03-02-2023 08:47

Çocuk istismarı mı dediniz?

Sözün özü şu ki, eğitim kurumlarıyla, basın-yayın, iletişim ve eğlence dünyasıyla, insan anlayışı, hayat felsefesi ve dünya görüşüyle bir bütün halinde bizzat toplum ve devlet eliyle bütün çocuklarımız düzenli bir istismara tabi tutulmaktadır. Kara mizaha bakar mısınız, bütün neslimizi bizzat devletin imkanlarıyla, kurumsal olarak planlı-projeli istismara tabi tutanlar da çocukların istismarından yakınmaktadırlar.

Çocuk istismarı mı dediniz?

Çocuk masumdur, çocuk günahsızdır, çocuk tertemizdir, çocuk sevimlidir. Çocuk, yani yasak ağacı bilmeyen Âdem ve ‘eşi’. Çocuk fıtrat tomurcuğudur. İyi bir ‘okuyucu’, çocuk üzerinden, bütün ihtişam ve îcazı ile yaratılışı yazan fıtrat haritasını en ince ayrıntısına kadar temaşa edebilir. Çocuk kibre meydan okuyan masumiyetiyle Allah’ın her şeyi bilen, her şeyi yaratan, her şeye güç yetiren büyüklüğünü anlatan bize en yakın ayettir. Gerçek bir mucize olarak doğar çocuk. Bir papatya ile çocuk masumiyet/günahsızlık bakımından eş değerdedir. Ne var ki ömür dediğimiz süreçte ruhen ve bedenen yol aldıkça çocuğun yolu, hayatın masum olmayan kıvrımlarına uğramakta, meleksi varlıklar yanında, şeytani olanlarla da tanışmaktadır çocuk. Çocuğu her türlü kirlenmeye karşı koruyacak olan, aile dediğimiz kaledir fakat kale içten bozulursa, ailenin kendisi gibi çocuk da korunaksızdır.

Çocuklarımız her şeyimizdir. Bir toplumun geleceğini çocuklar üzerinden okuyabiliriz. Toplumun geleceğine dair her türlü emare genç nesillerde mevcuttur. Fakat bilinmelidir ki çocuklar tek başlarına toplum selametinin güvencesi olamazlar. Çünkü toplumun selameti için çocukların aklen ve bedenen sağlıklı yetiştirilmeleri gerekir. İnsan doğuştan hayra olduğu gibi şerre de meyillidir. Çocuklarımızda güzel ahlakı yaşam biçimine dönüştürecek bilinci uyandırmak, Allah’ın razı olacağı salih amelleri sevdirmek de toplumun büyüklerine düşmektedir. Aslında büyüklerin çok bir şey yapmaları gerekmemektedir, gölge etmeseler o bile yetecektir.

Çocuklarımız göz aydınlığımızdır fakat onların gözümüzün karanlığı olmasını isteyenler vardır, hep de olacaktır. En büyük hazinemiz olan çocuklarımızı şeytanın bile aklına gelmeyecek kötülüklere alet etmek isteyenleri yok ederek sorunu çözemeyiz. Nesillerinin eğitimini ciddiye almayan toplumlar, ciğerparelerini kreş, ana okulu, ana sınıfı, okul öncesi eğitim adı altındaki, tabelasında ‘eğitim’ gibi şeyler yazan cicili-bicili süslü kurumlara başlarından defederler. Hayat ise bu defedişin bedelini mutlaka, bu işin faillerine ödetecektir. İlkokul çağından itibaren çocuğunu okula namzetleyen aileler aslında bizzat kendi elleriyle çocuklarını Yusuf misali kuyulara atmaktadırlar. Takdir edersiniz ki körpe bedenlerin selametine vesile olmak üzere bunca kuyuya uğrayacak ‘kervanlar’ bulunması da imkân dahilinde değildir.

Okul öncesi ve sonrasıyla, ‘eğitim’ adı altında ülkenin dört bir bucağında adım başı açılmış olan kurumlarda çocuklarımıza, Allah’ı razı edecek bir tek cümle bile öğretilmemektedir. Öğretilmek şöyle dursun, çocuğun fıtrattan getirdiği, aileden hasbel kader edindiği temiz duyguları da itina ile sökülüp atılmaktadır. Allah mefhumunun giremediği kurumlarda, Allah’ı razı edecek söz ve işlerin aranması baştan beyhudedir. Allah’ın yerine ikame edilecek kullardan bir kul bulmak zor olmamaktadır. Çocukluk ve gençlik yıllarını eğitim adı altındaki toplama kamplarında geçiren kişilerin, içindeki her şeyiyle ülkeyi filanca liderin yarattığını düşünmemesi için ne gibi bir sebep vardır?

Sözün özü şu ki, eğitim kurumlarıyla, basın-yayın, iletişim ve eğlence dünyasıyla, insan anlayışı, hayat felsefesi ve dünya görüşüyle bir bütün halinde bizzat toplum ve devlet eliyle bütün çocuklarımız düzenli bir istismara tabi tutulmaktadır. Kara mizaha bakar mısınız, bütün neslimizi bizzat devletin imkanlarıyla, kurumsal olarak planlı-projeli istismara tabi tutanlar da çocukların istismarından yakınmaktadırlar. Çocukların sadece ‘altı yaşında evlendirilmek’ suretiyle istismar edilmediklerini bu yazıda anlatmaya çalışacağız. 

İstismar kelimesinin kökü ‘semere’dir yani meyve. ‘İstesmera’ fiili ağacı meyveli hale getirmek anlamına gelmektedir. TDK’nun Türkçe sözlüğünde istismar; yararlanma, birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme olarak açıklanmaktadır. Bir ülkenin eğitim sistemi, şu veya bu şekilde İslam’la iltisaklı bir halkın çocuklarını alıp, onları tamamen Din’in dışında, nihilist bir felsefeye göre eğitiyor, tamamen seküler bir ‘ahlak’ (yani ahlaksızlık) aşılıyor, çocukları çok bilinçli ve itinalı bir şekilde ailenin kendini nispet ettiği İslam’ın bütün kavram ve değerlerine karşı gelecek bir eğitime tabi tutuyorsa, bu en büyük çocuk istismarı değil de nedir? Okul en başta adıyla, sonra her gün tekrarlanan okula giriş törenleri, okulda yapılan anma ve kutlama törenleri, törenlerde okutulan şiirler, istenilen insanların göklere çıkartılması, istenmeyenlerin yerin dibine batırılması, ders giriş çıkışlarını duyurmak için çalınan müzikler, sınıflarda yapılan doğum günü ve başka gün kutlamalarıyla körpe nesilleri Müslüman örfüne taban tabana zıt bir felsefeyle eğitmekte yani istismar etmektedir.

Keza toplumun şu veya bu şekilde kendini ait hissettiği İslam’a karşı her türlü ideolojik saldırıyı yapmak üzere bizzat devlet eliyle beslenip büyütülen, toplumun İslamî ya da öyle sanılan değer yargılarını yok etmeyi görev bilen nifak şebekeleri de devlete paralel şekilde çocuklarımızı istismar etmektedirler. Nihilist, ateist, deist ve benzeri ideoloji sahipleri, kendi öz çocukları bile olsa, çocuğu fıtrata aykırı bir ideolojiyle eğitiyorsa, bu da bir çocuk istismarıdır. Ateist ya da deist bir ebeveyn kabullenemese de, onun çocuğu Allah tarafından yaratılmış ve kendisine emanet edilmiştir. Kendi yaratılışına yaptığı hıyaneti çocuğuna da yapmaya hakkı yoktur. Gıda maddelerinin genetiğini değiştirmek kötüyse, çocuğun fıtratıyla oynamak iki kere kötüdür. Çocuğun yaratılış yasalarına uygun olarak Allah’ın hidayetine ermesi, sapık yollardan kendini koruması, suyun toprakla buluşması, bir yavrunun annesini emmesi kadar doğal ve fıtrîdir. Buna aykırı olan bütün yaptırım ve engellemeler yaratılışla savaşan istismarcılıklardır.

‘Çocuk istismarı’ deyimi son yıllarda sıkça duyulan sözlerden biridir. Acaba kim çocukları istismar etmektedir, bunu iyi ayırt etmek gerekmektedir. Bir cinayet işleyip, sonra da gidip cenaze namazına katılan ve öldürdüğü kişinin yakınlarına da baş sağlığı dileyen kâtildeki pişkinliği gerçek çocuk istismarcılarında da gözlemliyoruz. Bu yaşlı yeryüzü, bizzat kendilerini dalaletten hidayete çağırmak üzere gelen rasûllere, dalaletin en koyusu içindeki kavmi tarafından ‘sapık’ ve hatta ‘kafir’ gibi damgalar vurulduğuna tanık olmuştur. Dolayısıyla günümüzde de çocukları en fazla istismar edenlerin, “çocuklar istismar ediliyor!” diye bağırmasına şaşırmıyoruz.

Kim (çocuk veya yaşlı) bir insanın iyi niyetini kötüye kullanarak, ondan maddi-manevi haksız bir menfaat (semere) sağlamaya çalışırsa, bunun adı istismardır. Şeytani niyetlilerin tuzaklarına kolayca düşecekleri için yaşlıların ve çocukların istismarı daha fazla yürek burkmaktadır. İstismarın belki de en iğrenci çocuklara yönelik olanıdır.

İstismarın İstismarı

Çocuk istismarı bir gerçek olmakla birlikte, bu olaylarda söylenen her söz, yapılan her yayın ve çözüm olarak önerilen her yol çare de değil, doğru da değildir. Ülkede belli aralıklarla bir vak’a üzerinden çocukların nesne yapıldığı bir ‘istismar’ vaveylası kopartılmaktadır. Çocuk istismarı, bizatihi şer olduğu için üzerine gidilmekte değildir, bilakis çocuğun istismarı istismar edilerek, ideolojik mihraklar bunu kendi fasit düşünceleri için fırsata dönüştürmektedirler. Olayın bizzat kendisini konu edinmekten önce, bunu bir velveleye dönüştürenlere bakmak gerekmektedir. Herkesten önce ve herkesten yüksek sesle ‘istismar vaar!’ diye bağıranlara baktığımız zaman, bunların herhangi bir ahlak, namus, şeref gibi kaygılarının olmadığını kolayca tespit etmekteyiz. Çünkü bunlar mesela namus mefhumunu ‘sözde’ diye etiketleyen İstanbul Sözleşmesine canhıraş sahip çıkan zümrelerdir. Bunların ya tarikat-cemaat kavramları üzerinden iktidar partisini yıpratmak ya da İslamî şiarlar üzerinden İslam’a saldırmak gibi iki önemli öncelikleri vardır. Fakat menfaatleri öyle gerektirdiği zaman tarikat ve cemaatlerle çuvala ilk girecek olanlar da aynı mihraklardır. Bunların bazı karakteristikleri vardır.

Mesela ulusal kutlama/anma törenlerinde, eğlence programlarında, doğum günü kutlamalarında vb. kız çocuklarının ahlaksızca konu mankeni yapılmasına, 19 Mayıs törenlerinde liseli kızların teşhirciliğe alıştırılmasına vd. çocuk istismarını önemsiyor görünenlerden hiçbir itiraz gelmemekte, bilakis bu ahlaksızlıklara alkış tutmaktadırlar. Bunların yayınlarında çocuk istismarı ‘pedofili’ olarak anılmakta ve o da ‘cinsel yönelim’, ‘cinsel eğilim’, ‘cinsel tercih’ gibi sözcüklerle saygınlaştırılmaktadır. Pedofilinin bir insan hakkı olduğunu hem de kadın ‘entelektüeller’ yazabilmektedirler ama sözünü ettiğimiz mihraklardan yine bir tepki gelmemektedir. Bu durumda pedofili kadın yazar, çocuk istismarına tepki veriyor görünenler ve çocuk istismarını fiiliyata dökenler aynı potada buluşmuş olmaktadırlar.

Örtü, namus, edep, haya ve utanma, mahremiyet düşmanları Müslüman kadını bütün bu değerlerinden soyutlamak ve ar damarını çatlatmak için işe ana sınıfından başlamak gerektiğini çok iyi bilmektedirler. Cumhuriyet rejimi yüz yıllık ömründe bu uğurda kimler ne istedilerse vermiştir. Gencecik kızların satılık bir metaya benzetilip, ‘müzayede pazarı’na dönüştürülmüş salonlarda, güzellik yarışması adı altında kadın haysiyet ve onurunun beş paralık edildiği ‘güzellik yarışmaları’ Cumhuriyetle yaşıttır. Burnunu göstermekten utanan süt ninelerinden intikam, güzel bacak yarışmasına tabi tutulan kız torunları vasıtasıyla alınmıştır. İşte ‘çocuk istismarı’ çığırtkanlığı yapanların en başında bu zümreler bulunmaktadır.

Lût kavminin küllerinden yeniden dirilmesi için, kadın ve erkeğin utanma duygusunu ve ar damarını çatlatmak isteyen, haram, günah, ayıp gibi mefhumlara kezzap dökmüş bir irade iş başındadır. Bu sebeple ‘Kadına karşı her türlü ayrımcılığın yok edilmesi sözleşmesi’ (CEDAW), İstanbul Sözleşmesi gibi sayısız düzenlemeye hırsla sahip çıkılmakta, LGBTİ’ye yasal ve toplumsal meşruiyet kazandırılmak istenmektedir. CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi mevzuatla kadın erkek arasında bir ‘mutlak eşitlik’ tezi edepsizce dayatılmakta, istismar edildiğinden yakınıyor göründükleri kız çocukları da ‘kız çocuğu’ değil, ‘kadın’ yapılmaktadır.

CEDAW gibi sözleşmeler kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı yok etmek adı altında, kadın-erkek arasındaki cinsiyet farkını tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bu sözleşmeye göre mesela, ana okulundaki kız ve erkek çocukların ayrı ayrı oturtulması bile ‘kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet’ kapsamına alınmaktadır ve hiçbir anne-baba kız çocuğunun yine bir kız çocuğu ile oturtulmasına güç yetirememektedir. Okullarda Allah’ın değil, CEDAW’ın hükmü geçmektedir.

Kadın ve insan hakları, kadın-erkek mutlak eşitliği gibi söylemler ve bu doğrultuda yasal düzenlemeler neticesinde kadın-erkek ilişkileri o noktaya gelmiştir ki, mesela bir kız çocuğunun erkek arkadaşıyla baş başa bulunduğu herhangi bir (ev veya otel tarzı) mekânda kız çocuğu, birlikte vakit geçirdikleri erkek arkadaşı tarafından öldürülse, buna literatürde ‘kadın cinayeti’ denmektedir. Ayrıca öldürülen kız 15 yaşında da olsa kız değil ‘kadın’ olarak adlandırılmaktadır. En önemlisi, evli olmayan genç bir kızla bir erkeğin bir evde/otelde ne işlerinin olduğunu sorgulamak ‘çocuk istismarı’ndan daha sakıncalı bir cüret olarak karşılanmaktadır. ‘Kadın cinayeti’ adıyla bir genç kızın hunharca öldürülmesi etrafında yapılan sorumsuz ve ahlaksız yayınlar, yapılan yorumlar, bu ilişkilerde herhangi bir bozukluk olup olmadığını gündeme getirmek yerine, bilakis bu ilişkilere meşruiyet sağlamakta ve genç kuşaklar bu bataklığa bir adım daha yaklaştırılmaktadır. Acaba böyle iğrenç bir cinayet olayında genç bir kızın bir istismar yolunda kurban edildiğinden bahsedildiği görülmüş, duyulmuş mudur?

Öte yandan istismar olaylarına konu olan kızlarla aynı yaştaki çocuklar ulusal anma-kutlama günlerinde rejimin kurucusunun heykeli önünde secde ettirilmektedir. Çocukların putperest yapılması ve din dışı bir eğitim müfredatıyla beş yaşından itibaren körpe dimağlarına Allah’ın hesaba katılmadığı bir dünya görüşünün zerk edilmesi, onların namuslarına yönelik olandan geri kalır bir istismar mıdır? 

Sözün kısası, tavşana kaç, tazıya tut diyen, bu ülkede ve de tüm yeryüzünde fitnenin, fesadın, fücurun, nifakın ve fuhşiyatın yayılmasından başka hiçbir hayra hizmet etmeyen kişi ve kurumların ‘çocuk istismarı’ söylemleri zerre kadar inandırıcı değildir. Bu çığırtkanlar binaların üzerine yerleştirilmiş keskin nişancılar misali, sadece şerefimizi lekelemek isteyen namus ve haysiyet avcılarıdır, meslekleri ahlaki değerlerimizi vurmak olan sınaypırlardır onlar. Kekliği keklikle avlamak nasıl avcının istismarı ise, çocukların istismarına itiraz ediyor görünmeleri de ahlak sınaypırlarının istismarıdır. Dürüstlük ve namusluluk maskesi arkasına sığınan istismar canavarı ‘çocuk istismarı’ ve ‘kadın cinayeti’ gibi olaylardan beslenmekte, semirmekte, sonra da karşımıza LGBTİ olarak çıkmaktadır. Öncelikle buradaki büyük oyunu görmek gerekmektedir.

İstismarın Öte Yakası

Geçtiğimiz Aralık ayında, 1998 doğumlu genç bir kadının, 2004 yılında altı yaşında olduğu halde ailesinin yönetici konumda olduğu tarikatın bir mensubuna bizzat ailesi tarafından verildiğine dair şikayeti gündeme bomba gibi düştü. Olayın gerçek olup olmadığı ayrı bir konu fakat bu haberin, yukarıda değindiğimiz, bu gibi olaylardan beslenen sinsi eller tarafından belli amaçlar için bilhassa yapılmış bir ‘servis’ olduğundan kuşku duymamaktayız. Bizler olayın mahiyeti kesin olarak ortaya çıkmadan söz konusu şikayetin tarafları hakkında bir yorum yapma hakkımızın bulunmadığını biliyoruz. Ancak bu vesileyle, altı yaşında bir kız çocuğunun kendisinden yirmi üç yaş büyük biriyle evlendirildiği iddiası çerçevesinde, konuyla ilgili görüşümüzü belirteceğiz.

Altı yaşında bir kız çocuğunun, bir ‘evlilik’ masalına konu edilmesinin tamamen asılsız olmasını çok arzu ederiz. Böyle bir olayın gerçek olması şöyle dursun, bunun ‘haber’ olarak tedavüle girdirilmesi bile Müslüman aile yapısına ve toplumun ahlaki değerlerine büyük bir saldırı niteliğindedir. Bu kadar nazik bir konunun bu kadar sorumsuz bir şekilde günlerce haber diye sunulması ve her türlü yoruma konu yapılması ahlaki değerlerin sahipsizliğini göstermektedir. Şüyuu vukuundan beter olan tam da budur işte. Bir toplum, tüyler ürperten olaylara işte bu yöntemlerle alıştırılmakta, bütün kötülükler bu yöntemle normalleştirilmektedir.

Dünyanın her neresinde ve hangi kültürden, dinden, ırktan olursa olsun altı yaşındaki bir kız çocuğunun otuz yaşına varmış biriyle ‘evlendirilmesi’ tek kelimeyle sözün bittiği yerdir. Böyle bir barbarlığı ifade etmek için cahiliye kelimesi bile yetersiz kalmaktadır. Zira İslam öncesi cahiliye toplumunda bile böyle bir azgınlık duyulmuş değildir. Aynı şekilde istismar kelimesi de söz konusu olayın yanında masum kalmaktadır.

‘İslamî’ diyemediğimiz için ‘muhafazakâr’ kelimesinden istimdat ettiğimiz kesim konuyla ilgili ikircikli, mütereddit, savunmacı açıklamalara başvurmaktadır. Çünkü işin içinde tarikat meselesi olunca “ucu bize de dokunur” kaygısı ağır basmaktadır. İktidar partisi ise bir taraftan siyasi rakiplerini, bir taraftan oy aldığı seküler kesimleri ve diğer taraftan da tarikat-cemaat ayağını hesaba katan bir denge politikası izlemektedir. Dolayısıyla hemen her kesim ‘temkinli’ olmaya azami itinayı göstermektedir.

Bu arada en ilginç ve aynı zamanda en mide bulandırıcı açıklamalar, İslam’da evlenmenin belirli bir yaş sınırı olmadığı türünden beyanatlar yayınlayan sözüm ona bazı hocalardan gelmektedir. İslam’da evlenmenin belli bir yaş sınırının olmadığı sözü doğru olmakla birlikte, ya bâtıl bir anlam kastedilmekte ya da cümleler bâtıl anlam çıkarmaya elverişli şekilde kurulmaktadır. 

Kur’an veya sünnette “kızlar şu yaşta evlendirilir” diye bir nas yoktur. Lakin bu, altı yaşındaki bir kız çocuğunun evlendirilmesinin şer’an caiz olduğu anlamına mı gelir? İslamî açıdan 15, 16, 17 gibi yaşlarda kız çocuklarının evlendirilmesi mümkün görülür ve pek çoklarımızın anneleri de bu yaşlardan birinde evlendirilmiştir. Bugünkü sözde medeni kanunda evlilik yaşının keyfi bir şekilde asgari on sekiz olarak belirlenmesi, 15, 16, 17 yaşlardaki kız çocuklarını evlendirmeyi gayrı meşru yapmaz. 

Evlenme yaşını belirleyen bir nassın bulunmaması, —doğrusunu Allah bilir— bu konunun örfe bırakılmasıyla ilgilidir. Anadolu’da yakın zamana kadar kızların evlilik yaşı on dört-on beşlerden başlarken, bugün bu yaş otuzlara yükselmiştir. Benzer şekilde, erkek çocuklarının savaşa katılmalarının da nasla belirtilmiş bir yaşı yoktur fakat bu, altı yaşındaki bir erkek çocuğunun orduya alınacağı ve savaşa katılacağı anlamına gelmemektedir. Rasulullah’ın (sav) Uhud savaşı için ordusunu hazırladığı günlerde, çocuk yaştaki iki sahabenin ısrarlı talepleri ve kendilerini ispatlama çabaları karşısında onları orduya katması, bu olayın istisnai bir durum olduğunu göstermektedir. 

“İslam’da evlenmenin belli bir yaşı yoktur” gibi cümleler kuran kişilerin bunu bir fetva gibi söylemekten kaçınmaları ya da meramlarını doğru dürüst anlatmaları gerekir. Aksi takdirde bir gün, “altı yaşındaki kızın(ya da torunun)la evlenmek için kapını çalan kişilere karşı ne hissedersin?” diye bir sorunun yöneltilmesine hazırlıklı olmalıdırlar.

Sonuç olarak, kötülük kimden gelirse gelsin kötülüktür. Ahlaksızlığa, İslam’a taban tabana zıt görüş ve düşüncelere asla sessiz kalamayız. Sadece kötülere diyet borcu olanlar sessiz kalabilirler. İslam’ı kötülemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan münafıklar hep olacaktır. İslam dini ise kimliği, kişiliği ve niyeti ne olursa olsun hiçbir beşerin töhmetleriyle kirletilemeyecek kadar temiz bir dindir. İslam arı durudur. İslam’ın hain düşmanları kadar ahmak ve ahlaksız dostları da zarar vericidir ama bu zarar öncelikle kendilerinedir. Bununla birlikte sahih akideye sahip olan Müslümanlar da itikadlarının sahihliği ile yetinmeyip, Allah’ın dini ile insanlar arasına gerilen çer-çöpleri temizlemeye çalışmalıdırlar.

İktibas Dergisi/Ocak Sayısı Yorumu

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !