İSLAMİ SOL MESELESİNE 'YİNE' BİR BAKIŞ

Said ALİOĞLU

26-04-2010 18:03


Bundan önce kaleme alıp yayımlanan yazımızda İslami Sol olgusunu ele alırken 'İdeoloji Bağlamında İslami Sol Meselesine bir bakış' başlığını kullanmıştık. O yazıda olayın ortasından bir yerde konuya girmeden bu olguyu dilimiz döndüğünce ideoloji ve hikmet unsurundan yola çıkarak elimizdeki verilerle tahlil etmeye çalışmıştık. Öncelikle ideolojinin ne olup ne olmadığını, yani 'ne'liğini ve 'nasıl'lığını ve din karşısında aldığı pozisyonunu serdetmeye çalıştık, çabaladık! Sonra ise konumuz açısından İslami Sol'a -temel- bir ihtiyacın olup olmadığını elden geldiğince anlatmaya koyulduk. Dahası bu ihtiyacın görünür planda 'sosyal, siyasal, iktisadi ve de teolojik/ilahiyat açıdan -eğer var ise- sahihliğine vurgu yapmaya çalıştık. Sonuçta ise, kestirmeden giderek söylersek vahyi temele dayanan İslam'ın ontolojik bağlamda değil sol'a, değil İslami Sol'a seküler temelli hiçbir ideolojiye ne adına olursa olsun ihtiyacı olmadığını Kur'an'dan yola çıkarak sarahatle belirtme ameliyesi içerisinde olduk! Bu şu demek değildi; insan olma hasebiyle 'sosyal bir varlık' olan Müslüman İslam çizgisi dışında duran hiçbir insanla, toplulukla bir arada bulunamazdı! Asla! Bilakis İslam Müslümanlara hem kendilerini maddi ve manevi kirden, şirkten vs. arındırmayı salık verirken aynı zamanda da İslam mesajını bir arı-duru apaklıkla diğer insanlara da aktarmayı sorumluluk olarak Müslümana yüklüyordu! Hal böyle olunca Müslüman nispeten fıtratını kaybetmemiş, aynı zamanda da erdem içre hareket eden insanlarla, Kur'ani anlamda 'Ortak iyi' anlamına gelen 'maruf'ta birlikte hareket etme zorunluluğuna tabidir! Bunun tarih boyunca en güzel pratiği Hz.Muhammed(s)'in daha risalet öncesi içerisinde bulunduğu Mekke toplumunda oluşturulan bir iyilik hareketi olan hılfılfüdul/erdemliler ittifakı mevzuudur.

Bu hareket aslında o dönemle sınırlı olmayıp, çağlar üstü bir biçime sahiptir. Keza bugünde öyle bir ittifaka aşırı derecede ihtiyaç hissedilmektedir. Ama hangi yol ve yöntemle?!  Bir defa mesele, bir zulmü izale ise; orada mazlumun dini inancı ve sosyal konumu sorgulanmaz. İkincisi Müslüman bile olsa öyle bir konuya dini kaygılarla yaklaşılması gerektiği halde sosyal ve olası bir bilimsel zeminde kotarılan ideolojik kalıplarla yaklaşılamayacağıdır. Ki, Müslüman ecrini Rabbinden bekler. Ama diğer cenahtaki insan ecrini kimden beklerse beklesin, kendi bileceği bir biştir. Esas mihver Müslüman için İslam ve Allah'ın rızası ise ideolojik kalıplar anlamsız ve güdük kalır. Demek ki Allah rızasına mukabil diğer taraf olaya temel olan maddi bir öncülden hareket ediyor ise birde kendine meşruiyet kazandırmasını talep ettiği bir payandaya da ihtiyacı var demektir. İşte anladığımız kadarıyla bazı sol çevrelerin son dönemlerde Müslüman halkın var olan sorunlarının çözümüne sözde katkı sunmak adına(!) bir çıkış yapabilmeyi elzem kılan teoloji tartışmalarına sayfalarını açmaları boşuna bir çaba değilmiş meğer! Ve işte İslami sol argumanı da aynı potada erimesi düşünülen bir yöne tekabül ediyor haliyle! 

Olası bir faydadan ötürü İslam olgusunu beşeri ve aynı zamanda da seküler bir durumu, işin ya öncülü ya da payandası kılma çabaları içerisinde bir yerlere oturtma gayretleri öngörümüzün dışında bir seyir izlemeye başlayınca bu iki kavramdan -öncül ya da payanda- oluşan yeni durumu teşrih masasına yatırmayı elzem kılmaktadır! Eskilerin tabiriyle 'şaz' bir konumda olan İslami Sol mevzuu dar bir çerçevede de kalsa belli çevreler tarafından tartışılmaktadır. İslam dünyasında olduğu gibi bu konu Türkiye'de de tartışılmaktadır. Bu bağlamda çeşitli dergilerde dosya konusu olurken, bazı gazetelerde de köşe ve araştırma yazısı kabilinden eleştirel bakış açıları şeklinde yayımlanmaktadır. Ör. Birikim Dergisi'nin 'Sol İlahiyat'ı, mevsimlik Özgün Düşünce Dergisi'nin 'Sol, sosyalizm, İslami Sol' özel sayısı ve son olarak ta Umran Dergisi'nin 'Seküler Teoloji' üst başlıklı eleştirel yaklaşımları içeren 'İslami Sol' dosyası bu meyanda sayılabilecek çalışmaları içermektedir. Ayrıca Bülent Şahin Erdeğer'in Haksözhaber.net'te yayımlanan 'İslam Sosyalizminin Serencamı' adlı makalesi ve Davur Özgül'ün haftalık Özgün Duruş Gazetesi'nde 4-5 hafta üstüste yayımlanan 'Çitten Çatırtıyla Geçmek' üst başlıklı olup ve doğrudan İslami Sol'un ülkemizde ilk mensupları sayılabilecek R. İhsan Eliaçık'ın yaklaşımlarını eleştiriye ve aynı zamanda da bir kurtuluşçu özgürlük bağlamında kotarılmaya çalışılan -yazarın işlediği üzre- tevrat temelli -ifade yazarına ait- bir teolojik çabaları içerten yazıları sayılabilir.

Biz ilk yazımızda işin içerisinde ana mihverin din olduğunu bildiğimizden ve öyle kabul ettiğimizden konuya dolayımlı olarak yaklaşmayı tercih etmiştik. Ama yazımız bir bütünlük içerisinde okunduğunda İslami Sol gibi bir argümanın hiçbir zaman gerçekçi olmayacağını, daha doğrusu da bir hakikati içermeyeceği, ayan beyan görülecektir. Eklektik, sentetik ve de turfanda kabilinden bir düşünce bir başka yapıya büründüğünde o yapının bir ayağı hakikat boyutu içerisinde olsa da diğeri de tam tersi başka bir yerde olsa -ki, öyledir- kalıcı fayda anlamında sadra şifa bir yekun sunmaz! Bu öngörümüzü mevzumuzla bağlantılarsak; sünnetullah olgusu mucibince biteviye bir vahiy geleneğine karşıtlık olarak, yine temeli kadimlik bağlamında insanlık tarihinin ilk günlerine dayanan şirk ve zulüm temelli ve vahyi baz almayan salt akla dayalı ve şirkle malul bir beşeri düşünceler misali, aynı zamanda da batıcılığın 'ilerlemecilik mitosu' içerisinde süregelen öngörüsünün ürünü olan sol, sosyalist dünya görüşü dünya ve ahiret mutluluğu bağlamında hayır nedir sunamaz! 'Niye?!' dersek, bir defa salt iyi niyet temeline dayanıyor olsa ve kendi bütünlüğünde tutarlı olsa bile, deyim yerindeyse 'ilahi öngörü'yü kapsamadığından sadra şifa iyilikler sunmaya yapısı elvermez!  Biz burada İşi, bir an İslam'dan soyutlayıp Müslümanların olası başarısızlıklarını değerlendirmeye aldığımızda elde edeceğimiz sonuçla, sol ve sair diğer beşeri ideolojilerin başarısızlarını da maddi planda aynı zemin üzre değerlendirebiliriz. Ama tek bir farkla ki; Müslümanların olası başarısızlıkları temel kaynak olan Kur'an'ın ve vahyinin ontolojik bir sonucu değil de zaman içerisinde Kur'an'a zıt düşünceler, yapılar ve eylemlilikler içerisinde aranabilir.  Ama sair ideoloji mensuplarının başarısızlıkları ise bizzat kendi ideolojilerinden kaynaklıdır. Zira o ideolojileri bizzat müntesipleri salt akılcılık mihverinde oluşturmuşlar ve haliyle de aydınlanmacı, ilerlemeci ve vahiy dışı bir temele dayanmaktadır. Bu oluşum sürecinde tarihten dine; sosyal hayattan, iktisadi hayata kadar vs. tüm okumalar seküler, pragmatist, o serüveni sürdürücü, yapısı gereği determinist/cebriyeci ve aynı zamanda da kaderci yaklaşımlar karşımıza çıkar! Zaten çağdaş batı/cı tarihler batı karşıtı/dışı toplumlarda da maalesef bu zıtlıklar üzerinde gelişmiştir. İşte ontolojik ve pratik bağlamda vaziyet bundan ibaret ise, biz Müslümanların kendi kaynaklarımıza müracaat edip kendimize uygun bir dünya görüşü oluşturması olmazsa olmaz bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır. Bu da asla dinin yerine geçmesi mümkün olmayacak bir tarzda İslamcılık adı altında olabilecektir. Eğer biz Müslümanlar mutlaka bir dünya görüşü içerisinde dinin -İslam- her alanda başta bizler için görünür olmasını, kılınmasını öngörüyor isek eklektik, sentetik ve turfandavari türedi ideolojilere inat İslamcılıkla iştigal etmemiz elzem olmaktadır! Zira o bize daha yakın ve aynı zamanda da bizdendir!

Biz yine insaflı davranarak İslam'a halel getirmeden belli bir özgüven ve medenilik içerisinde Müslümanlar olarak herkesimle olduğu gibi sol, sosyalist kesimlerle de kendi paradigmalarımız bağlamında iki ayrı kesim olarak nitelikli ve tutarlı ilişkiler kurabilir, yapılar oluşturabiliriz. O halde soralım; İş böyle yürüyecekse İslami Sol terkibine gerek kalır mı? Tabii ki hayır! Ama bakıyoruz ki bir taraftan onlarca yıldır bu ülkenin Müslüman, belli bir oranda da muhafazakår insanını bir türlü kazanamamış, kendi yanına çekememiş, kendi yanında nedir görememiş belli sol çevrelerin kesinlikle -profan temelli- teoloji/ilahiyat söylemleri ve bu söylemlerde kendilerince bir şeyler bulmaya çalışan bazı 'Müslümanlar'ın işi daha da karmaşıklaştırmakta, içerisinden çıkılamayacak duruma büründürmektedirler. Bir defa yaklaşık olarak cumhuriyet tarihi boyunca sahici ve yerel bir temeli bulunmayan bilumum sol, sosyalist çevreler hep Kemalizmden beslenme yoluyla geniş Müslüman kitleleri İttihad ve Terakki ürünü olan gericilik-ilericilik retoriğiyle hırpalayıp durdular. Bunu yaparlarken elbette onlar en önemli desteği batıcı yönü olan vahiy karşıtlığı içerisinde bula durdular ve bu halleri günümüze dek süregeldi! Buna mukabil aldatıcı olabilir ama süreç içerisinde Müslüman kitlelerin belki de bir çaresizlikten olsa gerek yanaştıkları diğer ideolojik çevreler -milliyetçilik, muhafazkårlık, sağcılık vs.- hiçbir zaman Müslüman kitlelerle olan ilişkilerinde ilkellik üzerine kurulu o retoriği nedir hemen hiç kullanmadılar! Sol çevreler, neden böyle davranamadı acaba?! Onun nedenini de kendi ontolojilerinin kılcal damarlarında aramak gerek diye düşünmek lazım! İş böyle olunca sebep-sonuç ilişkisi de şekilde görüldüğü gibi olur. Bundan daha doğal ne olabilirdi ki?! Biran kabul edelim ki Müslümanların büyük bir bölümü Kur'an'ın müteadit yerlerde vurguladığı üzre kendilerine Allah tarafından öngörülen tevhid temelli iktisadi ve yaşamsal anlamda da özgürlükçü bir düzeni kuramadılar. Ya da var idi, kaybettiler ve o konuyu kendi 'öznel' şartları içerisinde kısır olarak değerlendirdiler ve sonuçta ta onu naksedecek durumlara düştüler. Ki, bunun karşılığı yeniden Kur'an'dan yola çıkış mıdır;  ya da var olan İslami argümanları  solun perspektifinden ele alıp yukarıda bir yerde belirttiğimiz gibi profanlaştırmak mıdır? İşte olay bu noktada düğümlenmektedir. Bu düğüm ilelebet çözül-e-meyecek bir düğümde değildir aslında. O halde?...

Bir kıyaslama yaparsak; birbirlerinin devamcısı sayılan tüm peygamberler birbirlerini naksetmeden belli bir vahyi ölçü ve tutarlılık içerisinde dünden bugüne aynı mesajı, onun ulaştığı halk, bölge/ler, yani tüm dünya ve zaman/lar dilimi içerisinde sunmaya çalışıp o mesajı bizlere ulaştırmaya çalışıp, çabaladılar. Yine Kur'an'dan yola çıkarsak şeytan'ın insanın yolu üzere oturup, insanları sapkınlığa davet etmesine el atmasından buyana (Niså; 4/118-119) şirk çizgisini sürdüren filozofların, bilginlerin ve var olan kitlelerin kåhir ekseriyeti, tabiri caizse boşluktan aldıkları vehimleri, kuruntuları, hakikate kapalı akılları, kulakları olduğu halde sağırlıkları ve duygusuzlaşan kalpleri oranınca(Bakara;2/7ve18)) hakikate muğayır hareket ederek pür bilimsel(!) ve ilerlemeci bir tarzda oluşan düşünceler, kendisine tabi olan insanlara yalancı hayatlar kurdurmayı ha bire sürdürmektedir. O halde biz; “Hayat, ancak bizim içerisinde yaşadığımız bu dünya hayatıdır. Yaşar ve ölürüz. Bizi ancak zaman helak eder…”(Casiye; 54/24) diye bizlere onların, yani müşriklerin durumunu anlatan ayeti süpekülatif düşünceler üretenlerin çağlar boyu süregelen yönelimlerini mi dikkate almalıyız; eğer onların önceden de ve sonradan da dediklerine kulak kabartırsak, o zaman şu ayeti de ortaya koymak zorunluluğumuz oluşur; “Dünya hayatı, küfredenlere süslü gösterilir de iman edenlerle alay ederler. Halbuki takva sahipleri, kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız nimet verir. (Bakara; 2/212) Eğer Allah'ın Rabliğini şüphesiz kabul ve tasdik ediyor isek “Göklerin ve yerin mülkü 'Onundur ve bütün işler ancak Allah'a döndürülür.”(Hadid;57/5) ayetinde vurgulandığı gibi her şeyi Allah'ın her dem vaki olan hikmetine(Bakara; 2/269) bağlamalıyız ki, hayatımızın bir anlamı olsun!

Eğer kalkıp bunun aksini yapar isek;  yani İslam yerine batıl temelli bir ideoloji peşinden koşarsak İslam nimeti elimizden alınır ve ahirette de tarifi imkånsız sıkıntılara uğrarız. (Bakara; 2/167) Birde izzeti yanlış yerde ararsak bilelim ki, ahiret hayatında olduğu gibi dünya hayatında da zelil durumlarla iç içe oluruz (Fåtır;35/10)

İşte, yola bu hakikatlerden çıkmaz da aksini sergiler isek; yukarıda da belirttiğimiz gibi İslam nimeti elimizden alınır, türlü zahmetlerle kotarılmaya çalışılan(!) ve süpekülatiflik yönü ağır basan eklektik yapılar ne kendileri olarak kalırlar, nede o terkibe payanda kılınmak istenen hakikat olgusu…

Yok eğer Peygamberin pratiğini esas alırsak; hılfılfüdul gibi gayretler insani/İslami ve yasal/şer'i oluşumlar içre hem İslam'ın mesajını sunabilir, insanları ona davet eder ve hem de kendimizi ve geleceğimizi, aynı zamanda ebedi hayatımızı da Allah'ın nuruyla aydınlatmış oluruz.(Nur; 18/35. Ve 36.Ayetler)

Konu bütünlüğünde de belirttiğimiz gibi karşı cenahın profan temelli 'yeniden bir kendini var etme' çabalarına kendi kavramlarımızı, dilimizi ve söylemimizi hoyratça sunacağımıza, dilimizi -ayetleri- eğip bükeceğimize, kavramlarımızın içeriğini boşaltacağımıza ve en nihayetinde de söylemimizi feda edeceğimize bir psikolojik düşkünlük tehlikesine düçar olmadan gerek iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel vs. alanda ve gerekse de özgürlükçülük bağlamında artık aşılması gereken mezhepçi yaklaşımları, yıpranmışlığa ve pörsümüşlüğe aday 'bazı' kadim formları geçmiş dönem zenginliğimizden sayarsak, yeniden Kur'an ve nebevi sünnete yüzümüzü dönebiliriz. Temel kaynağımız olma hükmündeki Kur'an şanı yüce olan Allah'tan gelen ve yine Kur'an'ın kendi ifadesiyle şanlı bir kitaptır. (Buruc; 85/21) Şanı yüce olan Allah'ta kendisine rehberlik anlamında yönelen herkese yakın durur. (Vakıa; 56/85) Ki Allah bu ayette yönelimini sırf kendisine doğru yapan kulu için ayet ve sure numarasını verdiğimiz ayette şöyle demektedir; “Halbuki biz o kişiye, sizden daha yakınız. Lakin siz göremezsiniz.” Buna rağmen şeytan ise, öz iradesiyle  kendisine biçtiği role rağmen hesap gününde ifsada uğratmaya çalıştığı insanlardan uzaklaşır ve o insanlar bu olaya hayıflanırlar ne yazık ki. (Zuhruf; 43/34.35. ve 36.ayetler) İşte adaletsizliğin, yerine göre de bir İslamsızlığın ve haliyle de zulüm ortamlarının hüküm ferman  buyurduğu zaman dilimlerinde içerisinde bulunulan yakıcı ve yıkıcı durumlardan kurtulma ümidiyle İslami kaygı sahibi düşünen insanlar var olan sorunlara kendi yanlarından çözümler üretmek için bir çaba içerisine girebilirler. Haliyle de girmeleri, ellerini, taşın altına koymaları gerekir. Buraya kadar bu tür bir yaklaşıma hiçbir Müslümanın itirazı söz konusu bile olamaz! Kaldı ki nitelik bağlamında ıslah ehli, inkılapçı kimliklerin kendilerini her dem yeniden var etmeleri de işin gereğidir. Topluma inşa edilmesi, sunulması ve sonuçta da ulaşılması elzem olan yepyeni bir sistem uğruna vahyi kimlikle mücadele etmek dünya gözüyle değerlerin en değerlisi hükmündedir. Bunun da yolu hangi çağda olursak olalım İslam'dan yola çıkarak, onu esas alarak şartlar mucibince tevhid temelli 'sosyal, siyasal, kültürel, iktisadi' vb. doneleri baz alan bir formdan geçer. Günümüzde bu formun adı İslamcılıktır. Bu form zaman içerisinde eskimeye, yıpranmaya ve pörsümeye yüz tutar ise Kur'ani bir projeksiyon bağlamında yeniden derde derman bir formu cehd ve içtihad bağlamında ve Kur'an ekseninde orta yere koymaktır. Bu çaba devam ettiği sürece de inanın ki Müslümanların İslam'ı payanda kılıp ta bazı seküler temelli ideolojileri özellikle de teolojik açıdan canlandırmaları da haliyle anlam ifade etmez! Bizce Kur'an temel kaynak, nebevi sünnet ise o kaynağın birincil yorumu ise İslami Sol benzeri kalıpları kırıp aşmamız için çaba sarfetmeyecek miyiz yoksa?! //Eğer farklı ideolojik kurgulamlara ihtiyaç hissediliyor ise sormak gerekir; endişemiz salt maddi ve rızk temelli mi, yoksa sair özgürlükler bağlamında mı? Sorun eğer İlki ise “Ve ni'me'l-vekil!” 'Allah ne güzel vekildir.' Deriz. Yok eğer özgürlükler bağlamında ise en anlamlı özgürlük Alemlerin Rabbine layıkıyla kul olabilmek ve yaşadığımız hayatta kendimize özgü bir fıkıh oluşturarak; hakk'a şahidlik yapmak, zamanın anlayışını kavrayıp, ordan yola çıkıp ortaya İslami pratikler koyma, belli bir tedricilikle merhale katetmek, hakka omuz verenlerle birleşmek, bir olmak ve en nihayetinde de tağuti sistemlere yönelik külliyetli bir mücadele vererek özgürlüğün sahici anlamıma ulaşabilmektir. Gerisi ise “laf-ı güzaftır… Vesselam…”

Not; Bundan sonraki yazımızda inşaallah İslami Sol'un eğer var ise teolojik zeminini ve ayrıca onun maddi dayanakları ile ilgili olarak imkanlarını, sürdürebilirlik oranında serdetmeye çalışacağız!    

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN