27-01-2007 13:46

TEVBE

Tevbe, Kur`an`da, kulun yaptığı kötü işten, günahtan veya küfürden/şirkten vazgeçerek Allah`a yönelmesi anlamında kullanılmıştır.

TEVBE

TEVBE

 


- İktibas Dergisi - 20. Cilt Sayı : 281

Sözcük anlamı, dönmek, vazgeçmek, yönelmek demek olan tevbe; Kur'an'da, kulun yaptığı kötü işten, günahtan veya küfürden/şirkten vazgeçerek, pişmanlık duyarak Allah'a yönelmesi anlamında kullanılmıştır. Bu yönelme bağışlanma isteğini de içermektedir. Tevbe kelimesinin türemişi olan tevvab ise Allah için kullanılmaktadır. Allah'ın isimlerinden biri de; Allah'ın kulunun tevbesini kabul etmesi, onu bağışlaması ve tevbeleri çok çok kabul eden anlamına gelen Tevvab'tır.

Anlam içeriğiyle tevbeye, Allah'ın kuluna sağladığı "kurtulma imkanı" da diyebiliriz. Tevbe bu bakımdan çok büyük bir nimettir. Kul, şirk de dahil, işlediği günah ne olursa olsun bu imkandan yararlanarak kendini af ettirebilir. Bu imkanla, her türlü kötülükten kurtulabileceği gibi, ahiretini de kurtarmış olur. Tevbenin silemeyeceği hiçbir günah yok edemeyeceği hiçbir kötülük yoktur. En ağır günah/zulüm sayılan şirk bile iman etmekle bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. "Hiçbir günah Allah'ın bağışlayıcılığından daha büyük değildir."

Tevbe, kulun, yaratıcının koruyucusu ve kurtarıcısı olduğunun bilinciyle, işlediği günaha teslim olmaktan kurtulabileceği, açık-gizli her türlü davranışını paylaşacağı, yanlışlarının ve günahlarının dayanılmaz ağırlığından kurtulabileceği ve kişisel sırlarını açabileceği bir sığınma halidir. Tevbe yalnızca günahların bağışlanması için başvurulan bir yol olmayıp, aynı zamanda sürekli bir birlikteliği paylaşma bilincidir.

Yalnız şu husus çok iyi bilinmelidir ki, Allah'ın bağışlayıcılığı ve bağışlayıcılığındaki sınırsız rahmetini düşünerek, peşin bir anlayışla günaha yönelmek; "nasıl olsa tevbe ederek kendimi bağışlatırım" düşüncesiyle hareket etmek, kulun kendisine tanınan hakkı, verilen imkanı kötüye kullanması olur. Ve kul böyle bir ön yargıyla hareket etmekle, yalnızca kendini aldatmış olur. Zira, Allah kendisini kötüye alet ettirmez. Böyle bir ön kabul olmaksızın; böyle bir aldatmaca ve düzenbazlık olmaksızın; kulun, aldanarak, gaflete düşerek, heva ve hevesine uyarak, Şeytan’ın aldatmasına yenilerek; bir şekilde kendisini içinde bulduğu veya yaptığı yanlış bir şeyden dolayı pişmanlık duyarak (Allah'ı asla kandıramayacağının bilincinde olarak) vazgeçip, kendisini düzeltmesi durumunda; Allah'ta onun tevbe etmedeki samimiyetine uygun olarak günahlarını affetmek de dahil en güzel karşılığı verecektir.

Eğer tevbe etme imkanı olmasaydı kötülük insan üzerinde kesin bir hakimiyet kurardı. Tevbe, bu hakimiyete ya baştan müsaade etmez ya da hakimiyet olmuşsa onu yok eder. Yeter ki kul yalnız olmadığının, sahibinin Allah olduğunun bilincinde olsun. Allah'la bağlantısını kesmesin. O, Allah'a yöneldiği an, Allah onu karşılıksız/sahipsiz bırakmayacaktır. Tevbe ile ilgili ayetlere bakıldığında görülmektedir ki: Allah, kurtulmak isteyeni, "bundan sonra ‘insan’ olmak istiyorum" diyeni kurtaracak ve yeniden insana yaraşır bir hayat yaşamasını sağlayacaktır.

Tevbe, günah işlemeyi kolaylaştırmak veya günaha kapı aralamak için değil, tam aksine işlenmekte olunan günahı terk etmek, yapılan kötülüğe son vermek içindir. Hangi nedenle olursa olsun, kötülükle girilen ilişkiyi sona erdirmek içindir. Tevbe, kulunun günah batağından kurtulması için Allah'ın uzattığı rahmet elidir. İşlediği günah veya yaptığı kötülük ne olursa olsun, kul, Allah'ın kendisine uzattığı ele tutunmalıdır. Kötülüğe teslim olup, umutsuzluğa düşerek Allah'tan umudunu keseni, Allah, sapık olarak tanımlamaktadır. (Hicr -56) Bu da kulun hangi durum ve şartta olursa olsun Allah'a yöneldiği takdirde, Allah'ın onu yalnız bırakmayacağını göstermektedir.

"Nasıl olsa tevbe imkanı var" ve bu imkanla aklanma/arınma sağlanmıştır tarzındaki anlayıştan hareket ederek, baştan böylesi bir anlayışla günaha yönelmek, kötülüğe bulaşmak, tevbenin bizzat varlık sebebini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla esas olan tevbenin varlığına güvenerek günahı çoğaltmak, günahın oluşmasına zemin hazırlamak değil, bir şekilde oluşmuş günahtan vazgeçme kararlılığıdır. Tevbe, günaha yönelmek için değil, günahtan arınmak, kurtulmak içindir. Kur'an, Fatır suresi 5. ve Lokman suresi 33. ayetlerde Şeytan’ın, insanı Allah'la aldatmasına karşı uyarmaktadır. Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi insanın, "nasıl olsa Allah çok bağışlayıcıdır, affeder" şeklinde bir düşünce ile kasıtlı olarak günah işlemesi, Şeytan’ın insanı Allah'la aldatmasıdır. Böyle bir avuntuda "Şeytan", insanı saptıran şey neyse odur. Bu şeytan, insan, kuruntu, soyut bir kavram yada herhangi bir şey olabilir.

Günah işlemekte olan kimsenin kendisini kuşatan günahın/günahların kendince dönülemez bir hal alması sonucunda oluşan "artık af edilmem" düşüncesi, Şeytan’a teslim olmaktan başka bir şey değildir. Bu durum, tam da Şeytan’ın istediği bir sonuçtur. Zaten günah işlerken Şeytan’ın istediği olmuştur; umudunu yitirmekle, ikinci kez Şeytan’ın dediği/istediği olacaktır. Böylece Şeytan’ın galibiyeti kesinlik kazanacaktır. Ve esas olarak kaybetmek ve Şeytan’ın hakimiyetine girmek bu noktadan sonradır. Oysa ki tevbenin sunduğu imkandan faydalanarak, yeniden ve arınmış olarak, Şeytan’ın hakimiyetine son verip onu yenilgiye uğratmak ve Allah'ın yoluna, kurtuluşa dönmek mümkündür.

Ölüm gelip çatmadan, tevbe etme imkanı, Şeytana tutsaklıktan kurtulma imkanı hep vardır. Ölüm döşeğinde iken veya kendisini taşıyamayacak kadar güçsüz duruma düştükten sonra tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Tevbe bu dünyada geçerlidir. Kur'an, bu dünya hayatının son bulması demek olan ölüm halindeki tevbenin geçerli olmadığını söylemektedir: "Sürekli günah işleyip ölüm vakti geldiğinde: "ben artık tevbe ettim" diyenlerin ve kafir olarak ölenlerin tevbesi geçersizdir. İşte onlara can yakıcı bir azap hazırladık." (Nisa-18) "İman ettikten sonra hakikati inkara kalkışanlara ve sonra hakikati reddetmede (daha büyük bir inatla) ısrar edenlere gelince, şüphesiz, onların (diğer günahlardan dolayı) tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar gerçek sapkınlardır." (Al-i İmran - 90) Bu ayetlerden şu anlam da çıkabilir: tevbe, zamanında yapılmalıdır. Yani günah işlemeye devam etmekte iken, artık o günahı işleyecek gücü ve imkanı kalmadığında tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur.

Peygamberler de dahil hiçbir insan (ama az- ama çok) kötülük işlemiş olmaktan, yanlış yapmış olmaktan uzak değildir. Ancak Abese suresinin ilk 10 ayetinde Hz. Muhammed (sav) uyarılmasında olduğu gibi, peygamberler, görevleri gereği, yaşarken düzeltilmişlerdir. İnsan yaradılışı itibariyle, bizzat varlığında iyinin ve kötünün mücadele alanıdır. Yaptıklarının tamamı ile sürekli bir imtihan içindedir. Böyle olunca da, kimi tercihlerinde yanılabileceği gibi, zayıf bir anında Şeytan’a yenik de düşebilir. Onun için tevbe, yaşadığı sürece herkese gereklidir: "İmdi, eğer Allah, (bu dünyada) yaptıkları zulümlerinden (kötülüklerden) ötürü, insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yer yüzünde tek bir canlı kalmazdı. Ne var ki, onları, belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar erteliyor. Süreleri dolduğu zaman, sonlarını bir an olsun ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler." (Nahl 61) ayeti dikkate alındığında, günahsız insanın olmadığı/olamayacağı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan tevbe insan için büyük bir ihtiyaçtır. Çünkü insan sürekli hareket halinde bir varlıktır; kendi dışındaki alemle -hatta içindeki alemle de- sürekli ilişki içindedir: kendisiyle, ailesiyle, komşularıyla, mesai arkadaşlarıyla, sokaktaki insanla, kısacası her türlü canlı ve cansız varlıkla. Bu denli yoğun bir ilişki biçiminde, hayatın ve bu ilişkilerin dayattığı bir çok engel ve zorluk karşısında her zaman doğru ve adil hareket edemeyebilir; istemeden de olsa haksızlığa neden olabilir. Veya kimi zaman yanlışı doğru görebilir. Kimi zaman dengeyi bozabilir. İşte tevbe, burada devreye girerek insanın ifsad olmasına, zulüm üzere yaşamasına, Şeytan’a hizmet etmesine, kötülüğün taşıyıcısı ve yaşatıcısı olmasına son vererek, kurtulmasına, kendisini düzeltmesine ve bozduğu dengeyi yeniden kurmasına imkan ve fırsat verir.

Tevbe, çaresizliğe düşmüş olana yeniden çare olmaktır. Deyim yerinde ise tevbe, hastalığın sebebi/mikrobu değil, ondan kurtulmanın ilacıdır. Zira hastalık ne olursa olsun, hasta dilerse tevbe ile bu hastalıktan kurtulabilir. Tevbenin geçerliliğinin ve gerçekleşmesinin şartı, samimiyettir. Samimi olunmadığı takdirde ne kadar tevbe edilirse edilsin hiçbir yararı olmaz. Samimiyet ise tevbe edilen şeyin düzeltilmesi veya tekrar edilmemesidir. Maide-39'da Allah: "ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve davranışlarını düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" demektedir. Yine Tahrim-8'de, tevbe etmekle yetinmeyip, bunun kabul edilebilmesinin şartı olarak düzeltilmesi ve içtenlikle olması şart koşulmaktadır. Yine Hud-3'de Allah, tevbenin geçerliliğinin olabilmesi için bağışlanma dileğiyle birlikte O'na yönelmenin de şart olduğunu açıkça bildirmektedir.

Sadece söz ile yapılan tevbenin hiçbir yararı ve anlamı yoktur. Tevbenin kabul edilmesinin şartı, kulun kesin bir dönüş içinde olmasıdır. Diğer bir deyimle, kul ne kadar kesin bir dönüş içinde olursa tevbe de o oranda kabul görecektir. Bunun böyle olacağına içtenlikle iman etmek gerekir. Ancak, tevbenin tevbe olarak gerçekleşmesi, şartlarını yerine getirmeye bağlıdır. Tevbe, bu yönü ile aynı zamanda ibadet kapsamına girmektedir. Ve biz biliyor ve iman ediyoruz ki, hangi ibadet olursa olsun, şartlarına uygun olarak yapıldığı takdirde, Allah tarafından kesin olacak kabul edilecektir. Zira Allah asla sözünden dönmez.

Tevbe, insanın günahla kirlenen maddi ve manevi varlığını temizlemesi anlamında çok büyük bir nimettir. Özellikle Allah'ın Tevvab oluşu, yani bağışlayıcılığının çok çok fazla oluşu, kulu için sunduğu bu nimetin büyüklüğünü daha da artırmakta, onu bitmez tükenmez bir nimet yapmaktadır. Yoksa insan işlemiş olduğu günahlar ve yaptığı kötülüklerle baş başa bırakılsaydı inanç ve umudunu yitirebilirdi. İnanç ve umut ise insanı hayata bağlayan en güçlü bağlar olduğuna göre, bu bağları olmayanın veya kopmuş olanın kötülüğe ve küfre karşı yenilmesi çok daha kolay olacaktır. İnsanın bir kere ayağı kaydı mı, bu kayma, yıkılmayı ve yok olmayı da beraberinde getirecektir. Tevbe ile önüne geçilmeyen kötülük, kanser hücresi gibi bütün vücudu karacaktır. Onun için böyle durumlarda tevbe her zaman kurtuluş ve umut kapısıdır. Ve bu kapı, her zaman ve her şartta sürekli açıktır. O kapıdan girerek, kötülüklerden ve günahlardan kurtulabilmek çok büyük nimettir. İnsan, bu nimetin şükrü olarak, yaptığı kötülüğe bedel olarak, iyilik yaparsa, yaptığı iyilikleri çoğaltırsa buna karşılık Allah da kötülüğünü iyiliğe dönüştürecektir: "Pişman olup doğru yola dönen, inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan kimseler bunun dışındadır; bundan ötürü (önceki) kötü hallerini Allah'ın iyi hallere dönüştürdüğü kimseler işte böyleleridir; çünkü Allah çok acıyıp esirgeyen, gerçek bağışlayıcıdır" (Furkan 70) "Zaten kim ki tevbe eder ve (sonra da) dürüstçe/erdemlice davranırsa, gereği üzere Allah'a yönelen işte odur. (Furkan-71) "Fakat tevbe eden, iman edip salih amel işleyenler kurtuluşa erenlerdir."(Kasas-67)

Haksızlık yapmak, gerçeğe ve doğruya karşı ters davranmak günahları doğurur. Şayet tevbe ile bu günahların önüne geçilmezse günahlar insanın her bir yanını kuşatmaya başlar ve Kur'an'ın deyimi ile günah işleyip de günahı kendisini kuşatmış olanlar, içinde ebedi kalmak üzere cehennemlik olurlar. "(ama) dikkat edin, mücrimler cehennem azabı içinde temelli kalacaklardır." (Zuhruf-74)

Günahın büyüğü de küçüğü de tevbenin kapsamındadır. Kur'an günahı büyük ve küçük olarak ayırmış, büyüklerinden sakınılırsa, küçüklerin bağışlanacağını belirtmiştir. Nisa-31'de : "Uzak durmanız emredilen büyük günahlardan kaçınırsanız, (küçük) kusurlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir meskene yerleştiririz" denmektedir.

Ancak büyüklük ve küçüklük kapsamına hangi günahların girdiğinin listesini vermemiştir. Yine de Kur'an'a bakıldığında bazı büyük günahlardan ismen söz edildiği görülmektedir. Bunların başında da zulüm, şirk, haset, cimrilik, içki, kumar, zina, büyü, yalan... gelmektedir. Ancak kişiden kişiye kısmen farklılık olsa da Kur'ani açıdan bakılarak hangi günahın büyük, hangisinin küçük sayılacağını belirlemek mümkündür. Israrla ve sürekli yapılan her küçük günah, büyük günah kapsamına gireceği gibi, yapılan şeyin karşı tarafı ne oranda etkilediği de günahın büyüklüğünü ve küçüklüğünü belirlemede birinci derecede belirleyici olmaktadır. "Bana kul hakkı ile gelmeyin, kul hakkı hariç diğer günahlarınızı bağışlarım" şeklinde Allah'a isnat edilen söylentinin! İslami bir dayanağı ve gerçekçi bir yanı yoktur. Zira Allah'ın, kulun hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur. O, kulundan ne yapmasını veya nasıl davranmasını istemişse, onun iyiliği içindir; veya insan ne yapıyorsa kendisi içindir; kendi ihtiyacı içindir. Allah'ın kulundan uymasını istediği her şey onun mutluluğunu sağlamak içindir. Yapılacak iyiliğin de kötülüğün de sonucunda, kazanacak veya kaybedecek olan kuldur. Hak veya haksızlık bu bağlamda tamamen kul ile ilgilidir. Kul, istese de Allah'a 'zarar' veremez. Zaten buna gücü de yetmez. Kaldı ki ayrıca kul ile Allah arasında zarar verme açısından haksızlığa konu olacak bir şey de yoktur: "Çünkü günah işleyen kimse yalnız kendine zarar verir. Ve Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." (Nisa 111)

Bağışlanacak günahta aranan şart, günahın büyüklüğü veya küçüklüğü değil, tevbenin nasuh olmasıdır. "Nasihat sözcüğü ile ilgili olan nasuh, halislik ve safilik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anlamına da gelir. Çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik, yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı demektir." Nasuh tevbe de günahtan kalpte bir karartı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır.

Sonuç olarak, hangi konu olursa olsun Kur'an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Tek başına ele alınan konunun/kavramın doğru anlaşılması mümkün değildir. O bakımdan tevbe konusu da Kur'an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. İnsanın hayra ve şerre ne yaparsa karşılığını göreceği, zerre kadar da olsa yaptığı iyi ve kötü her şeyden sorumlu tutulacağı, günahı sevabından fazla olanın cehennemlik olacağı, hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceği gerçeği, sadece tevbe etmekle ortadan kalkmaz. Tevbe, iyi olanda, hayırlı ve güzel olanda meydana gelen kesinti veya arızayı gidermektir. Kötülük yapan, kötü olan bir kimse, iyi insan olmaya karar vermeden tevbenin ona hiçbir yararı olmaz. Kişi önce iyi insan olmaya karar vermelidir. Zaten iyi bir kimse ise, onun için tevbe; iyiliğinde meydana gelen kesintinin giderilmesidir. Tevbe, suçu sabit hale getirmek yerine, ortadan kaldırmaktır. Yoksa baştan ayağa kötü olanın, 'iyi olmaya' karar vermeden, tevbe etmesinin hiçbir yararı yoktur. Tevbe, tertemiz bir niyete Allah'ın destek olmasıdır. Veya küfürde olanın, küfrünü hakla değiştirmesidir.

İnsan kendini yeterli (müstağni) görmedikçe hep tevbe etme gereği duyar. Başını yastığa koyduğunda; geride bıraktığı günün muhasebesini yaptığı zaman, tevbeye konu olacak bir çok şeyin yapıldığı ve tevbeye ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Peygamber efendimizin "doğrusu günde yüz kere tevbe edip Allah'a yöneliyorum" dediği rivayet edilmiştir. "Ey Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan Sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan!" (Bakara-128)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !