Konstaniyye neresi? (Fetih hadisinin maksadına dair)

Kur’an ahkamının hayata hakim kılınması, insanlık için yegane üstün değer olabilmesi, islamın yeryüzüne egemen olması ile mümkün olabilecek nihai bir hedeftir. Bütün müslümanlar için bu hedef doğrultusunda sa’y-u gayret sarfetmek imani bir zarurettir; farzdır! Bu çabaların Kur’an’daki karşılığı da ‘salih amel’ dir.

28-05-2016


‘Kostantiniyye  (İstanbul) muhakkak birgün fetholunacaktır; onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur. ‘’ Hz. Peygambere atfedilen ve hadis-i şerif olarak kabul edilen bu rivayet, büyük fethin yıl dönümlerinde gündemleştirilerek basın yayın organlarında sık sık tekrar edilir. Lakin hadis tartışmalıdır; üzerinde tereddütler vardır. Yani ‘’sahih hadistir’’ diyenler olduğu gibi  ‘’zayıftır’’ hatta ‘’mevzudur’’ yani  ‘uydurmadır’ diyenler de vardır!

Biz burada bu hadisin senet tenkidine, teknik ayrıntılarına girmeden o tartışmaları hadisçilere bırakarak farklı bir yolla farklı bir yorum getirmeye çalışacağız.

Profesör doktor Mehmet Okuyan’ın ‘Bir sözün Hz. Peygamber’e ait olabilmesi için Kur’an’dan referansının olması gerekir.’ tespitinden hareketle bu hadisi Kur’an’a arz ederek referansını araştıracağız.

Tam da birilerinin ‘Hadis de Kur’an’a arz edilir miymiş?! Böyle şey olur muymuş?  ’ şeklindeki itirazlarına karşı ve dahi numune-i imtisal olmasını umarak…

Kur’an-ı Kerim’in bütünü göz önüne alındığında müminler için herhangi bir coğrafya öngörülmediği rahatlıkla söylenebilir. Coğrafi yer tahsisi de, tercihi de yoktur, yeryüzü coğrafyalarının birbirine üstünlüğü de yoktur. Kuran’ın müminler için ön gördüğü bütün yeryüzüdür (Bkz. 4/97,100; 29/56; 39/10). Yani ‘İstanbul güzellikler beldesidir. Dağları, ovaları, ormanları, denizleri, gölleri, akarsuları ve daha birçok coğrafi unsurları ile tam yaşanacak yerdir; orada müminler yaşamalıdır’ anlayışı ile peygamberimizin böyle bir söz sarf ettiği varsayılıyor ise bu söz Kur’an’ın ruhuna uymaz, Allah resulü asla böyle bir söz söylemez, söyleyemez; söylememiştir de.. (Kur’an-ı Kerim’de mukaddes addedilen Mekke ve Mescid-i Aksa beldelerinin kutsiyeti coğrafi özelliklerinden dolayı değil, tarihi özelliğinden dolayıdır.)

Kur’an-ı Kerim’de müminlerin dünya hayatları ile ilgili olarak ‘zevk-ü sefa’, ‘keyif’, ‘eğlence’ türü konforlu bir hayatta öngörülmediği apaçıktır! Yani ‘Müslümanlar bu beldeyi yurt edinip boğazın iki yakasında muazzam villalarda, muhteşem yalılarda zevk-ü sefa içerisinde şaşaalı hayatlar sürsünler, mutantan, müdebdeb  yaşasınlar, keyif sürsünler! Zaten benim ümmetime de böyle mekanlarda böyle hayatlar yaraşır!’ Şeklinde bir anlayış Peygamberimize yakıştırılabilir mi            ? Bu manada da böyle bir hadis mevzu bahis olamaz; bu anlayış da Kur’an’a  uymaz.

İstanbul, alınması çok zor bir kaledir, üstelik çok da güzel bir ülkedir onu fethedenler ve onların torunları, kıyamete kadar övünsünler gururlansınlar diye de Hz. Peygamber böyle bir söz sarf etmiş olamaz. Bu anlayışın da Kur’an’dan referansı yoktur.

Şayet peygamberimiz gerçekten böyle bir söz sarf etmiş ise mutlaka Kur’an-ı Kerim’in ruhuna ve lafzına uygun başka bir maksada matuf olmalıdır! Kanaatimiz o dur ki, bu maksat İstanbul’un, Büyük Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması özelliği ile alakalıdır. Peygamberimizin İstanbul’un  diğer özellikleri  hakkında bilgi sahibi olduğu da, o günkü teknolojik şartlar içerisinde zaten düşünülemez.

Asr-ı saadet çağının iki süper gücünden biri , daha büyük ve daha güçlü olanıdır Roma! Diğer süper güç olan Pers İmparatorluğu’nun akıbeti, Rum Suresinde  vahy yoluyla bildirilmiş, islama ve Müslümanlara tehdit oluşturmayacağı Rabbimiz tarafından mü’minlere müjdelenmiştir. Nitekim Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Sad b. Ebi Vakkas komutasındaki İslam ordusu, Kadisiye’de Pers ordularını muhteşem bir zaferle mağlup ederek bu imparatorluğun varlığına son vermiştir. Böylece de bütün Farisiler kısa zaman içerisinde Müslümanlaşmış, hakimiyetleri altındaki bütün beldeler İslamlaştırılmıştır. 

Kur’an ahkamının hayata hakim kılınması, insanlık için yegane üstün değer olabilmesi, islamın yeryüzüne egemen olması ile mümkün olabilecek nihai bir hedeftir. Bütün müslümanlar için bu hedef doğrultusunda sa’y-u gayret sarfetmek imani bir zarurettir; farzdır! Bu çabaların Kur’an’daki karşılığı da ‘salih amel’ dir.

İşte Roma, o çağda islamın ve müslümanların nihai hedeflerinin önünde gayet mühim ve aşılması çok zor bir engeldir! Bu sebeple de Peygamberimiz tarafından Kostantiniyye’nin fethinin özendirilmiş olması, Büyük Roma İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılmasını amaçlayan, gaye-i islamın tahakkukuna matuftur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’in ruhuna ve lafzına uygundur; asla aykırı düşmez!

Şimdi söz konusu fethin Kur’an’la münasebetini irdelemeye çalışalım:                       Bilindiği gibi  vahy, akla yapılmış bir tekliftir; icabtır. Bu teklifi red ‘küfr’,kabul de ‘iman’dır. Lakin insanların özgür iradeleri ile bu akdi gerçekleştirmeleri gerekir.  Bunun mümkün olabilmesi için hiçbir engel, baskı ve benzer unsurlar mevcut olmamalıdır. ‘Dinde zorlama yoktur.’(2/256) Bu ilke yalnızca bizim dinimizde mevcut iken diğer batıl dinler ve hayat tarzları, felsefeleri için böyle bir ilke mevzu bahis edilemez. Başka bir ifade ile şirk ve küfür düzenleri, kendi değerlerini,doğrularını üretip en üstün, en yüksek değer ve doğrular haline getirerek, hakimiyetleri altındaki topluluklara çeşitli metotlarla direkt yada dolaylı olarak dayatırlar. Kur’an ahkamının hayata hakim kılınması demek, söz konusu şirk ve küfür değer ve doğrularının negatif değerler haline getirilmesi toplum hayatından çıkarılması demektir! Bu husus yüksek yoğunluklu bir mücadeleyi yani Kur’an ifadesiyle ‘cihad’ı zaruri kılar! Bu mücadelenin mevkii, şirk ve küfür değerlerinin üretilip dayatıldığı başkentlerdir!..

İşte bu sebeple bütün peygamberler başkentlere gönderilmişler (Bkz. Kasas Suresi: 59 ve Şura Suresi 7. ayet) ve doğrudan doğruya mevcut egemenlerin, hakim siyasal yapıların karşısına dikilmişlerdir. Bir başka ifade ile, kenar kenar yerlerde dolaşıp, etliye sütlüye karışmadan, suya sabuna dokunmadan, insanları bir takım esaslara inandırıp, kıyı köşe yerlerde ibadet ederek cennet vaad eden bir peygamber yoktur!

Zira bütün semavi ilahi dinler bir tek dindir ve yer yüzünü ıslah için; zulmü, fesadı, şirki ortadan kaldırmak için vazedilmişlerdir. Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen bir siyasi düzen, ne kadar iyi niyetlerle kurulmuş olsa da zulüm üretir, fısk üretir, şirk üretir. Bir yandan da tebeasını kendisine bağlı tutar, onların yukarda bahsedilen akdi gerçekleştirmelerine, kendilerinden başka bir merciye itaatlerine, tevhid dinini kabul etmelerine baskı ve sair yöntemlerle engel olur.(Neml Suresi: 43. ayet: Daha önce taptıkları şeyler Allah’ın dinini kabul etmeye engel olmuştu.)

O zorla taptırılan, tapınılan şeylerin yani Allah’tan gayrı ilahların yerle yeksan edilmesi şirkin ortadan kaldırılması imanın zaruretidir. Peygamberlerin mücadeleleri tevhid mücadelesi bundan ibarettir. Peygamberlerin yönetme, idareyi ele alma iddiaları ve gayeleri yoktur; lakin yönetimin, yeryüzünün düzeninin esaslarını belirleme iddiaları ve gayeleri vardır. Kur’an’da yönetici makamında bulunan peygamberler (Hz. Süleyman, Hz. Davut, Hz.Yusuf as.) bulundukları makamlara talep ederek gelmiş değillerdir; bu durum tamamen lütf-u ilahidir.

Bir başka husus da, iman akdinin gerçekleşmesinin, tağutun veya tağutların inkarı, reddi yani mevcut egemenlerin ve siyasal düzenin yok sayılması şartına bağlı olduğu gerçeğidir. (Bkz; Bakara Suresi; Ayet-256) Peygamberimiz yaşadığı dönemde kendi coğrafyasında irtihaline kadarki bütün zamanlarda risalet ve nübüvvet vazifesinin her anında şirkle mücadele etmiş, şirkin ve küfrün belini kırmış, kafasını ezmiş, zulmü ve fıskı ortadan kaldırmış tevhidi ve adaleti tesis etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ‘ateizm’ vb. kavramlar yer almaz; Allah-ü Teala kendi varlığını tartışma konusu yapmaz! Kur’an aslında baştan sona şirkle mücadeleyi muhtevidir.

Asr-ı saadet çağında dünyanın süper gücü konumundaki tek devler Roma idi, Kostantiniyye de Roma’nın başkenti idi; şirkinde başkenti idi! Kendi coğrafyasında şirkle mücadele ederek şirkin belini kıran tağutları ortadan kaldıran peygamberimiz aynı maksat ile Roma’yı işaret etmiş ise, bu husus Kur’an’a aykırı düşmez bilakis birebir Kur’an ile örtüşür! Bu durumda mezkur hadis peygamberimiz tarafından zikredilmiştir; sahihtir diyebiliriz.

Lakin bu zamanda bu sözler ile övünmek değil yerinmek, öykünmek lazım gelir. Bu Hadis-i Şerif’in lazimesi budur. Bir başka ifade ile bu çağın kostantiniyyesi İstanbul değil Londra’dır; Paris’dir; Washington’dur, Berlin’dir, Moskava’dır,Telaviv’dir, Pekin’dir. Bu merkezler büyük tağutları barındırmakta ve şirk üretim merkezleri olarak faaliyet yürütmektedirler. İnsanlığın vahy ile buluşmasının yani taptıklarını terk edip tevhidi kabul etmelerinin önündeki en büyük engelleri üretmekte ve yönetmektedirler. Yerle yeksan edilmeleri veya etkisizleştirilmeleri bütün müminlerin üzerine en yüksek derece farzdır! Buraları fetheden komutan ne güzel komutan, ordu ne güzel ordudur.

Sözün burasında rahmetli Timur Taş Hoca’nın  (Allah ondan razı olsun) vaaz kasetinden yıllar önce dinlediğim tarihi kıssayı paylaşmalıyım: İstanbul kuşatması uzadıkça uzamakta, Bizans direnmektedir. Surlar bir türlü aşılamamakta yeniçeri günbegün kırılmakta, zayiat artmakta, umutlar tükenmekte yer yer homurtular yükselmektedir. Her gün akşam yapılan divan toplantılarının birinde istişare sırasında paşalardan biri bu hususları dile getirerek Bakara Suresi 195. ayet-i Kerime içerisinde geçen ‘Kendi elinizle kendinizi tehlikeye bırakmayın’ emr-i ilahisini hatırlatarak kuşatmanın kaldırılmasını talep eder. Sultan Fatih Kur’an’a bigane değildir, en az şura üyeleri kadar alimdir; müdahale eder: ‘Paşa o ayet başka şey söylüyor’ deyip nüzul sebebini anlatmaya başlar:

Nübüvvetin son yıllarında birkaç sahabi bir gün Resulullaha gelip ‘Ey Allah’ın Rasulu! İslam, Arap Yarımadasının dört bir yanında muzaffer oldu. Artık kılıçlarımızı kınına soksak, birazda evlad-ı iyalimiz için mal biriktirsek olmaz mı?’ derler. Allah’ın Resulü bir an duraksar, düşünceye dalar, ne diyeceği bilemez! Ne dese ki? Bu suala cevap teşkil edecek bir ayet hatırlamaya çalışmaktadır fakat böyle bir ayet yokturdur. Tam bu esnada Cebrail Aleyhisselam yukarıda geçen Ayet-i Kerime’yi inzal eder. Resulullah da cevap olarak onu sahabelere okur. Hayır, yanılıyorsunuz demektedir. Kendi elinizle kendinizi tehlikeye bırakmayın. Peki ya ne olacaktır? Bakara Suresi 193. ayet ve Enfal Suresi’nin 39. ayeti de bu soruya cevap teşkil etmektedir. Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar (Yani bütün şirk odakları temizlenip bütün tağutlar bertaraf edilinceye kadar, yeryüzünden zulüm ve zalimler, zulüm merkezleri silininceye kadar) onlarla çarpışın (Allah’ın dinini yeryüzünde egemen kılın, tevhidi ve adaleti tesis edin); vazgeçerlerse artık husumet (savaş) ancak zalimlere karşıdır.Kuşatma sürdürülür, fetih müyesser olur.

Artık yeni fetihler fatihlerini beklemektedir.

Servet OĞRAK/kimokur.com

Etiketler : #Konstaniyye   #neresi?   #(Fetih   #hadisinin   #maksadına   #dair)    
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN