13-02-2007 11:38

BATIL(I)LAŞMA ADINA İDAM EDİLMİŞTİ

Atıf Hoca’nın son sözü, “Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşırız” oldu.

BATIL(I)LAŞMA ADINA İDAM EDİLMİŞTİ

İSKİLİPLİ ATIF HOCA

Sözü hiç evirip çevirmeden söylemeliyim ki, Türkiye’de tarih spekülatörleri var. Özellikle yakın tarihe ilişkin farklı görüşler bu çerçevede yaygara malzemesi yapılıyor. Bu da yakın tarihin analitik tahlilinin yapılmasını engelliyor. Dolayısıyla her şey bir korku kuşağının içinde kalıyor.
Buna rağmen bugünkü yazımı, vaktiyle şapka yüzünden asılan İskilipli Atıf Hoca konusuna tahsis edeceğim. Çünkü 04 Şubat tarihi Atıf Hoca’nın idam yıldönümüydü. Bu konu önemlidir, zira yakın tarihe ilişkin korku kuşağının en koyu tonunda kaybolmuş konulardan biridir. Bugüne kadar da sadece spekülatif amaçların malzemesi olarak kullanılmıştır.
Bilindiği gibi, Kemal Atatürk 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonululara hitaben yaptığı konuşmada, “...Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir” demişti, “onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız!.. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim...” (K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, İstanbul 1981, X, 67)
Anlaşılacağı gibi, bu iş, “kurban” vermeyi göze aldıracak kadar önemliydi. İskilipli Atıf Hoca da maalesef “kurbanlar”dan biri olacaktı.
İskilip’in Tophane Köyü’nde dünyaya geldiği için “İskilipli” ünvanını kullanan Atıf Hoca, sıradan bir “molla” değil, İstanbul gibi bir ilim merkezinde medrese eğitimini tamamladıktan sonra Daru’l-fünununa (üniversite) girip İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş bir aydındı. Zaten “sıradan” olsaydı, olabilseydi kimse ona ilişmeyecek, ömrünü sehpada yitirmeyecek, başı yastıkta bitirecekti.
Fakat “önder” kimliği peşini bırakmadı. 31 Mart Olayı’nda (13 Nisan 1909) Sinop’a sürüldü. Oradan Sungurlu’ya sevk edildi. Nihayet “bir yanlışlık” olduğu söylenerek serbest bırakıldı.
İzmir’in işgaline ilk tepkiyi gösterenler arasındaydı. Kurduğu “İslâm Teal-i Cemiyeti” vasıtasıyla Anadolu’nun toparlanmasına yardımcı oldu. İrşatlarıyla Anadolu’nun yüreğini diri tutmaya çalıştı.
Nihayet Cumhuriyetin ilanı ve “Şapka İktisası Hakkında Kanun”un TBMM’nde kabulü...
Kemal Atatürk’ün Kastamonu gezisinde söylediklerinden ilham alan Bakanlar Kurulu, 2413 numaralı kararname ile devlet memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirdi (02 Eylül 1925). Ardından Konya Milletvekili Refik Bey ve arkadaşları 15 Kasım 1925 tarihinde şapka dışında başlık giyilemeyeceğine ilişkin kanun teklifini TBMM’ye verdiler. Bursa Milletvekili Nureddin Paşa, tasarının Teşkilatı Esasiye Kanunu’na (anayasa) aykırı olduğunu ileri sürdüyse de dikkate alınmadı ve 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkında Kanun” 25 Kasım 1925’te kabul edildi. 28.11.1925 günü 230 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Şapka Kanunu, başta Erzurum olmak üzere Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane’de protestolarla karşılanmıştı. Çoğu dini duyarlılıktan gelen ve kendiliğinden gelişen muhalefet, öteden beri yönetimin “makbul” saymadığı etkin bazı kişilerin kışkırtmasına bağlandı. Onlardan pek çoğu İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı, bazıları ağır hapis cezalarına, bazıları ise idam cezasına çarptırıldı.
Direnişin en şiddetli olduğu yer ise Trabzon’un hocalarıyla meşhur ilçesi Of’tu. Of, Hamidiye Kruvazörü tarafından bombalandı. (Bizim uşakların bombardıman altında, “Atma Hamidiye atma, şapka da giyeceğuz, vergi de vereceğuz” diye ağlaştıkları rivayet edilir.)
Bu arada Atıf Hoca da şapka devrimi’nden bir buçuk sene önce yayınladığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli kitabından dolayı tutuklanmıştı. (26 Aralık 1925) Giresun İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi. İstiklal Mahkemeleri’nin astığı astık kestiği kestikti. Daha ziyade muhaliflere gözdağı vermekte kullanılıyor, bu yüzden de cezalar çok acımasız oluyordu. Buna rağmen, Giresun İstiklal Mahkemesi, Atıf Hoca’ya takipsizlik verdi.
Atıf Hoca İstanbul’a döndü. Ancak 26 Aralık 1925’te arkadaşları ile beraber tekrar tutuklanarak Ankara’ya sevk edildi ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandı. Bu kez isnat edilen suç, “halkı kanunlara karşı kışkırtmak”tı. Oysa Hoca şapka aleyhine hiçbir gösteriye katılmamıştı.
Meşhur Kılıç Ali’nin (nam-ı diğer Kel Ali) reislik ettiği Ankara İstiklal Mahkemesi Savcısı, Hoca için 3 yıl hapis cezası istiyordu. Fakat mahkeme iki gün içinde idam cezası verdi.
Atıf Hoca, ne hikmetse savunma yapmaya gerek görmemişti. Hüküm 4 Şubat 1926 sabahı infaz edildi. Atıf Hoca’nın son sözü, “Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşırız” oldu. Allah rahmet eylesin.

(Yavuz Bahadıroğlu)
 

YORUMLAR
  • Adem Demir   02-08-2007 04:33

    Bu topraklar nice yigitliklere, nice guzelliklere tanik oldu, ama bir okadar da hainliklere. Sozde batililasma adina idam edilen Atif Hocaefendi ve diger bircok alimlere yapilanlarda bu ulke adina buyuk bir ihanettir. Umarim o karanlik gunler bir arastirmayla aydinlatilir ve bu degerli insanlardan sembolik bile olsa ulkemiz adina ozur dileriz.