O’nun vereceği cezaya razıyım.” Zalim ve katillerle elbet mahşer gününde hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin âhını boynuzlu keçiden alırlar. Bana şehâdeti nasip eden Allah’a şükrediyorum. Şunu bilin ki, benim kanım sizin inkılâbınızı boğacaktır.

Şeyh Sâîd Kıyâmı’nda, TC tarafından dünyada ve tarihte eşine ender rastlanır bir şekilde terör estirildi; rejim, önüne gelen herkesi astı. Sırf Türkçe bilmediği için asılanlar oldu. Mahkeme hâkimleri kimi zaman karşılarına Türkçe bilmeyen insanlar getirildiğinde, “Türkçe bilmeyen birinden vatana millete zaten fayda gelmez” deyip idam kararları veriyorlardı. Kıyamda ölenlerin sayısı hakkında resmi rakamlarla gayrı resmi rakamlar arasında çelişkiler vardır. Gayrı resmi rakamlara göre bu kıyamın sonucunda 14 şehir, 700 köy, 9000’e yakın ev harabeye döndü. 50.000 kişi göç ettiriliyor, yaklaşık 7.500 kişi zindanlara atılıyor 660 kişi idam ediliyor. 80.000 insan öldürülüyor. Bu zulüm 1927’ye kadar devam ediyor. Birçok yerde insanlar ahırlarda toplu bir şekilde yakılıyorlar. Zalimler için çocuk, ihtiyar, kadın veya hayvan hiç fark etmiyor. Hepsi birlikte yakılıyorlardı. Kıyam sırasında onlara destek veren insanlar da zulümden kurtulamadılar. Sistem bu şekilde kendilerini garantiye alıyordu.

Eğrisiyle Doğrusuyla Şeyh Said’in Ardından Söylenmiş Birkaç Söz

Rejim tarafından sürekli ayrılıkçı, bölücü, İngiliz destekli olarak iftiralara uğrayan şeyh saidin kıyamı hakkında birçok kişi görüş belirtmişlerdir. Şeyh saide karşı çıkanlar bile kendi söyledikleriyle sonradan çelişmiş ve kısmen de olsa hakikati dile getirmişlerdi. Ayaklanmanın İslami bir karaktere sahip olduğu itirafı bizzat Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Celal Bayar, Metin Toker, Şevket Süreyya Aydemir, Behçet Cemal ve İngilizler ifade etmişlerdir.

Cumhuriyet dönemi Türk-İngiliz İlişkileri konusunda yetkin bir uzman olan Ömer Kürtçüoğlu konu hakkındaki İngiliz belgelerini (tabi ki izin verilenler kadarıyla) taradıktan sonra “İngiltere’nin Kürt sorununa karşı genel ilgisi gereği ayaklanmayı yakından izlediği fakat destekleyici bir tutumdan da kaçındığı” tespitini yapar.

Konunun uzmanlarından bir başka akademisyen Mete Tuncay ‘Hemen belirteyim ki resmi ideolojinin ileri sürdüğü ve sol çevrelerde de benimsenen bu harekete İngiliz kışkırtmalarının yol açtığı tezi inanılması güç görünüyor” demiştir. [2]

İsmet İnönü: Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı ya da meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır.[3]

Resmi tarihin ‘İngiliz desteği’ iddiası taktik ve stratejik açıdan da tutarsızdır. Çünkü yabancı yardımına dayalı bir ayaklanmanın ülkenin ortasında değil, yabancı yardımının en kolay ulaşacağı sınır bölgelerinde başlaması gerekirdi. Oysaki Seyh Said ayaklanması yabancı yardımına hiç elverişli olmayan iç kesimlerde gerçekleşmiştir. Bu gerçeği dönemın Erzurum milletvekili General Rüştü’nün kıyam vesilesiyle basına yaptığı açıklamada da görmek mümkün. General diyor ki,‘Hadisede yabancı parmağı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Genç ve Muş memleketin ortasındadır. Yabancılarla temas etmek amacı olsaydı, asiler sınıra yakın mesela Zabo ‘ya çekilip şimdiye kadar tek bir memurumuzun girmediği aşiretlerle birleşebilirdi.[4]

Ayaklanmanın ilk günlerinde ortaya çıkan ‘İngiliz desteği’ söylentisini İngilizler başından sonuna kadar reddetmişlerdir, o günden bu güne bu iddiayı destekler hiçbir belgede bulunamamıştır.[5]

Mr. Lindsay 23 Mart 1923 tarihli raporunda ‘ İç karışıklıklarının Türkiye’yi barış içinde kalkınma işinden alıkoymasının İngiltere’nin çıkarlarına uygun düşmediğini söylediğini söylemektedir’[6]

Hilafetin kaldırılmasına Musul’daki İngiliz yetkili bakın nasıl tepki veriyordu:” Bu İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel bir şey. Musul sorunun çözüme kavuşturulmamış olduğu bir sırada halifeliğin kaldırılması İngiltere’nin İslam etkeni dolayısıyla duyabileceği endişeyi gidermek için bire birdi.[7]

Dr. Rıza Nur kıyamın Kürtçülükle bir alakası olmadığını kanaatini bizzat Şeyhi yargılayan mahkemenin reisinin ağzından naklettiği bir söze dayandırır. ”Şeyh Said gayet dindar bir adammış. Medreseler ve tekkelerin ilgası, şapka giydirileceği şayiası bu adamı tehyiç etmişti. Resmi tahkikat asla milli bir Kürt isyanı olmadığını göstermiştir. Ben bunu orada İstiklal mahkemesi reisliği yapan Ali Saib’e sordum. O da ‘asla Kürtçülük meselesi yoktur, Sırf dindir” dedi.[8] Zaten Şeyh Said’in son sözleri; Velaübali bi-salbi ala cüzui’r-rediLev kane masrai fillahi ve fiddin ( Eğer Allah ve din için kavga vermişsem Basit dallarda asılmaktan perva etmem.) tüm bu iddiaları susturmaya yetiyor.

Cemal Kutay (Tarihçi):“İsyanın gayesi dini kurtarmak ve bilhassa Osmanlı Halifeliğini yeniden kurmak şeklinde gösterilince, Genç ve Diyarbakır dışında bulunan ve Şeyh Said’in manevi nüfuzu altında bulunmayan Kürt aşiretleri isyana iltifat etmedi.”[9]

Şevket Süreyya Aydemir (Tarihçi):“İsyan bir milli hareket, yani Kürtlük, Kürt istiklali gibi sloganlarla değil, ‘dini kurtarmak, şeriatı kurmak’ gibi dumanlı, sınırları belirsiz tahriklerle başladı. İsyan bir hafta gibi kısa bir zaman içinde bazı vilayetlere yayılmakla beraber, daha ziyade bir ‘beyler, şeyhler’ isyanı olarak kaldı. Bu beylerin, şeyhlerin iradelerine bağlı olarak isyana sürüklenen kulların, müritlerin önemli yekûnlara varmasına rağmen, bir halk hareketi halini almadı. Kürtlerle meskûn bütün bölgelerde, milli bir hareket haline gelmedi. Bu sebeple bazı yazarların kullandığı ifadeye rağmen, Şeyh Said isyanını, bir Kürt isyanı olarak vasıflandırmak zordur.”[10]

Feridun Kandemir (Yazar):“Şeyh Said’in peşine taktığı adamlarla ayaklanması suretiyle başlayan bu isyan, asla bir ‘Kürt isyanı’ değil, memlekette, bilhassa o devirlerde sık görülen mevzii ayaklanmalardan biri idi.”[11]

Metin Toker (Gazeteci-Yazar):“Şeyh Said, bir Kürt lideri gibi davranmaktan ziyade bir ‘karşı ihtilal’in ilk darbecisi gibi hareket ediyordu ve açtığı bayrak, hilafet bayrağıydı, şeriat bayrağıydı.”[12]

Uğur Mumcu (Gazeteci-Yazar):“Şeyh Said ve yargılanan diğer şeyhler, amaçlarının ‘Kürtlük’ olmadığını, ‘din uğruna kıyam ettiklerini’ söylemişlerdi. Gerçekten de ayaklanmanın kökeninde dinsel duygular yer almaktaydı. Türk-Kürt çelişkisi söz konusu bile değildi. Çelişki, laik devlet ile Nakşibendî tarikatı arasındaydı.”[13]

İlhan Selçuk (Gazeteci-Yazar): “Şeyh Said ayaklanmasında, cumhuriyetçiler ile şeriatçılar çarpıştılar. Çatışmadaki‘etnik’ renk, olayın toplumbilim açısından özünü saptıramaz. Bilimsel yaklaşım, etnik ayrımın da altını çizmekle birlikte, tarihsel dönüşümün cumhuriyetçi-şeriatçı çelişkisini öne çıkarmak zorundadır.”[14]

İsmail Beşikçi (Yazar):“Doğudaki aşiret reisleri, çok çeşitli görevleri bir arada yürütüyorlardı. Bazı aşiret reisleri sadece aşiret reisi olarak kaldıkları halde, bazıları aşiret reisliği ile birlikte dini reisliği, yani şeyhliği de beraber yürütüyorlardı. Bazıları ise, hem aşiret reisi, hem dini reis, hem de milli liderlik fonksiyonlarını benimsemişlerdi. Şeyh Sait, böyle bir liderdir. Şeyh Sait, Palu ve Hınıs’taki çeşitli medreselerin kurucusu, yani Palevi Tarikatı’nın da başı olduğu gibi, çevredeki aşiretlerin de reisidir. Bu üç fonksiyonun onda birleşmesi kendisini çok güçlü kılmış ve merkezle meydana gelinen büyük çatışmanın liderliğini yapmıştır. Fakat şurası muhakkak ki, Şeyh Sait hareketinin ulusal bir niteliği yoktur. Şeyh Sait isyanı merkezin yetkilerine karşı yapılan ilk büyük çıkış olmuştur. Bu isyanda tamamen dini sloganlar kullanılmış ve hareket tamamen irticai mahiyette bir hareket olmuştur. Bu hareketin geniş kapsamlı oluşunun en önemli sebebi, isyanın lideri olan Şeyh Sait’in yukarda söz konusu ettiğimiz fonksiyonlara (aşiret liderliği ve tarikat liderliği) sahip olmasıdır.”[15]

Necip Fazıl Kısakürek (Şair-Yazar): “Şeyh Said’in İngilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup (güney) istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak Kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve davasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi. Bu vaziyette, Türk hükümetinin dine karşı tavrı da, kendi devletinin nizamını kurmak varken onu fazla alakalandırmamak gerekirdi. O, dini zedelenmeye doğru giden bir Türk gibi hareket etti ve neticelerini hiç düşünmeden kendi öz hükümetini, Ankara’yı toslamaya davrandı. Bu davranışın yanlışlığı yanında samimiyeti açıktır ve Şeyh Said’e, Mahkeme’de verdiği cevaptan da anlaşılacağı gibi, Kürtlük gayreti ve İngilizlerle irtibat zilleti isnat etmek vicdansızlıktır.[16]

Lord Kinross:“Piran’da başlayan ve Doğu illerine yayılan isyanın elebaşısı Şeyh Sait adında Hınıslı bir aşiret başkanı idi. O bölgedeki Nakşibendî dervişlerinin de başı olan ŞeyhSaid, aşiretini, halifeliğin kaldırılmasına ve Kemalist hükümetin ‘kâfirce’ siyasetinekarşı ayaklanmaya çağırdı. 13 Şubat 1925’te, birkaç haftalık sürekli bir propagandadan sonra ‘Allah’ın emriyle’ isyan ilan etti. Yeşil Müslüman sancağı altındaki kuvvetleri, şeriatı geri getirmek amacıyla, bölgeye yayılarak hükümet binalarını ele geçirdiler. Jandarmaları tutukladılar. Elazığ ve Diyarbakır şehirlerine yürüdüler. Lakin Halk Fırkası’nın aşırı kanadındakiler, aksi görüşü savunuyorlardı. Bu ayaklanma bir karşı ihtilal teşebbüsü olabilir, Doğu illerinden Türkiye’nin başka yerlerine sıçrayarak, rejimi devirmeyi hedef tutan bir hareket halini alabilirdi. Şeyh Sait’le adamları, dağlık Doğu bölgelerinde ellerinde yeşil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim; bankaları, evleri, dükkânları basıp yakarak ‘Hak yolunda ilerliyorlardı. Türklerden, Tanrı adına teslim olmalarını istiyorlardı. Vaizler onlara cennette ödüller vaat ediyordu. Yerden ve havadan; Halife’nin kendilerinden fedakârlık istediğini, halifelik olmadan Müslümanlığın da olamayacağını bildiren beyannameler dağıtılıyordu. Şeriat geri getirilmeli; okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren hükümetin başı ezilmeliydi. Şeyh Sait, Kürt istiklali yerine din davası ile ortaya çıktığı için komşu kabilelerden kendine fazla taraftar toplayamamıştı. Bunlar bir Nakşibendî dervişinin ruhani başkanlığını kabule yanaşmıyorlardı. Şeyh Sait, dava sırasında sakin davrandı. Din elden gittiği için isyana kalktığını söyledi. Öteki Müslümanlara kılıç kaldırmakla günaha girdiğini kabul etmedi, onlar nasıl olsa imansızdılar. İsyanı başarabilmiş olsa, medreseleri tekrar açarak, şeriatı geri getirecek, Mecelle’yi [Osmanlı hukuku] yeniden uygulayacak; yalancının dilini, hırsızın elini kesecekti. Şeyh Sait sehpaya çıkarken, mahkeme başkanına gülümseyerek: ‘senden hoşlandım, ama kıyamet gününde hesaplaşacağız’ dedi[17]

Celal Bayar (Cumhurbaşkanı):“Şeyh Said’in 1925’lerde yapmak istediğini, İran’da Humeyni yapmaktadır.”[18]

Kazım Karabekir (Şark Cephesi Komutanı):“Şark vilayetlerimizde idare-i Örfiyeyi (sıkıyönetim) gerektiren hadiseler zuhura gelmiştir. Bu mahdut mıntıkanın harici teşvikatla (dış kışkırtmalarla) bazı emellere nail olmak için halkı dini tahrik ile ihlal ettikleri anlaşılmıştır. Dini alet ittihaz ederek mevcudiyet-i milliyemizi tehlikeye koyanlar lanete layıktır.”[19]

Süleyman Demirel (Eski Cumhurbaşkanı):“Türkiye’de irtica lafları, Şeyh Said isyanıyla beraber başlar. Şeyh Said isyanı mahkemesinin iddianamesinde irtica vardır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ve Serbest Fırka’nın kapatılmasında da bu iddialar vardır.”[20]

Sadi Koçaş (Eski Başbakan): “Bu ayaklanmada görülen ve iddia edilen en önemli gerekçe dini idi. Laik devlet anlayışını hazmedememiş, özellikle dış mihrakların tahrik ettiği sözde dindar Şeyh Said ve benzerlerinin açıkladıkları tek gerekçe, ‘din elden gidiyor” sloganıydı.”[21]

Avni Doğan (Şark İstiklal Mahkemesi Üyesi):“Asilerin propagandaları, Türkiye Cumhuriyeti idaresinin şeriatı kaldırması ve şapka giyilmesi, kız ve oğlan çocuklarının bir arada tahsil yapmaları gibi irticai esaslara dayanıyordu. İsyan genişledikçe bu propagandaya Kürtlük cereyanları da karışmaya başladı. Şeyh Said, sağa sola yolladığı emir ve tebliğlerde ‘Emir’ül-Müminin’(Müminlerin lideri) imzasını atacak kadar cesaretlenmişti.”[22]

Mahmut Goloğlu (Yazar):“İslam dininin en bağnaz ve tutucu olanlarını içinde toplamış olan Nakşibendî tarikatının en çok etkili olduğu Doğu bölgesinde; hükümetin dinsizliği, milletin dinsizliğe götürüldüğü, dinin kaldırılmak istenildiği, dinin yitirilmekte olduğu, bunu önlemek gerektiği gibi söylenti ve propagandalarla devrim tepkilerinin belki de en büyüğü denebilecek olan ayaklanma başladı.”[23]

Hikmet Kıvılcımlı (Sosyalist): “Şeyh Said isyanı gerek milli, gerekse milletlerarası mikyasta irticaydı.”[24]

Murat Bardakçı (Tarihçi):“1925 yılında çıkan Şeyh Said ayaklanmasında, dava bağımsız devlet sorunu değildir. Şeyh Said’in ihtilal değil, istekler beyannamesi ele geçmeden, kendisi idam edilmiştir. Bu belge, bildiğimiz bir devlet kuruluşundadır. İçinde sadece, Islami beraberliğin neden ihmal edildiği anlatılır ve kendilerinin devlete sadakatleri hikaye edilir.”[25]

Kadir Mısıroğlu (Yazar): “Şeyh Said’i isyana icbar ettiler. Gözdağı vermek için. Şartları öyle hazırladılar. Ama Şeyh Said Kürtçü değildir. Şeyh Said kurbandır. Aferin iyi yaptı diyemem, onun hareketiyle zulmün ceberruti gücü sabit oldu; başkaları isyan etmemekte mazur oldu. Ama hesap yanlışı yaptı, bu kadar insanın öldürülmesine sebep oldu. Yalnız şarka, onu ezerek gözdağı vermek istediler.”[26]

Orhan Türkdoğan (Bilim Adamı):“Manisa’da Nakşibendî tarikatına mensup olan Giritli Mehmet ve arkadaşlarının tekke ve tarikatlarının kapatılmasına tepki olan ayaklanmaları, 1925 yılının Şubatında Nakşibendî tarikatının en yoğun olduğu Doğu bölgesinde patlak veren Şeyh Sait ayaklanması ile ortak noktalar taşır. Doğu ayaklanmasının baş yöneticisi olan Nakşibendî Şeyh Sait; dinin elden gittiği gerekçesi ile eyleme geçti.”[27]

Thomas Bois:“Piran’lı Şeyh Said’in 1925’teki isyanı, hoşnutsuzluğun ilk işareti olmuştur. Müslümanların fanatizmi olarak nitelendirilen bu isyan, Cumhuriyetin reformlarını tehdit etmesi nedeniyle feodal kalıntıların ve halifeliğin Atatürk tarafından kaldırılmasına karşı düzenlenmiştir.”[28]

Arnold J.Toynbee:“Şeyh Said 13 Şubat’ta isyan bayrağını açmış ve birkaç hafta içinde ayaklanmayı geniş bir bölgeye yaymıştı. İsyancıların programlarının başlıca maddeleri, Mustafa Kemal Paşa’nın laik hükümetinin kaldırdığı şeriatı geri getirmek ve Sultan Hamid’inoğullarından Selim Efendi’yi Sultan ve Halife ilan etmekti.”[29]

Bernard Lewis:“Ayaklanmayı,‘Allahsız Cumhuriyeti’ devirmeyi ve Halife’yi geri getirmeyi isteyen derviş ve şeyhler yönetmişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal, tekkelerini kapatarak, birliklerini dağıtarak ve toplantılarını, ayinlerini ve özel kıyafetlerini yasaklayarak, dervişlere karşı harekete geçti.”[30]

Paul Gentizon:“Şeyh Said, din adına ‘Cumhuriyetin imansız öncülerine’ karşı koydu. Dervişler, şeyhler, hatta bazı hocalar, büyücüler, sihirbazlar, istihareciler bir nevi mâlikane saydıkları bölgelerinde, Cumhuriyetin yenileştirme gerçeğine karşı koymakta yarar görüyorlardı. Bu bakımdan eski sarıklılar, Ankara’dan gelen en ilmi gerçeği bile yanlışlık ve dinsizlikle lekelemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.”[31]

Mustafa Akyol: Şeyh Said’i İngilizlerin kışkırttığı”nı okur dururuz. Bu, bize yine devlet tarafından belletilen “iç düşmanları kullanan dış mihraklar” ezberinin “kurucu efsane”sidir. Gelgelelim, bu efsanenin pek bir temeli yoktur. Çünkü gerçekte Şeyh Said’in İngilizler adına hareket ettiğini, onlardan aktif destek aldığını gösteren hiç bir delil yoktur elde. Dr. Yaşar Kalafat’ın isyan hakkındaki kitabında belirttiği gibi “bu konuda çeşitli iddialar ortaya atılmışsa da İngiltere’nin isyandaki yeri hakkında belgelere dayalı kesin bilgiler ortaya konulamamaktadır.” (Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, s. 179) Aslında isyanın kaynağı “dış”ta değil “iç”tedir. En büyük sebep de, Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’ndaki “Müslüman kardeşliği” temasını bırakarak birden bire laikçi ve Türkçü kesilmesidir. Kırılma noktası, Şeyh Said isyanından on ay önce Ankara’da alınan iki karardır: Medreselerin yasaklanması ve Hilafetin kaldırılması.[32]

Kürt tarihi uzmanı David McDowall (tarihçi-yazar): “Hilafetin kaldırılması… Kürtler’in Türklere karşı duyduğu son ideolojik bağı da kopardı… Türkiye’nin 1912–22 arasındaki savaş yıllarını aşmasına yardımcı olan Kürtler, bu kez onun düşmanları haline geldiler… Bunlar, dindar şeyhler ve eski Hamidiye ağalarıydı ki, Halife’nin savunulmasına samimi olarak inanıyorlardı. Şimdi bu insanlar arasında, onların daha önceden en ufak bir bağlantı kurmayı kabul etmedikleri kişiler, yani Kürt milliyetçileri, bir direniş geliştireceklerdi.”[33]

Sadık Yanlızucan: Necip Fazıl bir ‘öcü’, bir ‘canavar’ olarak sunulan Şeyh Said’e ilişkin, o ana değin okuduklarımı tümüyle ters yüz edecek şeyler anlatıyordu. Şeyh Said ve yakınlarının, dostlarının sözüm ona Cumhuriyeti yıkmak üzere muazzam bir ‘kıyam’ gerçekleştirdikleri, bunun ‘dış güçlerce geriden kurgulanmış bir ‘hain saldırı’ olduğu söylenerek bu güzel insan ve yakınları acımasızca yok edilmiştir. Yargılanmaları, asılmaları zaten başlı başına hukuk dışı, ahlak dışı ve zorbacadır. Kamu vicdanında derin yaralar açan böylesi kıyımlar bizim yakın tarih belleğimizi oluşturur.
Egemen sisteme ters düşenin hain, alçak, dış güçlerin piyonu biçiminde nitelendiği kara bir dönem… Hukukun çiğnendiği, ahlaki olanın tersyüz edildiği bir süreçtir bu… Esas itibariyle, Şeyh Said’in kalkışmasındaki temel motivasyon, Cumhuriyet modernleşmesinin köktenci seküler reformlarınadır. Bu itiraz’ın ustaca kotarılmış bir manipülasyonla, bir tür örgütlü bir ‘isyan’ biçiminde nitelenmesi ve her türden bireysel ve kamusal hukuk normlarının çiğnenerek kıyıcı biçimde bastırılmasının ne bunu yapanlara ne de kamuya bir yararı olmadığı gibi, bugün hala kamusal vicdanın, özellikle de Kürtlerin belleğinin kanamasına yol açtığı açıktır. Hatta hareketin neden başarıya ulaşmadığı konusunda şu tespit önemlidir: Şeyh Said'in ulusalcı bir çizgiden çok İslamî bir kimlik benimsemesi ve bu nedenle özellikle alevi Kürtlerden yeterli desteği görmemesi. [34]

Şeyh Said'in ulusalcı bir çizgi benimsemediğini şu sözlerinden de anlamak mümkündür ; "Hamdolsun Müslüman’ız, Kürt, Türk yoktur, bütün hattı harekâtımızı bizim Kur'an-ı azimüşşandan ihraç ediyoruz."

Şeyh’in torunlarından Ahmed Fırat’ın Dava dergisinde yayımlanan bir söyleşisinde (Haziran-Temmuz, 1990)  söylediği gibi, kendisinin ‘İngilizlerle ilişkisi olduğu’na dair iddia kirli propagandanın bir parçasıdır. Kalkışmanın özünü, seküler reformlara itiraz oluşturmaktadır.

Gördüğünüz gibi kaynaklarıyla her çeşit görüşten insanların yorumlarıyla Şeyh Said kıyamının Kürtlük ve İngiliz desteğiyle alakası olmadığını anlamak hiçte güç değil

Şeyh Said başta olmak üzere, yakın tarihimizin bütün itirazlarını resmi tarihin etkilerinden azade biçimde okumamız ve yorumlamamız, yeni kuşak açısından çok önem arz etmektedir. Cumhuriyet’i kuran iyilerle, onu yıkmaya çalışan kötülerin hikâyelerine dayalı mistik bir tarih kurgusunun dışına çıkma vaktinin geldiğine artık kendimizi inandırmalıyız. Ve bu konuda her zaman resmi ideolojiden bağımsız olarak bir şeyler ortaya koyabilmeyi becerebilmeliyiz. Şeyh Said'in Kürt milliyetçisi olduğu ve kıyamın Kürt isyanı olduğunu zihinlere kazımaya çalışan resmi ideolojiye verdiği en güzel cevap ise ''Kürdistan diye bir devlet hiç düşünmedim. Benim yegâne maksadım İslam'ın hâkim olması ve hükümlerinin tatbik edilmesiydi!'' sözüdür.

Şeyh Said ve Arkadaşlarının mücadelesinin İslami bir mücadele olduğunu ve onların sevdasının milliyetler ve uluslar üstü olduğunu vurgular, Şeyh Said ve arkadaşlarını rahmetle ve dua ile yâd ederiz.

DİPNOTLAR:

[1] İbrahim Sediyani, Şeyh Said Kıyamı, http://www.haksozhaber.net/sehid-seyh-saidi-rahmetle-aniyoruz-15275h.htm

[2] Mete Tuncay T.C.T.P.Y.K(1923–1931) S.130

[3]İsmet İnönü, Hatıralar, 2.Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987, s.202

[4] B.Cemal s,51

[5] M.K. Öke Musul meselesi kronolojisi s 168

[6] B.Şimşir İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt sorunu(1924–1938) s 291–292

[7] M.K. Öke İngiliz ajanı Binbaşı E.W.C.NOEL ‘in Kürdistan misyonu s,22–23

[8] Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, IV, İstanbul 1967,

[9] Cemal Kutay, Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, cilt: 19, s.11505.

[10] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt: 3, İstanbul 1975, s.225–227

[11] Feridun Kandemir, “Şeyh Said İsyanı”, İnci Dergisi, Sayı: 16 (28 Haziran 1952), s.20

[12] Metin Toker, Şeyh Said ve İsyanı, Akis Yayınları, Ankara 1968, s.17.

[13] Uğur Mumcu, “Halklar Kardeştir”, Milliyet Gazetesi, 03 Mart 1992, s.7.

[14] İlhan Selçuk, “Kıyam”, Cumhuriyet Gazetesi, 07 Ağustos 1991

[15] İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, EYayınları, İstanbul 1969, s.210, 212

[16] Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, 10.Baskı, Istanbul 1990, s. 53, 54

[17] Lord Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Milliyet Yayınları, İstanbul 1965,s.605, 607, 610, 611

[18] Kurtul Altuğ, “Celal Bayar Anlatıyor, Kritik Olayların Perde Arkası”, Tercüman Gazetesi,12 Ekim 1986

[19] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, c.2, s.309 (25.02.1925)

[20] Tercüman Gazetesi, 30 Temmuz 1986

[21] Nokta Dergisi, Sayı: 25 (28 Haziran 1987), s.17.

[22] Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Dünya Yayınları, İstanbul 1964, s.172.

[23] Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (1924–1930), Başnur Matbaası, Ankara 1972,s.101

[24] Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), Yol Yayınları, İstanbul 1979, s.194

[25] Zaman Gazetesi, 06.08.1991.

[26] Milli Gazete, 01.05.1990

[27] Orhan Türkdoğan, “Tepedeki Adam: Mustafa Kemal”, Atatürk Üniversitesi 50.Yıl Armağanı, Sayı: 2, s.426

[28] Thomas Bois, The Kurds, Beyrut 1966

[29] Arnold J.Toynbee, Türkiye: Bir Devletin Yeniden Doğuşu, MilliyetYayınları, İstanbul 1971, s.288

[30] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu (Çev. M.Kıratlı) 2.Baskı, Ankara 1984, s.266.

[31] Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (Çev. Fethi Ülkü), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s.106

[32] Mustafa Akyol, Gayrı Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınları

[33] David McDowall, A Modern History of the Kurds, s. 192

[34] Sadık Yalsıucanlar, http://www.sadikyalsizucanlar.net/en-son-okuduklarim/kurtlerin-en-huzunlu-kahramani-seyh-said.html

Etiketler : #Zulüm   #sehpalarında   #mazlum   #bir   #çığlık   
YORUMLAR
  • mehmet maksut   30-06-2011 12:10

    ismail abi o ibare sosyolojik bir tesbitten ibarettir. yoksa kürtlük vurgusu degildir. o yapılan tesbitle şeyh saidin hareketini kürtlükle vurgulama gibi bir anlam çıkmıyor. ayrıca hareketin içinde kürt ırkına mensup insanların olması ve şoven milliyetçiliğin yogunoldugu bir dönemde kürt nufusuna yapılan baskılarda şeyh saidin kıyam sebeblerinden bazılarıdır. ancak sizinde bizimde ifade ettiğimiz gibi asli unsur islam ve müslümanlara yapılan zülümdür. zaten şeyh said nasyonalist bir zihniyetle kürtlere yapılan zülmü dillendindirmiyordu. aksine islami şahsiyetinden dolayı zalime karşı islami referanslarla kendi içinde bulundugu toplumun acılarına yöneliyor. ve çözüm olarak karşı milliyetçilik geliştirme yerine dinin ikamesi ve şeriatin uygulanmasını sonuyordu... katkılarınızdan dolayı teşekkürler agabeyim... umud olabiliyorsak sizin ektiğiniz fidelerin sayesindedir. Allah sizden razı olsun. Ve daha nice gençler yetiştirmeyi nasip etsin...

  • mehmet maksut   30-06-2011 11:20

    İ. METİN AGABEYİME SELAM VE SAYGILARIMI SUNARIM... Şeyh Said irfani noktada kendisini geliştirmiş bir zattır. “irfan" kavramı tasavvuf kökenli olduğu hakkında kavramın tarihçesine bakmak lazım. Ama eğer tasavvuf kavramı bile olsa bunu kullanmama gibi tavır takınmak veya sadece bir kesime münhasır kılmak yanlıştır diye düşünüyorum. Önemli olan o kavramı nasıl algılayıp hayata geçirdiğimizdir. Mesela İran İslam İnkılâbı Rehberi İmam Humeyni’nin kitaplarında bu kavram çok kullanılır. İmam bu kavramla adeta özdeşleşmiştir. Hakeza Mutahhari, Mustafa Çamran da ve birçok inkılab önderinin bu kavramı hayatlarıyla bütünleştirdiğini görüyoruz. "Tasavvuf her zaman orta çağ avrupasında olduğu gibi kilise kral işbirliği ilişkisi olmuştur. Tasavvufta başkaldırma ve cihad yoktur, şeyh Said böyle şeyden uzaktır, kıyamı ve şehadeti bunun ispatıdır." Ağabey, Tasavvuf salt İslam çatısında oluşmamıştır. Bu yapı Hıristiyanlarda ve özellikle Hint sahasında oldukça yaygın bir şekilde varlık göstermiştir. Evet, Hıristiyan ortaçağ tasavvuf akımlarında yukarıda izah ettiğiniz gibi bir durum var. Fakat bunu tüm tasavvuf akımlarına yaymak uygun değildir kanaatindeyim. Zira ortaçağdaki tasavvuf devlet tekelinden çıkmazken bu durum Hıristiyan dışı tasavvuf akımlarında böyle değildir. Ve diğer tasavvuf akımları devletten tam olmasa da olabildiğince bağımsız kaldığını yapabileceğimiz çalışmalarda görürüz. "Tasavvufta başkaldırı ve cihad yoktur" demek hem tarihsel bilgiler açısından hem de günümüzde yaşanılan gerçekler acısından doğru değildir. Zaten Şeyh Said kendisi bir nakşidir. Ve bu hareketteki birçok insanda bu alanda yetişmiştir. Fakat burada tasavvufun nasıl anlaşıldığı farklılaşıyor. Bir kesimdeki tasavvuf insanı fasifize edilgen duruma getirirken birisinde insanı aktif kılıyor. Şeyh Said’in hareketi ve tasavvuf algısı, yaptığı kıyamdan ortaya çıkıyor. Bundan dolayı tasavvufta cihad ve başkaldırı vardır. Bunun en güzel örneğini Şeyh Said sergilemiştir. Ayrıca onun dedelerinden Şeyh Kasım-e Haşimi, 4. Murad döneminde önemli bir şahıstır. 4. Muradın içkiyi yasaklayıp kendisinin içmesine karşı oldukça tepki göstermiş. Ben içkiyi yasaklayıp kendisi içen birine biat etmem ve bunu uygun görmem demiştir. Bundan dolayı kendisi öldürülür. Çılsutun( Kırk sutun) ve civarında ona bağlı olan birçok kişi öldürür. Bundan dolayı şeyh Said’in aile silsilesi ancak buraya kadar biliniyor. Şeyh Kasım-e Haşimi aynı gelenekten gelen bir nakşidir. Tasavvuf ehlinin, düşman tasallutu karşısında (ideal anlamda olmasa da) cihada, gerek fiilen savaşmak, gerekse halkı teşvik etmek suretiyle iştirak etmekten geri durmadığı hakikatine gözlerimizi kapatmamız söz konusu olamaz. Aynı şekilde İslam dünyasının dört bir yanında geçtiğimiz yüzyılda ve öncesinde verilen kurtuluş savaşlarında Tasavvuf ehlinin oynadığı aktif rolü görmemek yok saymak doğru değildir. Ayrıca islamın yayıldığı çografyalarda birçok yayılma tasavvuf akımları tarafından olmuştur. Anadolu coğrafyasının İslam'la ilk tanışmasında olduğu gibi, ( eksik de olsa) onun bu topraklarda yerleşip kök salmasında da Tasavvuf'un, tarikatların ve gazi dervişlerin rolü görmezden gelinemeyecek kadar aşikârdır.( istenilen kitabi ve tevhidi bir şekilde yayılmasa da) Özellikle Afrika ve Asya sahasında kendilerini ıslama nispet eden birçok tasavvuf akımı çıkmış ve sahalarını genişletmiştir. Yanlışına yanlış doğrusuna doğru demek daha doğrudur kanaatindeyim Nijerya’da (Kâdiriyye şeyhi olan Osman dan Fodio), Senegal’de (Müridizm hareketi lideri Ahmed Bamba), Moritanya da (Ticâniyye şeyhi el-Hac Ömer et-Tâll), Fas’ta (Emir Abdülkerim el-Hattâbî), Somali ve Sudan Mehdileri bu gerçeğinin birer örnekleridir. Hint alt kıtası (İmam-ı Rabbanî ve Şah Veliyyullah çizgisinin varisi Deoband/Diyubend ekolünden gelen sufi âlimler), Kuzey Afrika (Libya'da Senusiyye hareketi), Cezayir'de (Emir Abdülkâdir ve Muhammed Haddâd), Sudan'da (Muhammed Ahmed el-Mehdi), Mısır'da (Ahmed el-Arabî), Mağrib'de (Muhammed b. Abdülkerim el-Hattâb) Kafkasya'da Şeyh Şamil ve bugün Filistin'de adını "İzzeddin el-Kassam Tugayları" vasıtasıyla tanıdığımız şehid İzzeddin el-Kassam da Hasan el Benna’nın hareketi de tasavvuftan beslenip kıyam etmişlerdir. Şeyh şamil kendisi tasavvuf erbabıdır. Mesela Ömer Muhtar birçok Kuzey Afrikalı Müslüman gibi Senusi tarikatına mensuptu. 19.yy’da Kuzey Afrika’da teşekkül eden bu tasavvuf ekolu, kısa zamanda çok hızlı bir inkişaf göstermiş, içinde barındırdığı dinamizm ile sömürgeci güçlere karşı Afrika Müslümanlarının soluğunu daima diri ve taze tutmuştur. Bir tasavvuf ekolünden ziyade bir ıslahat hareketi olarak görülebilecek Senusi hareketi, tarikat ve tasavvufu asli güzelliğine döndürmeyi, onu bir miskinler ocağı olmaktan çıkarıp, hayatın her yönünü kucaklayan bir hizmet kurumuna dönüştürmeyi hedef almıştı. Anadolu’nun Moğollar tarafından işgal edilmesine karşı Necmeddin-i Kübrâ var... Harzemşahlılar zamanında Moğollar geliyor. Katliamlar… Necmeddin-i Kübra’nın şehri terk etmesini istiyor. Bu haber gelince, Şeyh hırkasını çıkarıp asıyor, "Şimdi cihad zamanıdır!" diyor. O yetmiş, seksen yaşında kılıcını çekiyor, bir Moğol askeriyle boğuşurken, ölüyor. Tasavvuf, kimi dönem ve yapılarda Müslümanların cihad kılıcını omuzlarından indirip kınına sokmuş; kimi dönem ve yapılarla kınından çıkarıp savaştırmıştır. Ama hangi tasavvuf sorusu önelidir. Ve hepsini bir kefede değerlendirmemek gerekir “Türk ordusu Türk hükümeti kelimeler ırkçı söylemlerdir. Bu kelimeleri onlar söylüyor bizler bunun yerine t.c ordusu t.c hükümeti desek daha uygun düşer görüşündeyim.” Ağabey aynı şey her ikiside. Ben fark göremiyorum. Kısaltmaları açın aynı şey ortaya çıkıyor. Katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, saygı ve dualarımı sunarım ağabey… Serhıldané batmané kardeşime Her halde 86 yıldönümünü kastetmiş olmalısınız. İnşallah editör ağabeyimiz düzeltir onu.

  • urfadan ismail   30-06-2011 09:51

    muhterem kardeşim.öncelikle emegin için çok teşekkür ederim.rabbim cehdini ve gayretini arttırsın inşaalah.bu tür çalışma ve gayretler umudumuzu dahada pekiştiriyor.allah razı olsun. Yazıda geçen bir cümle çok dikkatimi çekti. "istisnalar hariç olmak üzere kürtler için bu hareket bir "kıyam "hareketidir ".bence şeyh said kıyamını kürt olduğu için degil,müslüman olduğu için yapmıştır.seninde bu kanaatte olduğundan hiç bir şüphem yok.yani şeyh saidin kürt kimligi çok tali bir kimliktir ve kıyamla hiç özdeşleşen hiç bir yanı yoktur.birilerinin islamı türklere maletmesi yada sadece 1000 yıllık tarihten bahsetmesi ne kadar yanlışsa aynı derecede şeyh saidin kıyamını kürt kimligiyle anlatmak o derece yanlıştır kaanaatindeyim.ben sende böyle bir anlayışın olmadığını çok iyi biliyor ve takdir ediyorum.çalışman için tekrar teşekkür ederim. çok yararlı oldu.

  • i.metin   29-06-2011 18:35

    Mehmed karseşim bu kadar araştırma inceleme ve alıntılar yapmak ciddi emek ister ki Rabbimiz razı olsun siz bunu yapmışsınız.Allah emeklerinizin ecrini versin. Şeyh said ve beraberinde cihad eden ve şehid olanlara Allah esenlik yurdunu nasip esin. yazıda şeyh sait hakkında "irfani yönde geliştirir"demişsiniz, irfan tasavvufi bir terimdir ki tasavvuf her zaman orta çağ avrupasında oldugu gibi kilise kral işbirliği ilişkisi olmuştur. tasvvufta başkaldıma ve cihad yoktur,şeyh said böyle şeyden uzaktır,kıyamı ve şehadeti bunun isbatıdır. "eski Yunan felsefesi ile mantık derslerini okumuştu" aklını kullanan böyle bir alimin islami olmayan kelamla mantıkla ugraştıgı sözüne inanmak istemiyorum. Türk ordusu türk hükümeti kelimeler ırkçı söylemlerdir.bu kelimeleri onlar söylüyor bizler bunun yerine t.c ordusu t.c hükümeti desek daha uygun düşer görüşündeyim. selametle

  • serhıldané batmané   29-06-2011 11:46

    degerli kardeşim emeklerinizden dolayı teşekkürler. hüseyni kıyamın kürdistani yansıması olan şeyh said kıyamını asli unsurlarıyla ele almanız gerçekten güzel olmuş. büyük serhıldanına yapılan iftiralar, karalamalar hiçbir zaman serhıldanların yüreğindeki haksızlıklara karşı olan direnişine bir zarar vermeyecektir. islami serhıldan şeyh saidi palewi'yi sistemin iftiralarından kurtarmak ve onun kıyam misyonunu anlamak ve anlatmak bizlere düşer. zaten serhıldan şeyh said bizlere daragacının ince noktasında bunu emanet bırakmıştır. o bizlere davasını ve misyonunu bırakırken bugün bazı insanların mezar peşine düşmelerini anlamak mümkün degil. o mezarına sahip çıkılmasını degil davasına sahip çıkılmasını öngörmüştür. hüseyni kıyamın kürdistani serhıldanı şeyh saidi palewiyi anlamak ve anlatmak sadece kürdistanlı müslümanların degil tüm türkiyedeki müslümanların görevidir. bu anlamda ona sahip çıkmak imam hüseynin davasına sahip çıkmaktır. ona sahip çıkmak seyyid kutuba sahip çıkmaktır... ona sahip çıkmak mazlumlara sahip çıkmaktır. vefatının 8 yıl dönümünde kendisi ve dostlarını rahmetle binnetle, hayırla yad ederim. umarım ümmetin zillet içinde yaşamayı izzetle ölmeye tercih eden bu büyük SERHILDANI bir gün anlayacaktır.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN