Özgün-Der'de "Mezhep ve Mezhepçilik" konuşuldu

Özgün-Der ‘’Cumertesi Seminerleri’’ 2 Şubatta yapılan Mezhep ve Mezhepçilik konulu seminer ile devam etti.

08-02-2013


Hıdır Bitim İslami mezhepleri üç kısıma ayırarak (İtikadi,fıkhı,siyasi) bu üç ana başlık bağlamında mezheplerin ortaya çıkış nedenlerini inceledi. Ardından soru-katkı bölümü gerçekleşrildi ve konuşma teşekkür ile sonlandırdı.

Konuşmacının sizler için hazırladığı genel özet şöyle ; 

MEZHEP VE MEZHEPÇİLİK

             Hamd, yüce Allah’a mahsustur. O’na hamdederiz, O’ndan yardım dileriz. Günahlarımızın affını isteriz, O’na tevbe ederiz, nefislerimizin şerrinden, yaptıklarımızın fenalıklarından O’na sığınırız. Allah, kimi doğru yola eriştirirse artık onu saptıracak hiçbir kimse yoktur. Kimi de saptırırsa onu, doğru yola ulaştıracak yoktur.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’e (S.A.V.), hidayet önderleri olan, kendilerini anlama ve ona  uyma sebebiyle asrı saadeti inşa edenler gibi bizleride günümüz labirentlerinde kaybolmuş insanlığı aydınlığe yeni bir saadet  asrı insaya mufakkak kılmasını yüce Rabbimizden dilerim.

            Allah'ın Resulune , ashabına ve onun yolunu takip eden kullarına selat ve selam olsun.

            Resullullah döneminde mezhep ve benzeri akınlar yoktu, Tarihi kaynaklara baktığımızda  Toplumsal değer yargıları olmayan kabile yapısında kurumsallaşmamış etrafındaki imparatorlukların paralarını kullanan gaddarlaşmış hayatını talan ve yıkımlarla yürüten bu çoğrafyada olan insanları gelen Vahiyle toparlayıp yeni bir hayata hazırlayan örnek insan peygamberimiz (s.a.v) görüyoruz.

            Bu süreç yıkılmış hayat değerlerini arayan yığınları hızlı bir şekilde vahyin etrafında toparlayıp herkesin arzuladığı  saadet asrını inşa ettiler.

            Ve günümüz insanı ve yanlışların karşısında istek ve duruşunu doğru değerlendirme kabiliyetini tüm ağırlığıyla vahyi arkasına alarak insani kıstaslar ve düşünce etrafında hayatı örerken düştüğü dürüm malumunuz

MEZHEP NEDİR?

Mezhep sözlükte "gidilecek yer, gidilecek yol, görüş, doktrin ve akım" gibi mânalara gelir. Bir terim olarak ise mezhep, kendi içinde tutarlı bir düşünce sistemine sahip olduğu kabul edilen itikadî ve fıkhî doktrini ifade eder. Çoğulu "mezâhib"dir. Mezhep kurucusu kabul edilen imam veya müctehid hiçbir şekilde bir din koyucusu veya din tebliğcisi değildir. Yüce Allah tarafından konulan ve Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen İslâm dininin gerek inanç, gerekse fıkıh (ibadet ve hukuk) alanına giren meselelerini delilleriyle birlikte ele alıp bunlara ilişkin yorum ve çözümler getirme ihtiyacı karşısında, delillerinden hüküm çıkarma yeterliğine sahip bilginler birbirinden farklı görüşler ve çözüm örnekleri ortaya koymuşlardır. İşte belli görüşler etrafında oluşan ve yeni katılımlarla da giderek zenginleşen fikrî kümeleşmeye mezhep denilmiştir. Genellikle fıkıh mezhepleri, kurucularının isimleri ile anılır. Hanefî mezhebi, Mâlikî mezhebi gibi. Akaid mezhepleri ise, Şîa, Mu‘tezile, Havâric gibi belli topluluklara nisbet edildiği gibi kurucusuna izâfetle de anılmıştır: Mâtürîdî, Eş‘arî gibi. Ana akaid mezheplerinin ayrıldığı kollar da fıkıh mezhepleri gibi daha çok bir şahsa nisbet edilmiştir. Akaid mezhepleri için daha çok "grup" anlamına gelen "fırka" (çoğulu fırak), "görüş" anlamına gelen "makale" (çoğulu makalât) ve "anlayış tarzı" mânasına gelen "nıhle" (çoğulu nihal) kelimeleri kullanılır.

İslâm inancına ters düşen bir takım sapık görüşler ortaya çıkınca İslâm âlimleri, bunlara inananları İslam toplumundan çıkarmışlar ve Müslüman kabul etmemişlerdir. Meselâ; Hz. Ali (R.A) döneminde Allah’ın Hz. Ali’ye hulul ettiğine (girdiğine) inanan ve “Sebeiyye” diye adlandırılan bir güruh ortaya çıkmıştır. Yine, aslında peygamberliğin, Hz. Ali (R.A.)’ye geldiğine, Cebrail’in yanlışlık yaparak peygamberliği Hz. Muhammed (S.A.V.)’e verdiğine inanan ve “Gurabiye” diye adlandırılan bir zümre daha ortaya çıkmıştır. Ancak bütün Müslümanlar, bu iki fırkanın da Müslümanlıkla hiçbir ilişiği olmadığına ve Haricilerden “Yusuf’ suresini inkâr eden fırkanın Müslüman olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.

Bütün bu açıklamalardan sonra İslâmî mezheplerin üç kısma ayrıldığı neticesine varıyoruz.

a)İtikadî mezhepler:

b)Siyasi mezhepler:

c)Fıkhi mezhepler: 

a)İtikadî mezhepler:

Bunlar, çoğu kere teorik ihtilaflardan öteye geçmemişlerdir. inancın temel meselelerinde ihtilâf etmemiş (kulun, yaptığı işleri cebren mi yoksa kendi isteğiyle mi yaptığı meselesinde olduğu gibi) kelam- cıların ihtilaf ettikleri fer’i meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Meselâ: Bütün mezhepler, İslam inancının cevherini teşkil eden, Allah’ın birliği mevzuunda ittifak etmişlerdir.

b)Siyasi mezhepler:

Bunlar, tatbikat sahasında görülmüş, bazan aralarındaki ihtilaf had bir safhaya varmıştır. Halifenin seçim şekli ve benzeri meselelerde ihtilaf etmişlerdir.

c)Fıkhi mezhepler:

Fıkıh; insanların birbirleriyle olan münasebetlerini, Kur’anı Kerim ve sünneti seniyye ile beyan edilen, kul ile Allah arasında olan ibadete ait meseleleri tanzim eder. Müslümanlar için bir hayır ve bereket kaynağı olmuşlardır.

İNSANLARIN DÜŞÜNCELERİNİN DEĞİŞİK OLUŞU

Bu bölümde, insanların herhangi bir gerçek hususunda görüşlerinin değişik oluşunun ve ihtilaf etmelerinin sebeplerini izah edeceğiz ve Müslümanların, herkesçe kabul edilen, hiçbir kimsenin inkâr edemediği ve ihtilafa düşmediği İslâm’ın temel prensiplerinde ittifak etmelerine rağmen, İslâm’ın fer’i meselelerini anlamada düşünce metotlarının değişik oluşu sebeplerini anlatacağız.

Şu, bir gerçektir ki, insanların düşünceleri değişiktir. Bir kısım âlimler “insanoğlu ilk yaratılışından beri bu kâinata felsefî bakışlarla bakmaktadır.” diyorlar. Biz de deriz ki: Bu bakışların sebep olduğu hayal ve tasavvurlar, insanların gördükleri ve ilgilerini çeken şeylerin farklı oluşuna göre değişmektedir. İnsanoğlu, medeniyet ve ilerleme yolunda her adım attıkça ihtilaflar artmış ve bu ihtilaflardan, çeşitli felsefî, sosyal ve ekonomik doktrinler meydana gelmiştir.

Eğer biz, ihtilafların asıl sebeplerini saymaya ve belirli sayılarla tesbit etmeye kalkışacak olursak, elbette ki buna gücümüz yetmez. Zira ihtilaf nedenleri pek çoktur. Bir sınırlama yapmaksızın bir kısmını zikretmeye çalışalım.

konusu olan şey bilindiği takdirde her münakaşa biter

1. İhtilaf Konusu Meselelerin Aslında Açık Olmayıp Kapalı Oluşu

2.Arzu, Heva ve Heveslerin ve Mizaçların Değişik Oluşu

3.Branşların Değişik Oluşu

4.Eskileri Taklid

5.Anlayış Kabiliyeti ve Algılama Güçlerinin Farklı Oluşu

6.Liderlik Sevdası ve Başkalarına Hükmetme Arzusu 

MÜSLÜMANLARIN İHTİLAF ETMELERİNİN SEBEPLERİ

1. Arap Irkçılığı

2. Hilafet Anlaşmazlıkları

3. Müslümanların, Eski Din Mensuplarından Birçoğuna Komşu Olmaları ve Eski Din Sahiplerinden Bir Kısmının İslam’a Girmeleri

4.Birçok Kapalı Meseleleri İncelemeye Girişmek

5.Hikâyecilik

6. Kur’anı Kerim’de Manası Kesinlikle Anlaşılamayan Müteşabih Ayetlerin Bulunması

  1. Metinlerden Dinî Hükümler Çıkarmak

Müslümanlar, itikadî, siyasî ve fıkhî konularda ihtilaf edip mezheplere ayrılmışlardır, ihtilaf ediş sebeplerini izah etmeden önce şu iki hususu belirtelim.

Müslümanlar hiçbir zaman dinin temel prensiplerinde ihtilaf etmemişlerdir. Mesela; Allahu Tealâ’nın birliği, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Allah’ın peygamberi olduğu, Kur’anı Kerim’in Allah tarafından gönderildiği, O’nun, peygamberin en büyük mucizesi olduğu, Müslümanların, Kur’anı Kerim’i mütevatir yolla nesilden nesile aktardıkları, beş vakit namaz, zekât, hac ve oruç gibi ibadetlerin ifa ediliş şekli hususunda herhangi bir ihtilaf meydana gelmemiştir.

Umumi bir ifade ile, Islâm’ın temel prensiplerinin herhangi birisi hakkında veya içkinin, domuz etinin ve leşin haram oluşu ile miras hakkındaki umumi esaslar gibi dinin kesin olarak bilinen hususlarında hiçbir ihtilaf olmamıştır. Sadece dinin temel prensipleri ve genel kuralları dışında kalan fer’i meselelerde ihtilaf edilmiştir.

Şüphesiz ki Müslümanlar arasında siyasi ve itikadi meseleler hakkında görülen ihtilaf, şerden başka bir şey değildi. Bu hususta Buhari, Zeyneb binti Cahş’in şöyle dediğini rivayet eder: “Bir gün Resulullah (S.A.V.), yüzü kıpkırmızı olarak uykudan uyandı ve şöyle dedi: La ilahe illallah, yaklaşan felaketten dolayı vay Arapların haline!”

Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. (A-li imran:103) 

Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.

(En-am:159)

 FIKIH MEZHEPLERİ

a) Kavram ve Tarihçe

Fıkıh kelimesi sözlükte "bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü ve inceliklerini kavramak" anlamına gelir. Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm'ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle ilgili şer`î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu fukahâ) denir. Öte yandan fıkıh, ilk dönem literatüründe, şer`î delillerden hüküm elde etme faaliyeti olan ictihad anlamında kullanılmış, fakih ve müctehid eş anlamlı kabul edilmişken, ileri dönemlerde ictihad yetkinliğine ulaşamamış fakat fıkhî hükümleri delilleriyle birlikte bilen veya fıkıh ilmi ile meşgul olan kimselere de fakih denmeye başlanmıştır.

Bir bakıma müslümanın davranış bilgisi demek olan fıkhın iki ana kaynağı, Kur'an ve Sünnet'tir. Kur'an'ın nüzûlü ve Hz. Peygamber'in bu dini insanlığa tebliği milâdî 610-632 yılları arasına rastlayan yirmi üç yıla yakın bir zaman dilimine yayılmıştı. İslâmî öğretilerin doğru anlaşılabilmesi ve sağlıklı biçimde uygulanabilmesi için kuşkusuz İslâm tebliğinin bir bütün olarak düşünülmesi gerekir. Ancak, bu kapsamdaki hükümlerin tebliğinde izlenen metodun ve esas alınan öncelikler sıralamasının dikkate alınması da, bütünün iyi kavranması açısından önemlidir. Konuya bu açıdan bakıldığında İslâm tebliğinin farklı özellikler taşıyan biri Mekke dönemi diğeri Medine dönemi olmak üzere iki ana döneme yayıldığı görülür.

Gerçekten Hz. Peygamber, hicrete kadar geçen on iki yılı aşkın süre içinde (Mekke döneminde) şirk ve sapıklıkla mücadele etmiş, insanların İslâm'ın inanç ve ahlâk esaslarına gönülden bağlanmaları için çaba harcamıştır. Bu dönemde inen Kur'ân-ı Kerîm âyetleri, kalplere tevhid inancını, yardımlaşma ve fazilet duygusunu yerleştirmeyi hedef alıyor, evrendeki varlık ve olaylar üzerinde düşünmeye yönlendiriyor, yer yer somut anlatımlarla hemen bu hayatın peşi sıra bir âhiret hayatının bulunduğunu vurguluyor, geçmiş toplumların tarihinden ibret levhaları gösteriyor; böylece daha sonra tebliğ edilecek hükümler sisteminin ruhunu ve küllî esaslarını hazırlıyordu. Bu dönemde inen âyetlerde amelî hükümler pek nâdirdi.

Hz. Peygamber Medine'ye geldikten sonra, örgütlediği toplumun barış içinde yaşayabilmesini sağlayacak bir ahidnâme (antlaşma metni) düzenleme işine öncelik verdi. Resûlullah'ın bu girişimi, onun bu dönemde, ashabına ve tüm insanlığa hayatın dinî, siyasî ve medenî bütün yönlerine ait uygulamalı bir model ortaya koymayı planladığını gösteriyordu. Sıra, Mekke döneminde oluşturulan sağlam inanç ve ahlâk temellerinin üzerine, dünyevî hayatı âhiret hayatı ile dengeli biçimde düzenleyecek bir sistemin sütunlarını oturtmaya gelmişti. İşte böyle bir süreç içinde ortaya konan fıkhî esaslar ve hükümler, daha sonra müstakil bir ilmin ve zengin bir hukuk hazinesinin ana malzemesini oluşturmuştur.

Hz. Peygamber hayatta iken vahiy devam ettiğinden, karşılaşılan meseleler doğrudan doğruya Resûlullah'a arzedilir, konu hakkında ya âyet iner veya Hz. Peygamber onu doğrudan kendisi çözümlerdi. Bu ikinci yol, Hz. Peygamber'in kendi ictihadına göre hükmetmesiydi. Esasen Resûlullah'ın ictihadı vahyin kontrolünde olduğundan, onun ulaştığı sonuçların isabetsiz olması halinde, o şekli ile kalması düşünülemez ve -son tahlilde- bu hükümler de sünnet kapsamında sayılır. Resûlullah'ın bu yola başvurmasının asıl önemli yönü ise, sahâbeyi ictihada alıştırması ve özendirmiş olmasıydı. Nitekim Hz. Peygamber'in Muâz b. Cebel'i Yemen'e kadı olarak gönderirken ona, önüne getirilen uyuşmazlıkla ilgili Allah'ın kitabında ve Peygamber'in sünnetinde bir hüküm bulunmadığında ne yapacağını sorması üzerine Muâz'ın "Kendim ictihad ederim" cevabını vermesi Hz. Peygamber'i ziyadesiyle memnun etmişti (Tirmizî, "Ahkâm", 3).

Hz. Peygamber'in vefatından sonra sahâbenin hem Kur'an ve Sünnet'in çizdiği istikametten ayrılmama hem de karşılaştıkları yeni meseleleri bu çerçevede çözüme kavuşturma zaruretiyle karşı karşıya kaldığı, bu sebeple de dinî çözüm üretme (fetva) ve ictihad faaliyetini yoğun olarak sürdürdüğü, bilhassa Hz. Ömer'in devlet başkanı sıfatıyla birçok farklı görüş ve uygulamayı gündeme getirdiği bilinmektedir. Sahâbe dönemini takip eden tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn döneminde sosyal şartlardaki ve siyasal yapıdaki değişim, normatif ilimlerin oluşum seyrine uygun olarak, fıkhın da gitgide nazarî bir renk kazanmasına zemin hazırladı. Sahâbîlerin, o günkü İslâm coğrafyasının değişik yerleşim merkezlerine dağılarak başlattığı tebliğ, eğitim ve öğretim faaliyeti daha sonraki nesillerde meyvesini vermeye başladı, üstat ve muhit farklığının yanı sıra önceki nesilden intikal eden sünnet malzemesi ve re'y ictihadı karşısında tavır farklılığı da hadis ekolü (ehl-i hadîs) ve re'y ekolü (ehl-i re'y) adıyla iki ana temayülün ve gruplaşmanın sebebini teşkil etti.

Emevîler'in sonu ile Abbâsîler devrinin başlarında Hicaz (veya Medine) merkezli olarak oluşan fıkıh ekolü ehl-i hadîs (veya ehl-i eser), Irakmerkezli olarak oluşan fıkıh ekolü de ehl-i re'y adıyla anılmaya başlanmıştı. Her iki ekol de kitap, sünnet ve sahâbe icmâını hüküm kaynağı olarak kullanmakla birlikte, Hicazlılar Medine halkının örfüne Hz. Peygamber'in yaşayan sünneti diyerek ayrı bir değer verdiler ve muhitleri gereği ellerinde bulunan zengin hadis malzemesiyle yetinmeye çalıştılar. Hayat tarzının ve karşılaşılan meselelerin oldukça sade olması sebebiyle bölgede re'y faaliyetine ciddi bir ihtiyacın bulunmadığı, ayrıca bu fakihlerin de hadisten cevabını bulamadıkları yeni fıkhî meselelerde ictihad etme konusunda hayli çekingen davrandıkları bilinmektedir. Iraklı fakihler ise, bölgede hâkim olan fikrî ve siyasî kargaşanın, sosyal şartların Hicaz'a nisbetle hayli farklı oluşunun tabii sonucu olarak, karşılaştıkları yeni meselelerin dinî hükmünü ictihad ederek belirleme ve inisiyatifi kaçırmama, rivayet edilen hadisleri de titizlikle inceleyerek daha ihtiyatlı karşılama yolunu seçtiler. Bu iki ekol bir bakıma, Kur'an ve Sünnet metinlerini anlamada ve yorumlamada lafızla yani söylenenle yetinme ile lafzın yanı sıra maksadı yani söylenmek isteneni de göz önünde bulundurma ve rivayetlerin içerik tenkidine de yer verme şeklinde özetlenebilecek ve her dönemde İslâm bilginleri arasında varlığını koruyacak olan iki farklı temayülü bünyesinde barındırmakta veya kısmen temsil etmekteydi.Tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn dönemlerinde başta Hicaz ve Irak olmak üzere çeşitli bölgelerde ve merkezlerde devam eden re'y, fetva ve tedrîs faaliyetinin hicrî II. yüzyılın ortalarından itibaren daha sistemli ve doktriner hale geldiği, önce Kûfe'de Ebû Hanîfe ve öğrencilerinin ehl-i re'y fıkhını, sonra da Medine'de İmam Mâlik'in ve öğrencilerinin ehl-i hadîs fıkhını zenginleştirerek ekolleştirdiği, bu ilim halkalarında doktriner bir fıkıh eğitim ve tartışma ortamının kurulduğu ve bunu verimli tedvîn faaliyetinin izlediği görülür.

Uzun bir zaman dilimi İslam alimleri  içtihad etme yerine taklitçiliği benimsemiş, gelişen hayat şertları karşısında, ümmetin  güncellenmeyen  fıkıh  toplumların ihtiyacını karşılayamaz durum arz etmiş olup bu dinin düşmanlarına ciddi yol açmıştır. Hilafet yerini alan saltanatın zülmü alimleri kendi konjoktüründe yol izlemeye zorlaması ister istemez miras edindiğimiz  günlük hayatı buraktılar. Bu günün düşünen okuyan ve edindiği bilgiyi ümmetin açmazlarını ortadan kaldırmak için kullanma zamanı geldi geçti.

Çalışma bizden tevfik Allah'tan…

Etiketler : #ÖzgünDer'de   #Mezhep   #ve   #Mezhepçilik   #konuşuldu   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN