08-04-2010 19:32

`Postmodernizm, İslamcıları da, Kemalistleri de değişime zorluyor`

Abdurrahman Arslan, `Post modern siyaset kültürü her şeyi değişime zorluyor. Bugün klasik anlamda laiklik ve klasik anlamda emperyalizm değişiyor. Bugün Kemalistlerin dediği laikliğin yaşama şansı yoktur. Türkiye artık post Kemalist dönemi tartışıyor ve bugün yapılan tartışmalar bu post Kemalizm sonrasının nasıl olacağı üzerine yapılıyor. Ama maalesef İslami anlayışımız da değişiyor. Bizi bu değişime zorlayan politik kültür üzerine de kafa yormamız gerekiyor` diyor.

`Postmodernizm, İslamcıları da, Kemalistleri de değişime zorluyor`

 

 

"Günümüzde küresel kültür ya da Post modern kültüre baktığımızda ise, daha çok izafi değerler üzerine kurulu olduğunu görürüz. Dolayısıyla da mutlak değerleri de kabul etmez. İslam'ın değişmeyen mutlak doğruları ve değerleri vardır ondan vazgeçemezsiniz. Yani sadece yoruma açık bir yanı yoktur İslam'ın bir de muhkem tarafı vardır. Değişim bu muhkemi de aşındırmakta ve çözmektedir. Bugün karşılaştığımız kültürel evrenin felsefi temellerine baktığımızda, onun genel olarak felsefi bağlamda izafiliği savunduğunu ve kutsadığını görüyoruz.

 

"Post modern siyaset kültürü her şeyi değişime zorluyor. Bugün klasik anlamda laiklik ve klasik anlamda emperyalizm değişiyor. Bugün Kemalistlerin dediği laikliğin yaşama şansı yoktur. Türkiye artık post Kemalist dönemi tartışıyor ve bugün yapılan tartışmalar bu post Kemalizm sonrasının nasıl olacağı üzerine yapılıyor. Ama maalesef İslami anlayışımız da değişiyor. Bizi bu değişime zorlayan politik kültür üzerine de kafa yormamız gerekiyor."

 

Biz şu anda modernizmin göbeğinde miyiz?

Keşke öyle olsaydı, hiç değilse modernizmin iyi kötü belirli bir tarafı var. Modernliği yaşamadan post-modern döneme atlayan bir toplum olmaya başladık. İçinden çıkılmaz bir tarafı bu. Bu durum hem Müslümanlar için ciddi bir sorundur hem de Kemalistler açısından ciddi bir sorundur.

Kemalistler açısından niye ciddi bir sorun?

Çünkü post-modernite Kemalizm'in öngördüğü moderniteyi reddediyor. Post-modernite diyor ki başörtülü kız üniversitede okuyabilsin. Onun için Müslümanların bu anlamda fazla gayret sarf etmelerine gerek yok. Post-modernite dini de reddetmiyor ama modernite dini hayatın gerisine attı. Laiklik adına mabede attı, vicdana tıktı ama şimdi post-modernite bunlara gel diyor. Ama tabii dini kendine göre yeniden tanımlıyor. Dikkat edin bizim inandığımız İslam bugün yeniden, yeniden tanımlanmakta.

Ilımlı İslam tartışmaları falan mı?

Hiç şüphe yok oraya doğru kayıyor tartışma ama Müslümanların bundan rahatsız olduğunu da söylemek zor.

Dünyada nasıl bu? Hep Türkiye üzerine konuştuk ama dünyada da pek farklı değil galiba?

Dünyadaki genel gidişat aynı. Bunun bir örneği Malezya'dır. Doğu ucu orası batı ucunda da Türkiye var. Diğerlerinde de bir gecikmişlik söz konusu. Ama aynı güzergahta olduğunu görüyoruz.

"İslam kendi kalıbı dışında hiçbir kalıba uymaz"

Post-modernite, Müslümanları esir almış vaziyette, İslam direniyor ama Müslümanlar çok farkında değil bunun!

Ben onu söylüyorum. Allah'a hamd olsun ki öyle. Bu dinin bir sahibi var. Müslümanlar bu hayata İslam'ı ne kadar uydurmaya çalışırlarsa çalışsınlar İslam uymuyor. O kaba sığmıyor. İslam kendi kabı dışında hiçbir kaba sığmaz. O her halükarda sizin Müslüman kalmanızı sağlar. Başka hiçbir dinde böyle bir şey yok. Onun rahmeti bir yönüyle de budur. Bence bunu iyi anlamak zorundayız.

Kuvvet algısı dediniz ya, İslam'ın kuvvet algısı nedir?

Hayat için gerekli şeyleri reddedemeyiz. Ticareti, yaşadığımız hayatı reddetmek değil ama onu sorgulama çağrısıdır. Siz kapitalizmi eleştirdiğiniz zaman bir Müslüman'ın söylediği şu: "Ne yani ticaret yapmayalım mı?" Bunlar vakti geçen ilkel düzeydeki sözlerdir. Elbette Müslüman ticaretle beraber birçok şeyi yapacak ama aynı zamanda İslam'ın kapitalizmle uzlaşmadığını düşünüyorsa bunun derin tahlilini yapmak zorundayız. Mesela bu ülkenin yüzde 40'ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bir sistemle karşı karşıyayız, insanları sömüren, yoksullaştıran kurumsal bir yapı var. Müslüman bunu sorgulamayacak da gidip fakire yardım toplayıp avucuna sıkıştıracak. Müslüman'ın görevi bundan ibaret değil. Sistemin kendisini sorgulamak zorundadır. Eğer İslam'ın rahmet olduğunu söylüyorsa ki sık sık söylüyor, bir görevi de budur.

Kuvveti modern muhayyilenin tanımlaması ile İslam'ın tanımlaması arasında benzerlikler yanında farklılar da olması gerekir. İster teknolojik, ister iktisat, ister askerlik... Farklılık olmazsa bizim de diğerleri gibi teknolojik gücü olan, ekonomisi güçlü, askeri bakımdan muhteşem diğerleri gibi olana kadar taleplerimizi ertelememiz gerekir, çünkü bu mücadele bunu gerektirir. Ben diyorum ki, bütün bunları yaptıktan sonra Allah'ın o unuttuğumuz yardımına da müracaat edelim. Hani ayet-i kerime de diyor ya "O okları siz atmadınız, biz attık." İşte tam da onu kavrayan bir muhayyile. Dolayısıyla burada Müslüman modernitenin kuvvet tanımından kopup kendi kuvvet tanımını yapmalıdır. Bu fiziki dünyayı, iktisadi gücü reddetme anlamına gelmez. Ama olabildiği kadarıyla, bulabildiğimiz kadarıyla yetinme anlamına gelir.

"Ümitlerimizi Ahirete göre ayarlayacağız çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık"

Yeni bir sorgulama ve yenilenmeden mi bahsediyorsunuz?

Evet yenilenme... İslam'ın kendi kökleri üzerinde bir yenilenme. Değişimi İslam'ın tanımladığı bir yenilenme. Çünkü tarih içinde tanımlanan değişimler farklıdır. Modernitenin, post-modernitenin, Taoculuğun tanımladığı değişim farklıdır ama İslam'ın tanımı da farklıdır hem bireysel hem de toplumsal. Müslümanlar bunu olağanüstü bir avantaja çevirebilirler. Eğer hayatın yeniden kurulacağı bir çağda yaşıyorsak bunun imkanları sadece İslam'da vardır. Dolayısıyla nelerin üzerinden hayatı kuracağız gibi endişelerimiz olamaz. Bunlar bizde var. Bundan dolayı hiç karamsar değilim. Ama yaşadıklarımız karşısında bir eleştiri getirince insanlar karamsarlığa sürükleniyor. Çünkü biz ümitlerimizi bu dünyanın gidişatına göre ayarladık. Eleştiriler bu ümitleri biraz kırıyor ve karamsarlık gibi bir şey çıkıyor. Tam tersine, hayır, ümitlerimizi ahirete göre ayarlayacağız çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık. Çok uzun ümitlerimiz, hayallerimiz var. Nitekim efendimiz (s.a.v) "Çok uzun ümitler beslemeyiniz imanınızı zayıflatır" diyor. Biz 40 sene sonrasının hesabını yapıyoruz. 30-40 yıl öncesinin Müslümanları ilerleme, iktisadi anlamda kalkınmanın hesabını yapıyorlardı. Bugün bu kavramlar anlamını yitirdi. Şimdi batıda ilerleme ve kalkınmadan bahseden adamların üstünü yürüyorlar.

Neden?

Çünkü çevre meselesi ile birlikte sürdürülebilir bir kalkınmadan bahsediyorlar. Klasik anlamdaki ilerleme ve kalkınma çevre meselesini gündeme getirdi. Şimdi de biz bu hayatı dünyaya zarar vermeden nasıl devam ettiririzin cevabını arıyor ama bulamayacaktır! Batı bunu bulamaz.

Barındırmıyor diyorsunuz yani?

Öyle bir kriteri yok elinde. Mecburen uçlarda gidip gelecek. Tabiatı kutsayacaktır, görünüş o ki bu paradigma tabiatı kutsamaya başladı. Bu vasat düşüncedir. Vasatın ne olduğunu, bunun sıradanlık olmadığını, bunun felsefi altyapısını kavradığımızda bence bu kurucu imkanlar bizde olduğundan dolayı karamsar değilim. Tam tersine herkesten çok ümitliyim. Yeter ki dünyaya olan sevgimizi biraz azaltalım.

"Akan nehirden abdest alırken bile suyu israf etmeyin" diyor İslam...

İşte öyle bir mantık. Su zaten akıyor değil mi, ne demek yani israf etmeyin. İşte tam da bu mantıktan bahsediyorum. Ama bunu bütün hayata uygulamak gerekiyor. Tıksırıncaya kadar yiyen biri bence Afrika'daki bir aç çocuğun hakkını yiyordur. Dünya böyle dengeler üzerine kurulmuştur. Gerçekten de adalete aykırıdır. İslam'ın adaleti budur.

Müslümanlar bugün iktidar oldular, sizce iktidarı nasıl kullanıyorlar?

İktidar onları kullanıyor.

Nasıl yani?

İslamcı düşünce önüne iktidar olma gibi bir hedef koymuştu ve bugün o hedefe vardı.

"Müslümanlar sürekli muhalefet ediyorlar ama pratikte yaptıkları ise ötekini taklit etmek"

Siz direnmekten ve sorgulamaktan bahsediyorsunuz

Direnmek değil eğer bir muhalefet yapılacaksa, Müslümanların bu muhalefeti sahici bir temele oturtmaları lazım. Sürekli muhalefet ediyorlar ama pratikte yaptıkları ise ötekini taklit etmek. Ben Müslümanların bu çelişkiden kurtulmaları gerektiğini söylüyorum. Bu ötekine karşı savaş ilan etmek değil. Elbette ki ötekiyle de beraber olacağız, arkadaş olacağız, konuşacağız, uluslar arası ilişkilerimiz olacak... Ama kuvveti, iktisadi gücü, Müslümanca bir hayatı bazı şartlara bağlayamayız. Ben fakirken de Müslümanca bir hayat yaşarım, zenginken de Müslümanca bir hayat yaşarım. Buradaki kriter ise peygamberin hayatıdır. Fakir için de kriter budur, zengin için de budur. Kimse bu kriteri değiştiremez. Değiştiriyorsa bu onun kendi sorunudur ben onu eleştiririm, eleştirme hakkım doğar. Ama takva ve züht bu İslami hayatın bizzat kendisidir. Benim zenginliğim bunu benden koparıyorsa demek ki orada bir sakatlık vardır. Şu demektir, İslami görünüş itibariyle yani lâfzî anlamda bir İslam anlayışımız vardı ve onun muhtevası yoksullaştırıldı, içi boşaltıldı. Bugün de rastladığımız bu. Müslümanlar keşke cemaatler halinde olsaydı. Dayanışmadan gelen bereketi kaybettiğimiz için belki böyle bankalara muhtaç olduk.

Cemaatler olsaydı daha iyi olurdu yani?

İslam cemaat üzerine kuruludur.

Bugünkü cemaatler ama sizin söylediğiniz çizgide değiller

Ben bugünkü cemaatleri kastetmiyorum. Bugünkü cemaatler de modern, yüzyıllık, iki yüzyıllık mücadele içinde yara aldı. Onlar da deforme oldular. Görünüşte tarikatlarımıza bakıyoruz geçmişte bildiğimiz Müslümanların kıyafetleri üstlerinde. Ama o kıyafet içindeki insanların zihinlerine, ilişkilerine, ufuklarına bakıyorsunuz olağanüstü derecede değişmiş.

Peki İslami yaşam tarzına dönüş ile ilgili hiç ümit yok mu?

Hayır tam tersine. Belki bu eleştirileri yapmadan kurmak pek mümkün olmaz. Ama 21. yüzyılda dünyanın yeniden kurulmakta olduğuna inanıyorum. Küresel dünya aslında kurulmuş bir dünya değil. İstikrarsız, ne olacağı belli olmayan bir dünyadır. Ama alışılagelen her şeyin altüst olduğu bir dünyadır. Dünya kendi geleceğini arıyor, Müslüman dünya da kendi geleceğini arıyor. Bence çok da farkında değiliz. Ama son ekonomik kriz ile birlikte yeni bir iktisadi sistemin imkanlarını araştırılıyor. Bence Müslümanların kendi geleceklerini araştırmaları lazım. Toplum yeniden kuruluyor, çünkü klasik anlamını yitirdi. Batının post-modern toplumu için söylüyorum. Başka bir dur

"İslamcılar iktidarı modernitenin söylediği şekilde tanımladı"

İslamcılar iktidar oldu.

Evet İslamcılık iktidar oldu. Şimdi yeniden külahlarımızı önümüze koyup düşünelim: Ne kaybettik, ne kazandık. Bunun tahlilini yapalım. Eğer bugün ciddi sıkıntılarımız varsa, mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Bununla birlikte iman ettiğimiz birçok şeyi de yeniden gündeme getirelim. Mesela Müslümanlar iktidar olmak istediklerinde ahlaken çok tutarlıydılar, zannettiler ki iktidar oluncaya kadar geçen sürede bu ahlaki anlayışlarında hiç değişme olmayacak. Hâlbuki bu süreç öyle bir şeydir ki, değişiyorsunuz, sabit kalmıyorsunuz. Burada bence Müslümanlar iktidarı da modernitenin dediği şekilde tanımladılar ve anladılar. Problemin bir boyutunda da o vardır: İktidar nedir? Düne kadar böyle bir soru sorduk mu? Şehir nedir mesela. O kadar entelektüel yetiştirdik, şehir nedir, şehirleşme nedir, İslam'a göre bunun mantığı nedir, ne demektir bu?

Müslümanlar, iktidarı nasıl kullanıyor?

İktidar onları kullanıyor. İslamcı düşünce önüne bir hedef koymuştu ve bugün o hedefe ulaştı ve iktidar oldu. Ne kaybettik ve ne kazandık? Bence bunu düşünmek lazım. Eğer hâlâ ciddi sıkıntılarımız varsa demek ki mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Müslümanlar iktidar olmadan önce ahlaken çok tutarlıydı. Onlar, iktidar olunca ahlaki anlayışlarında değişim olmayacak zannettiler ama öyle olmadı bu süreçte onlar da değişti. İktidarı da Müslümanlar, modernitenin dediği şekilde anladılar ve tanımladılar. Bu kadar entellektül yetiştirdik ve bu zamana kadar iktidar nedir? Şehir nedir? Bu soruları sorup tanımladık mı?

Tanımlanmadı mı?

Hayır. Müslümanlar sadece bu iktidara sahip olmak istedi. Bu iktidar insanı nasıl güdüyor bunu hiç sorgulamadık. Eğer bunu sorgulamazsanız sizin de başa geçtiğinizde sorguladıklarınızdan farkınız olmaz. Nitekim bugün belediye düzeyinde de üst düzeyde de iktidarı kullananların daha önce eleştirdiği ile aynı davrandığını görüyoruz. Çünkü iktidarın mantığı ikisinde de aynı etkiyi yapıyor. İşte Müslümanlar, kapitalizmi, liberalizmi, iktidarı ve modernizmi konuşmalıydı. Müslümanlar alim geleneğini terk ettiği için, bu tartışmalardan uzak kaldı.

Dindarlık ve post modernizm çatışıyor mu?

Dindarlık kavramı post modernitenin lügatinde yoktur.  Modern dönemde biz üç kavramla karşı karşıya kaldık. Bunlar, liberalizm, muhafazakârlık ve sosyalizmdir. Şimdi sosyalizm gitti ve yerine muhafazakârlık ve liberalizm kaldı. Sosyal bilimlerin dünyası bu ikisi üzerine kuruluyor. Dindarlık muhafazakârlığın izinde bir unsurdur kendi başına bir şey değildir. Müslümanların muhafazakârlığı bu kadar çabuk benimsemeleri de benim çok garibime gitti. Bu da yanlıştır. İslam muhafazakârlığın içine girmez çünkü bu kavram Batı'da oluşmuştur. Post modern siyaset kültürü her şeyi değişime zorluyor. Bugün klasik anlamda laiklik ve klasik anlamda emperyalizm değişiyor. Bugün Kemalistlerin dediği laikliğin yaşama şansı yoktur. Türkiye artık post Kemalist dönemi tartışıyor ve bugün yapılan tartışmalar bu post Kemalizm sonrasının nasıl olacağı üzerine yapılıyor. Ama maalesef İslami anlayışımız da değişiyor. Bizi bu değişime zorlayan politik kültür üzerine de kafa yormamız gerekiyor.

Muhafazakâr demokrat ne demek?

Ben bunu bir türlü anlayamadım. Dünya genelinde ve özellikle de Türkiye'de Müslümanlar yıllardır eleştirdikleri kalıpların içine girip kendileri şekillenmeye başladı. Biz başkalarının hazırladığı kalıpların şeklini alıyoruz. Bu genel ve acı bir durumdur. Bence bu önemli süreç bunu işaret ediyor. Bu hayatın bütün aşamalarında gerçekleşiyor. Dünyanın yeniden kurulduğu bir dönemdeyiz. Allah'ın izniyle elimizde çok büyük imkânlar var. Biz Müslümanların elinde anlamını yitirmiş dünyaya anlam verecek güce sahibiz. Bu dünyayı yeniden kurma gücüdür. Ütopyası olanlar ancak dünyayı değiştirebilir ve İslam'da bize hem bu dünya hem de ahret için çok güzel ütopya veriyor. Bu ikisi beraberdir ayrılamaz. Biz 'Muhammed'ül emin' kendinden emin olunan Müslüman tipini bedeli ne olursa olsun yetiştirmek zorundayız. Çünkü odur peygamberin varisi ve biz o güzel insan modeliyle ancak İslam'ı temsil ederiz. Doğruların eğrilere karıştığı GDO'lardan tutun taşıyıcı annelere kadar fıtratın müdahaleye maruz kaldığı çürüyen bu post modern dünyada, biz bu insan tipiyle dünyayı değiştirebiliriz. Bizim bir tek modelimiz vardır o da İslam'dır. Rehberimiz de peygamberimizdir. Biz hiçbir şey bilmiyorduk ve bize O öğretti. 

Müslümanlar arasında bir değişimden söz ediliyor ve bu değişim en fazla eleştirenlerden birisiniz neden bu kadar eleştirel duruyorsunuz?

Tanzimat döneminde başlayan değişimle 1990'larda başlayan ve devam eden değişim arasında ciddi fark var. Bugün çok hızlı fakat mahiyet itibariyle 20. yüzyıldan çok farklı olan bir değişimle karşı karşıyayız ve bu değişimi kavramakta zorluk çekiyoruz.

Nedir bu farklılık?

Tanzimat döneminden sonra başlayan değişimde İslam'ın muhkem ilkelerinden taviz vermek yoktu. Ama bugün yaşanan değişim, İslam'ın paradigmasından kopmuş, içinde yaşadığı sosyal şartlara göre şekil alan bir değişim. Onun için de bu değişimi anlamakta güçlük çekiyorum. Tanzimatla birlikte başlayan modernleşmenin getirdiği mantık, pozitivist bir temele dayanıyordu.

Ben daha çok bugünkü değişim üzerine konuşalım istiyorum...

Tamam oraya geleceğim. Bugünkü değişim pozitivist köklerinden koptu. İzafi temelde cereyan eden bir mantık ve değişimle karşı karşıyayız. Ben bunun anlaşılmasının oldukça zor olduğunu ve Müslümanların da bunu anlamakta geciktiklerini düşünüyorum. Bugün karşılaştığımız değişimin İslam'la bir ilgisi yoktur. Temel parametrelerine baktığımızda yaşanan Tanzimat döneminde yaşanan değişimin de İslam'dan kopuk olduğunu biliyoruz. Ama bugün yaşanan değişim türü oldukça farklı.

İslam değişime karşı mıdır?

İslam değişime karşı değildir de burada şu soruyu sormak büyük önem taşıyor. Hangi tür bir değişim? Genel olarak son yüzyıl içerisinde bize söylenen şudur: "Değişim, tabiatın kanunudur ve insanın buna karşı yapabileceği bir şey de yoktur" Öncelikle ferdi ve toplumsal düzeyde bir değişimden söz ediyorsak orada iradi bir şeyden de söz etmek lazım. İslam'ın tanımladığı değişim türü ile bugün bizim yaşadığımız değişim türü arasında mahiyet farkı vardır. İslam değişimi kendine göre tanımlıyor. Bugünkü ideoloji de kendine göre tanımlıyor. Hiçbir değişim ideolojik olmaktan kurtulamaz. Her değişimin kendine göre bir amacı vardır. Dolayısıyla da hiçbir değişim masum değildir. Bu bağlamda İslam'ın bize öğütlediği değişim ile bize empoze edilen değişim arasında hem mahiyet olarak hem de hedefler bağlamında farklılıklar vardır.

Yaşanan değişim İslam'dan kopuk mu?

Evet. Sizi İslam'dan uzaklaştıran ve İslamla olan ilişkinizi çözen ve gevşeten dokularını ayıran bir değişim türüdür bu.

Bu yargıya nereden varıyorsunuz? Verileri nelerdir?

Bu sadece İslam'la ilgili de değildir. Modern hayat, dini geri plana iter. Günümüzde küresel kültür ya da Post modern kültüre baktığımızda ise, daha çok izafi değerler üzerine kurulu olduğunu görürüz. Dolayısıyla da mutlak değerleri de kabul etmez. İslam'ın değişmeyen mutlak doğruları ve değerleri vardır ondan vazgeçemezsiniz. Yani sadece yoruma açık bir yanı yoktur İslam'ın bir de muhkem tarafı vardır. Değişim bu muhkemi de aşındırmakta ve çözmektedir. Bugün karşılaştığımız kültürel evrenin felsefi temellerine baktığımızda, onun genel olarak felsefi bağlamda izafiliği savunduğunu ve kutsadığını görüyoruz.

Post modernizm İslam'dan da aynı şeyleri mi istiyor. Siz bugün Müslümanların post-modern kültürün vaaz ettiği şeylerle mi yaşamaya başladığını düşünüyorsunuz?

Evet ve problem bu noktada başlıyor. İslam'dan bu izafi felsefeye ayak uydurması isteniyor. Bugün maalesef Müslümanlar post-modern yaşamın gereklerini yerine getirmeye başladılar.

Buna bir örnek verebilir misiniz?

Mesela Müslümanlar, sık sık 'biz ayrımcılığa karşıyız' diyorlar. Bu çok post modern bir söylemdir. Ama Müslümanlar bunun çok farkında değildirler. Bu söylemi kullanırsanız İslam'ın mübah görmediği şeyi de eşit sayıyorsunuz aynı statüye koyuyorsunuz.

Çok tartışılan homoseksüellik mevzusu var mesela...

İslam'ın haram saydığı bir şeydir ve bitmiştir. Bu tartışılamaz. Zaten post-modernite bizden bunu tartışmamızı istiyor. Bizim tartışılamaz olan değerlerimizi tartışmaya açmamızı istiyor. Bugün Müslümanların anlamadığı şey budur.

Post modernizmin bu zorlamasına Müslümanlardan itiraz edenler yok mu?

İtirazlar olabilir ama. Sizin itirazı hangi paradigmadan hareketle sürdürdüğünüz de çok önemlidir. Eşitlikçi bir ideolojiden kalkarak bu itirazınızı sürdürebilirsiniz ama bunun İslam'a çok fazla getirisi olmayacaktır.

Ben İslam temelli bir itirazı kastediyorum zaten...

İslam temelli bir itirazın olması için İslami bir muhayyileye sahip olmamız lazım ve bence bu muhayyele uzun zamandır yaralıdır. Şu anda Müslüman entelektüeller buna cevap verebilecek durumda değil ve maalesef entelektüel olarak Müslümanlar tarihin en fakir dönemini yaşıyor. Bi kere İslam'ın temel paradigmasından koptular. Bu entelektüeller fıkıh ve kelam üzerinden düşünüyorlar mı? Eğer post moderniteden küreselleşmeden konuşuyorsak bunlar kelamı bir meseledir ve bizim bu meselelerle hesaplaşmamız gerekir. Biz zihnen ve donanım olarak hazır mıyız benim kanaatime göre hazır değiliz.

"1400 yıllık tarihimizde görmediğimiz yeni bir dindarlıkla karşı karşıyayız"

Ritüelde mi kaldık?

Evet ritüelde. Dikkat edin bakın, yeni bir dindarlıkla karşı karşıyayız. 1400 yıllık tarihimizde görmediğimiz yeni bir dindarlık bu. Bu dindarlık önceliği ritüele veriyor. Alabildiğine dindarlığımızı dışa vurmaya çalışıyoruz.

İslam bunu da yasaklıyor değil mi?

En azından bir ölçü getiriyor. İnsanın iç dünyası yoksullaştığında yoksulluğunu dışarı dindarlık diye aksettiriyor. Müslüman'ın iç dünyası artık kayboldu. Kapitalizm deyin, küresel kültür deyin  İç dünyamız fakirleşirken dışa dindarlığı vurarak tatmin olmaya çalışıyoruz. Bu aşama geçtiğinde bu konu da kapanacaktır. Değişimin ciddi bir aşamasıdır. Bir iki kuşak sonra artık dindarlığın dışa vurumu meselesi de kapanacak. O kuşak bunu da yapmayacaktır.

Sonu ne olacak?

Ötekine benzeyeceksiniz. Laikliği de bir bakıma gönüllü kabul etmiş olacaksınız.

'Allah ben dinimi korurum' diyor

Öyle diyor, ama sapmak isteyen Müslüman'ı korurum demiyor. Yanıldığımız konu o. 'Biz Müslüman'ız diyoruz, Allah dinini korur diyoruz böylece İslam'a aykırı işler yapmayız' diye düşünüyoruz. Ama insanlar zihnen değiştiği zaman dinlerini algılayış biçimleri de değişiyor. Dikkat edin, son zamanlarda İslam'ın en muhkemlerinin tartışmaya açılması, Müslüman muhayyilenin dönüştüğünü gösterir. Yoksa siz durup dururken İslam'ın muhkemlerini neden tartışmaya açarsınız. Mesela mirasın bölüşümü. Şimdiye kadar böyle bir tartışma gündeme gelmiş miydi? Siz İslam'ın muhkemlerini, İslam'ın dışındaki sosyal bir dünyanın içinde gibi düşünüyorsunuz ama İslam'ın muhkemlerini İslam'ın kurmak istediği sosyal dünyanın içinde düşünmüyorsunuz. Dışarıdan bakıp konuştuğunuzda, değişmesi gerekir, bu çağa uymuyor diyorsunuz. Biz bu çağa nereye kadar uyacağız.

Peki değişim nasıl olacak?

Müslüman âlimler geçmişte değişim ve bidat diye iki kavram gündeme getirdiler. Müslümanların gündeminde bugün bidat diye bir şey var mı? Haramlığı çok açıktan belli olmayan her şeyi Müslümanlar onaylıyorlar. Bence bizim gazabımız şüphe üzerinde olan duyarlılığımızı yitirdiğimiz için olacak. Orada bir belirsizlik var. Ama Müslümanlığımızı bu şüpheler üzerinden sürdürüyoruz. Açık haramlar zaten oradadır, çiğnediği zaman herkes o haramı çiğnediğini bilir. Çiğneyen de bilir. Fakat bizi saptıran bu şüpheler üzerine kurulu olmamızdır. Dünün Müslümanları değişimi düşünürken değişimin her türlüsünü onaylamıyordu. İslam'ın onayladığı bir değişime evet diyordu. Ancak İslam'ın ana parametrelerini çizdiği bir güzergâhta değişimi düşünüp kabul edebiliriz. Değişimin çok zaman çürüme olduğunu da gözden kaçırıyoruz. Modernizmi eleştiriyoruz ama tutarlı da değiliz.

"Kapitalist mantığın sonu yok"

Ama dünya değişiyor ve değişen dünyaya Müslümanların da cevap vermesi gerekiyor. Kendilerini dünyadan soyutlayıp yaşayamazlar. Kendine ait örnekler oluşturmak zorunda. Faizsiz bankacılık buna dair bir şey değil mi? Kur'an'ın birçok yerinde "düşmana karşı üstün gelmekten söz edilir" değil mi?

Söylenen bir diğer şey de o. "Allah nimetlerini kulunun üzerinde görmek ister, Müslüman en iyisine layıktır" falan. Biz düşmana karşı, onun kuvvet diye tanımladığını mı anlayacağız, yoksa İslam başka bir kuvvet tanımı mı yapıyor? Müslümanlar zengin olmasın, fabrika kurmasın demiyorum ama şunu diyorum: Kapitalizmin, ticaret yaparken bize önerdiği o büyüme mantığının sonu nerede. Böyle bir son yok! Siz o mantığın esiri olup sürekli gidiyorsunuz. Sürekli bir büyüme mantığı. Bakın kimse artık vakit ayırıp namaz kılmıyor, vakit bulunca kılıyor. Bütün ticari hayatın yüzde 95'i böyledir.

Ticaret daha öncelikli hale geliyor yani?

Bu onu getiriyor kaçınılmaz olarak. Buna bir sistem diyerek bakmamız lazım. Müslümanlar bu sisteme nasıl bir eleştiri getirdiler. Geçmiş 30-40 yıl öncesinde güzel bir şey vardı: Üçüncü yola vurgu yapılıyordu. Bu unutuldu. Serbest ticaret dedikleri şey İslam'ın övdüğü ticaretle özdeşleştirildi ama liberal kapitalizmin bize öngördüğü dünya eleştirinin dışında kaldı. Sizce garip değil mi? Bence çok garip. Müslüman aydınların liberal kapitalist sistemi tahlil etmeleri gerekiyordu. Bizim eğitim sistemimiz bu haliyle iflas etti. Çok derin, analitik çözümlemeler yapabilirlerdi. Yapmaları da gerekirdi. Sürekli biz farklıyız diyoruz. Nerede farkımız. Sadece isimde. Faizsiz kazanç dedik, katılım bankacılığı dedik, belki sakal bıraktık. Mahiyete taalluk eden farklılığımız ortadan kalktı.

"Müslümanlar başörtüsü için verdikleri mücadeleyi ahlaki tutarlılıkları için vermiyorlar"

Müslümanlar kendi aydınını yetiştiremedi mi?

Maalesef hayır ve Müslümanlar kendi aydınını yetiştirmek yerine kendi hayat tarzını üretmek yerine 'ötekinin' hayat tarzını ve 'ötekinin' aydın olmaklığını içselleştirdi. Bu bence büyük bir hayal kırıklığıdır. Bütün bu ön kabullerin yanlış olduğunu, yanlış bir neticeyle sonuçlandığını görmemiz ve kabul etmemiz lazım ki bunları yeniden düşünüp yeni bir inşaya girişebilelim. Müslümanlar kendi hayat nizamlarını kurma gibi bir teşebbüste bulunmadılar. Bunu sözlü olarak ifade ettiler ama pratikte bunun fıkhi ve maddi temellerinin nasıl kurulacağı üzerine hiç kafa yormadılar. Sadece dışsal görünüşlerini İslam'a uydurarak, başörtüsü, sakal, cüppe gibi, adapte olmaya çalıştılar. Ve bunun doruklarına geldik.

Saklamaya lüzum yok. Bugün Türkiye'de bilgi, iktidar, sermaye el değiştirebiliyor. Ve baktığımızda Müslümanlar hep öteki üzerinden kendini kurmaya başladılar. Amellerimizi, düşüncelerimizi öteki üzerinden değerlendirip kuruyoruz. Bu şu demektir: Vahiyden, İslam'ın dediği ilkelerden kopmuş, ötekiye göre düşüncelerini ayarlayan insanlar haline gelmişiz.

O zaman ne İslam'a ait bir hayat tazımız var ne de ötekiye ait. Yolumuzu şaşırmış bir vaziyetteyiz

Evet maalesef öyle görüyorum. Ama şu da var tabii. Adam ısrarla Müslüman'ca bir hayat yaşadığını söylüyor. Ama biz dünyaya artık Müslüman'ca bakmıyoruz. Evet, Müslüman'ız fakat bizim imanımız ile amelemiz arasında ciddi bir makas açılması var. Dünyaya, hayata Müslüman'ca bakamayan bir zihin Müslüman'ca bir çözüm üretemez.

Müslüman'ca bir davranış sergileyemez...

Evet, sergileyemez. O Muhammed-ül Emin sıfatını giderek ve hızla kaybediyoruz. Görünüş olarak evet Müslüman'ız. Bugün Müslümanlar başörtüsü için verdiği mücadeleyi neden ahlaki tutarlılıkları için vermiyorlar, ben çok merak ediyorum doğrusunu isterseniz. Müslümanların hayatlarının her aşamasında sorun var. Dikkat edin, hayatlarını düzenleyecek temel ilkelerden kopuş yaşıyoruz. Onun için hayatlarının her aşamasında sorunla karşı karşıya geliyoruz. Haramın hayatımızda çoğalması bizim insani, ailevi ilişkilerimizde ciddi tahribatlar yapıyor.

"Müslüman tüccarlar İslam'ın ticareti öven hükümlerini kapitalizmle karıştırdı"

Nasıl bu konuma gelindi?

Bana kalırsa İslami düşüncenin başından beri içinde taşıdığı zaaflar yönünden de bakmak lazım. Hep İslami düşünce öteki gibi olmak istemiştir. Ötekine kızmıştır, muhalifini eleştirmiştir ama gizli gizli de onun gibi olmak istemiştir. İslamcılık kendini bir yönüyle böyle kurdu. Biraz daha dindardı. Ötekine benzemek ama dindar olmak. Dindar mühendis, dindar doktor, dindar tüccar... Ama hiçbir zaman mesela doktorluğun mahiyet olarak ne olduğunu bilmediler. Dindar zengin, ticaret yapan dindar Müslüman, kapitalizmin ne olduğunu hiç analiz etmedi. İslam'ın ticareti öven hükümlerini kapitalizm ile karıştırdılar. Mahiyet olarak farklıdır. Evet, İslam ticareti övüyor ama kapitalizmin ön gördüğü ticaret farklıdır. Ama Müslümanlar bilerek veya bilmeyerek karıştırdılar. Ve bugün ötekine benzedik. İşin bir tarafı budur. İkinci husus fukahanın, özellikle Türkiye'de fakih diye geçinenlerin bence verdiği yanlış fetvalar. Bizim idealimiz bu kapitalistler gibi büyük zengin olup, fabrika kurmak mı? 21. yüzyılda mücadele bu şekilde mi olmalıdır. Bun araçlarla mı bu mücadeleyi sürdürmeliyiz. Bizim nihai amacımız bu mudur? Bu amaca ulaştığımızda onun bizi değiştirmenin garantisi var mıdır? Faizsin müesseseler kurdunuz, kar payı diyorlar öyle değil mi? Onun mantığı bankadan ne kadar farklıdır?

(Röportaj: Mustafa Canbey / Milli Gazete)

YORUMLAR
  • ayhan   09-04-2010 14:57

    Başörtüsü ahlaki bir zırh işlevine sahip değildir. sokaklar bunun örnekleriyle dolu. Ayrıca, Aslan başörtüsüyle dindarlığın dışa vurumu durumunu anlatmak istiyor kanımca.

  • beytullah emrah   08-04-2010 21:15

    Abdurrahman Aslan, az sayıdaki aydınımızdan biridir, bunu tartışacak değilim ama atladığı bir husus var: "Bugün Müslümanlar başörtüsü için verdiği mücadeleyi neden ahlaki tutarlılıkları için vermiyorlar, ben çok merak ediyorum doğrusunu isterseniz." buna katılmıyorum. birkaç sebepten: ilki bugün müslümanlar bu sorun için mücadele etmekten "bıkkınlık, yorgunluk söylemi" söylemiyle kaçıyor, sorunu sahipsizliğe terk ediyor. ikinci olarak, abdurrahman aslan yasağın nasıl bir ahlaki yozlaşmaya, zillete yol açtığının farkında değil herhalde... o yasak sürdüğü sürece, kızlarınız hergün başlarını açarken okul kapılarında ve her alanda kovulurken, siz bir sorununuzu dahi yıllardır çözecek bir direniş ortaya koyamamışken, kısaca zillete düçar olmuşken, ahlaki tutarlılıklarını nasıl koruyacaklar? abdurrahman aslan'ın ahlaki vurgusu hoş duruyor ama o vurgunun hayatın içinde nereye tekabül edeceğini de sorgulasa biraz, o yasak oradayken söylediğinin ayaklarının yere basmayacağını görse daha iyi olacak...