İsmail Hakkı GÜLEÇ

27 Mayıs 2023

TARAFIMIZ VE SAFIMIZ

Her insanın mutlaka bir tarafı vardır... 

Tarafsızım diyen insanlar bile, gönüllerinde bir tarafa meyillidirler...

Tamamen tarafsızlık diye bir şey yoktur. Taraf olmak insani bir duygu, düşünce ve de eylemdir... 

"Bi taraf olanlar, bertaraf olurlar" sözü bu noktada önemlidir...

İnsanların hangi tarafta, kimin  safında ya da yanında olup olmadığını belirleyen en büyük etkenlerden biri çıkar ve menfaatleri, diğeri ise inanç ve düşünceleridir... 

Onurlu, erdemli, inanç, fikir, düşünce ve dava erleri, daima hak hukuk ve adaletin mağdur ve mazlumun safında ve tarafında yer alırken, her türlü  erdem, onur, insani, ahlaki, irfani ve inanç vb. değerlerinden uzak, kendi çıkar ve menfaatini korumak, aşağılık duygularını tatmin için tüm ahlaki, irfani, insani, erdemsel ilke, değer ve inançlardan nasibi olmayan, menfaatperest ve çıkarcı insanlar ise, daima zalimden mütecavizden, muktedir'den, güçlüden yana saf almışlar ve onların tarafını tutmuşlardır... 

İnsanların, bir noktaya kadar birilerinin tarafında olması anlaşılabilir ve fıtri bir duygudur. Ancak bu sınırsız bir durum da değildir... 

İnsan, taraf olmadan önce vicdanına, aklına, ilmine, idrakına, irfanına danışmalı ve de kimden, hangi taraftan taraf olup olmayacağına doğru bir şekilde karar vermelidir... 

Doğru, isabetli kararlar bizi Rabbimizin rızasına ve ahirette cennete götürürken, zalimlerden, mütecavüz, muktedir, haksızdan ve güçlüden yana tavır ve taraf olmaksa bizi ahirette Rabbimizin gazabına, azabına düçar edecek ve kaybedenlerden olacağız demektir... 

Kararlarımız her zaman isabetli olmayabilir. Yanlışları savunmak ya da yanlış yerde saf tutmak ayrı bir garabettir. 

Önemli olan yanlış yapmamak ya da yanlış tarafta yer almak değil, bilakis yanlış yaptığımızda ya da yanlış kararlarımızda kendimizi sorgulayıp, özeleştiri yaparak bir dahaki sefere bu yanlışlığa düşmemektir...

Fıtratı bozulmamış, insanlığını yitirmemiş gönlünde, gözünde insanlık, iman ve vicdan taşıyan, aklı selim, ilim, hikmet ve fıtrat sahibi insanların zulmü, zalimi, haksızlığı onaylayıp, kabul etmesi, ayrıca da hak hukuk, adalet düşmanlarının yanında, tarafında yer alması, onların taraftarı olması, onların safına geçip, yine onları desteklemesi ya da onları savunması mümkün değildir... 

Gerçek bir insan, her zaman hak hukuk ve adalet tarafında yerini alan insandır... 

Hak sahibi velev ki, düşmanımızda olsa! dahi ona hakkını teslim etmek gerekir. 

Zalim, mütecaviz olan, zulmeden kişi, kurum, oluşum, din, mehep, meşrep, hizip, parti, cemaat, abi, üstad, şeyh, tarikat, şirket vb. velev ki, bizden, bizim cemaat'ten, parti'den, akrabadan, arkadaştan, aşiret'ten, kavim'den, ırktan ve renk'ten dahi olsa dahi, onun da karşısında durmak, adaletin, ahlakın ve de asil, adil bir insan olmanın gereğidir...

Bu açıdan da, Kur'an-ı Kerim mü'minlere velev ki, kendiniz aileniz, akrabalarınız, aşiretiniz ve menfaatiniz aleyhine de olsa! hakkı teslim etmekten, hakkı korumaktan, hak ve hukuk ve adalete riayet etmekten kaçınmayın, hak hukuk ve adaleti ayakta tutun buyurur... 

Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.(Nisa 135)

Hak, hakikat ve haklıdan yana taraf olmak, haksızlık, zulüm, batıla karşı durmakla ve onurlu bir mücadele ile anlam kazanır... 

Bilakis taraf olmak, hak hukuk, adalet'ten, mağdur, mazlum ve zayıftan yana olmak demektir... 

Zalim, mütecaviz, müstekbir, haksız ve adaletsiz olan kim olursa olsun, onun karşısında onurlu ve dik durmak, mağdur, mazlum kişilerin safında yer almak ise, onurlu, izzetli, insani, ahlaki, erdemli, şerefli, haysiyetli dik bir duruş, makbul bir ibadet, amel ve eylemdir... 

Bu hususta Hz. Peygamber Aleyhisselam meydana gelen bir olay hususunda, 

Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan  bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. 

Bunun üzerine:

Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. 

Bazıları:

Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.

Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:

“Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”

Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6

Bizim tarafımız, güçlüden, muktedir'den, müstekbir'den yana olamaz... 

Bizim tarafımız haklıdan, adalet'ten, mağdur ve mazlumun yanı ve tarafı olmalıdır... 

Tarih boyunca bütün Peygamberler(as) saflarını ve taraflarını her zaman adalet'ten, ahlak'tan, iyilik'ten, takva"dan, iman"dan, tevhid'den, hak'tan, hukuktan yana kullanmışlardır... 

Mü'minler; benim adamım senin adamın, benim kabilem senin kabilen, benim devletim senin devletin şeklinde bir düşüce ve anlayışla, haklı haksız ayırt etmeksizin, karşı tarafa hakkaniyete aykırı bir tavır ve tutum sergileyemezler... 

Bu husustaki örnek insanlardan biriside Rachel Corrie'dir. 

“Zulüm bizdense ben bizden değilim.”

Rachel Corrie, İsrail buldozerleri tarafından Filistinlilerin evlerinin yıkımını durdurmaya çalışırken, siyonistler tarafından vahşice katledildi.

Rachel ne hayal ediyorsa onun için çabaladı kısacık hayatı boyunca. O yolda dimdik dururken verdi son nefesini. Bütün dünya sustuğu anda “Zulüm bizdense ben bizden değilim’’ dedi, tarafını seçti. Hem de öyle şimdiki gibi klâvye şövalyeliğiyle yetinmedi, sığ protestolarda vicdanını rahatlatıp evine dönmedi. ‘’Şanslı azınlıktan bir Amerikalı’’ olarak İsrail’in gaddar buldozerine karşı durdu. Hakkı, hakikati, insafı, vicdanı haykırırken kalbi kömürleşmiş buldozer sürücüsü çelikten canavarı Rachel’in üstüne sürdü, önce ileri sonra geri manevralar yaparak Rachel’i iki kere ezdi. Kafatası kırıldı, kaburgaları parçalandı, akciğeri delindi...

Uluslararası Dayanışma Örgütü gönüllüsü bir insan hakları aktivisti olan Rachel Corrie, zulme uğrayan Filistinlilerin sesi olmak için Filistin’e gitti. Filistin’deki Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah kentinde, 16 Mart 2003’te Filistinlilerin evlerinin yıkılmasını engellemek istedi. Elinde megafonla buldozerin karşısına dikilen Corrie, İsrail askerleri tarafından zırhlı buldozerle ezilerek katledildi.

Rachel Corrie şu ifadeleri kullanmıştı:

"Diğer çocuklar için buradayım. Buradayım çünkü umursuyorum.

Buradayım çünkü dünyanın dört bir yanında çocuklar acı çekiyor ve her gün 40.000 kişi açlık nedeniyle hayatını kaybediyor.

Buradayım çünkü bu ölen insanların çoğu çocuk!

Yoksulların hemen yanımızda olduğunun farkına varmalıyız, onları görmezden geldiğimizin...

Bu ölümlerin önlenebilir olduğunu anlamalıyız.

Üçüncü dünya ülkelerindeki insanların da tıpkı bizim gibi düşündüğünü, güldüğünü ve ağladığını anlamalıyız.

Onların bizim rüyalarımızı, bizim onların rüyalarını gördüğümüzü, Onların biz, bizim onlar olduğumuzu...

Benim hayalim 2000 yılında açlığı sona erdirmek! Benim hayalim yoksullara bir şans vermek!

Benim hayalim her gün 40.000 kişinin hayatını kaybetmesini engellemek! Geleceğe bakar ve orada parlayan ışığı görürsek benim hayalim gerçek olacak.

Açlığı görmezden gelirsek bu ışık sönecek. Hepimiz birlikte çalışır ve destek verirsek bu ışık büyüyecek ve yarınlar için umut olacak." 

Bugün insanlık olarak bu izzetli, insani, erdemli, onurlu, haysiyetli, şerefli, namuslu duygu, düşünce ve bu asil duruşa ne kadar da ihtiyacımız var... 

Milyarlarca müslümanın yapamadığını kendisi de Yahudi olan bir kız çocuğu Rachel corrie "zulüm yahudilerden, siyonistlerdense ben onlardan değilim" diye haykırdı ve burada canını verdi... 

Öyleyse hepimiz, zalim kim olursa olsun karşısında durmalı, mazlumun haklının, ezilenin, fakirin garip gureba'nın yanında yer almalıyız... 

Mekke şehrinin ilk sakinleri olan Cürhümlüler’den Fazl (çoğulu fuzûl/fudûl) adlı üç kişinin (Fazl b. Fedâle, Fazl b. Vedâa, Fudayl b. Hâris [veya Fudayl b. Şürâa, Fazl b. Vedâa, Fazl b. Kudâa]) kendi aralarında, yerli veya yabancı kimsesiz birine zulüm yapıldığında zalimden hakkını geri alıncaya kadar kabileleriyle birlikte ona yardım edeceklerine dair ahidleşmeleridir.

Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız” (Süheylî, II, 73).

Buradan da anlaşılıyor ki, Hz Peygamber (as) daha peygamber olmadan evvel erdemli, onurlu, izzetli, haysiyetli ve adalete olan düşkünlüğü sayesinde etrafındaki bu manada olumlu, onurlu, izzetli, haysiyetli ve adaletten taraf olan vicdan sahibi insanlarla bir araya gelmiş ve de o toplumda zuhur eden her türlü zulmü engellemek için "faziletliler grubunu" oluşturmuşlardır... 

Bu açıdan da, bizim kimin ya da kimlerin safında, tarafında olmamız gerektiği ortaya çıkmaktadır...

Vicdan sahibi, onurlu, izzetli, imanlı, haysiyetli bir insan ve de Mü'min, bedeli ne olursa olsun, haktan, hukuktan ve adalet'ten asla ayrılıp, sapmadan, hak hukuk ve adalet'ten yana tavır almalı ve taraf olmalıdır... 

Böylesi bir erdemliler topluluğunun oluşması ve yeni bir "hilful fudul" faziletler cephesinin kurulması ümit ve temennesi ile...

Selam ve dua ile...