16-01-2008 11:24

Rabbanî inkılâplar kapısı: Hicret

İçtimai bir kanser olan Ulusçuluğun ve modern ulus devletlerin tespit edip tayin ettikleri hududların vahyi gibi kabul edildiği toplumlarda, mü’min ferdler ve meşrepler için Rabbani inkılâplar kapısı olan hicret, anın vacibidir. Gönle, güne ve gündeme mutlaka taşınmalıdır. Müslüman her yerde ve her zaman dinin insanı olarak yaşamalıdır.

Rabbanî inkılâplar kapısı: Hicret

Mustafa ÇELİK / Vakit
 
Hicret, bir Rabbani inkılâplar müjdesidir. Hicret sadece bir inkılâp değil aynı zamanda bir inkılâplar yumağıdır. Başka bir ifadeyle hicret, mükellef mü’minlerin müşrik ve münkir güçlerin işkence, baskı ve dayatmalarından kurtularak, önce kendi yüreklerini, zihin dünyalarını, kendi eylemlerini, düşüncelerini, gidişatlarını, hayat tarzlarını İslâm dini adına fethetmeleridir.  
 
İslâm adına, İslâm hesabına kendi yüreklerini fethedememiş kişi ve kimseler, hicreti gerçekleştiremezler. Çünkü hicret, İslâm’ın emrettiği bütün sosyal ve siyasal inkılâpların serüvenidir.

Müslümanın hayatında Kelime-i Tevhid’in söylenmesiyle hicret başlar. Lâ İlahe İllallah diyen bir kişi, "Lâ" derken çevresindeki, zihnindeki, hayatındaki, ülkesindeki cahili değerleri, hükümleri, kriterleri, adetleri, gelenekleri, hurafeleri toptan reddederek bâtıldan hakk’a, küfürden imana, şirkten tevhide doğru bir hicret gerçekleştirmektedir. Kelime-i Tevhid’i söylemekle bu hicreti gerçekleştiren kişi daha önce şirk anlayışını, inkârcılık mantığını, cahiliye düşüncesini, cahiliye sistemine bağlılığı taşıyor olabilir, helal ve haramları belirlemede, hevâsını, arzularını, idarecilerini, din adamlarını, şeyhlerini, hocalarını yetkili kılıyor olabilir, hayat tarzının merkezinde dünyevileşme de olabilir. Hangi konuda ve durumda olursa olsun, sahte ilahlara “Lâ” deyip illallah dediği andan itibaren Allahû Teâla'ya hicret etmiş sayılır. Bu hicret, diğer bütün hicretlerin mebdeidir. Hicret, karşılığında cennetlerin verileceği, Allah'ın razı olduğu sâlih bir ameldir. Allah'ın kendilerinden razı olduğu ve kendileri için de cennetleri vaat ettiği kişiler, imandan sonra Allah yolunda cihad ve hicret edenlerdir. Allahû Teâla buyuruyor:  "İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır." (Tevbe Sûresi/ 20)

Medine İslâm devleti, Mekke’deki Darû’l Erkam cemaatinin hicret kararından sonra kurulabilmiştir. Bilindiği gibi, ilk Müslümanların önemli bir kısmı, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden yıllar önce Habeşistan'a hicret etmişlerdi; ancak bu hicret, Peygamber'in hicreti ile mukayese edildiğinde çok önemli bir etki doğurmamıştır. Oysa Hz. Peygamber'in hicreti İslâm ilkelerini yaşayan bir toplumun oluşturulmasına, İslâm ahkâmını uygulayan bir hukuk devletinin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Hicreti isteğe bağlı, keyfî bir davranış olarak değerlendirmek yanlıştır. Hicret, hayatın her safhasında mü’min insanın vazgeçilmez hedefidir.

Rasûlüllah (sav)’in örnek ve önderliğinde gerçekleşen hicret, insanlık tarihinde alternatifsiz bir dönüm noktasıdır. Hicret dönemi, şirke dayalı çağların kapandığı ve tevhide dayalı çağların açıldığı bir dönemdir. Bilindiği gibi, tarihte sayısız göçler meydana gelmiştir; ancak hiçbirisi Hz. Peygamber (sav) ve arkadaşlarının hicreti kadar etkili sonuçlar doğurmamıştır. Çünkü hicret, sayısız Rabbanî inklâpları beraberinde getirmiştir.

Rasûlüllah (sav) ve Ashâbının, hicret etme nedenlerine baktığımızda bu eylemin temelde inanca bağlılık, Allah'ın rızasını gözetme, Allah'ın insandan istediklerine aykırı dayatmalara, Allah’ın gönderdiği dine muhalif uygulamalara karşı direnme gibi Rabbanî değerlere ve maksadlara dayandığını görürüz. Hicretin Müslümanın iç âleminde sürekli yaşaması gereken bir anlamı da ister insanın nefsinden, isterse dışarıdan ve çevresinden kaynaklansın, Allah'ın rızasına uygun olmayan dayatmalara, Allah’ın diniyle çelişen ve çatışan uygulamalara karşı direnme ve onları değiştirme şuurudur. Bu şuurun Müslümanın hayatındaki yansımaları, kendi koşullarına göre değişkendir; ancak bu şuurun diri tutulması çok önemlidir. Asrımızda Allah yolunda muhacir olabilmek için çırpınanlara şu tehlikeyi hatırlatmakta fayda muhalaza ediyoruz.: Dünyanın küresel bir köy haline geldiği, küçüldüğü, devletlerin birçok konuda işbirliği içinde oldukları bir zamanda hicret ederek strateji geliştirdiğini düşünen bazı Müslümanlar, çoğu zaman uluslararası ilişkilerin pazarlık konusu olmaktan kurtulamamaktadır. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, hicret bugünün dünyasında ulus devletçikleri arasında dönüştüren ve düzelten bir eylem değil, dönüştürülen ve hizaya getirilmeye neden olan bir eylem haline gelebilmektedir. Hâlbuki Hz. Peygamber (sav) ve arkadaşlarının hicreti bir kaçış ve zulümden kurtuluş değil, zulümle mücadele etmenin en etkin yollarını aramaktı. Geri çekilip mücadele için konsantre olmaktı.. Bununla birlikte tarihte, fiilî olarak hicret etmenin gerekli olduğu koşullar her zaman ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda Peygamberî tavır, karşılaşılan zorluklara göre strateji geliştirmektir. Bu hususta Cemaatü’l Müslim’inin ve imamın kararları doğrultusunda hareket etmek, maslahata en uygun olan durumdur. Unutmayalımki; hicret; müşriki inkılâpların tuzaklarına yakalanmak, çukurlarında sabahlamak için değil, müşrik ve münkirlerin nefretlerine rağmen dini Allah’a has kılma çabasını sınır ve sınıf tanımaksızın sürdürmektir..
Hicret, Kelime-i Tevhid getirerek Müslüman bir kimlik kazanan mükelleflerin kendi İslâmî kimliklerini ibraz etmenin bedeline katlanarak ümmet ve imamet hususunda karar kılmalarıdır. Ümmet ve İmamet üzerinde karar kılarak Medeniyetlerini inşa etmeleridir. Kavmiyetçiliğin, asabiyetçiliğin hüküm sürdüğü bir dünyada gündeme gelen Ümmet, İmamet ve Medeniyet hicretin beraberinde getirdiği evrensel inkılâplardan birkaç tanesidir..

Sonuç olarak içtimai bir kanser olan Ulusçuluğun ve modern ulus devletlerin tespit edip tayin ettikleri hududların vahyi gibi kabul edildiği toplumlarda, mü’min ferdler ve meşrepler için Rabbani inkılâplar kapısı olan hicret, anın vacibidir. Gönle, güne ve gündeme mutlaka taşınmalıdır. Müslüman her yerde ve her zaman dinin insanı olarak yaşamalıdır.
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !