İslam toplumunun özellikleri nelerdir?

İslam toplumunun iyiliği emredip kötülükten sa­kındırması, iki yönlü bir faaliyettir. Bu yönlerden biri, îslam toplumunun kendi içindedir. İslam toplumunun fertleri, kendi toplumlarında bu görevi yerine getirirler. Her fert, kendi toplumuna karşı duyarlıdır ve çevresin­de olup bitenlere lakayt kalamaz. Toplumuna iyiliğin hakim olması için çalışır.

24-07-2008


Müslümanlar olarak özlemini çektiğimiz "İslam toplumu" hangi özelliklere sahiptir ve nasıl bir organizasyonla yapılanmaktadır? Kur'an'ın bu konudaki ölçü ve öngörüleri nelerdir. Prof. Dr. Sait Şimşek'in Beyan Yayınları tarafından yayınlanan "Kur'an'ın Ana Konuları" isimli kitabından bu soruların cevabının yer aldığı bölümü İslam ve Hayat sayfalarına taşıyoruz: 

Vasat/Orta Toplum:

İslam ümmetinin vasat/orta ümmet olduğunu bil­diren âyette şöyle denilmektedir:

"Böylece sizi vasat/orta bir ümmet kıldık ki, insanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun."[369]

Vasat kelimesi orta, dengeli, adaletli, bir şeyin iyi­si ve hayırlısı gibi anlamlara gelir. Âyet, kıble değişikli­ğinden söz edilen bir ortamda zikredilmektedir. Burada Ehl-i Kitab'ın kıble değişikliğine karşı çıkışlarından bahsedilmekte ve bu arada islam ümmetinin vasat bir ümmet olduğu belirtilmektedir. Anlatımdan bu özelli­ğin, islâm ümmetinin temel ve genel bir özelliği olduğu anlaşılmaktadır, Müfessirler de âyeti bu şekilde anlamış­lardır. Kurtubi: "Kabe nasıl dünyanın tam ortasında ise, islam ümmeti de, orta bir ümmettir" demektedir.[370] Ar­dından Hıristiyanların peygamberlerini tazim konusun­da aşırı gittiklerini, Yahudilerin ise, onlara gereken de­ğeri vermediklerini belirtir.[371] Buna göre islam, hem kendi peygamberi ve hem de diğer peygamberler konu­sunda orta bir yol izlemiştir. Çağdaş müfessirler de, me­seleye aynı zaviyeden bakmış, fakat ona daha geniş bir açılım getirmişlerdir. Bu müfessirlerden Muhammed Esed, şöyle demektedir:

"Lafzen (ayetin kelime anlamı), 'orta bir toplum' yani, aşırılıklar karşısında adil bir denge gözeten ve hem zevk ve sefahati, hem de mübalağalı bir zühdü reddederek insanın tabiatını ve imkânlarını değerlendir­mede gerçekçi ve makul davranan bir topluluk. Kur'an, sıkça tekrarladığı, hayatın her cephesinde dengeli ve öl­çülü olma çağrısı ile uyumlu olarak müminlere, hayat­larının bedenî ve maddî yönüne çok fazla ağırlık verme­melerini öğütler; ama aynı zamanda insanın bu 'bedenî hayat' ile ilgili ihtiyaç ve isteklerinin ilâht iradenin eseri ve bu nedenle de meşru olduğunu kabul eder. Daha ile­ri bir tahlilde, 'dengeli ve ölçülü bir toplum' ifadesinin insanın varoluş problemine Islamî yaklaşımı temsil etti­ği söylenebilir: Ruh ile beden arasında fıtrî bir çatışma olduğu görüşünün reddi ve insan hayatının bu ikili cephesindeki labil ve ilahî bütünlüğün açık bir teyidi. İslam'a özgü olan bu dengeli davranış, doğrudan Al­lah'ın birliği ve bütün hilkatin temelinde yatan amacın tekliği kavramından doğmaktadır. Böylece, burada 'dengeli ve ölçülü toplum'dan söz edilmesi, Allah'ın bir­liğinin bir sembolü olarak Kabe temasına uygun düşen bir giriştir."[372]

Toplumsal meselelere tefsirinde geniş yer ayıran Seyyid Kutub ise, âyetin tefsirinde şöyle demektedir:

"Bu ümmet, bütün anlamlarıyla gerçekten 'orta' bir ümmettir. 'Vasat' kelimesi, ister fazilet ve güzellik anlamına gelen 'vesâtat' kökünden türemiş olsun, ister­se itidal ve kasd anlamına gelen 'vasat' kökünden gel­miş, ya da asıl anlamıyla 'vasat' kökünden türemiş ol­sun, her bakımdan 'orta' bir ümmet... Bu ümmet, inanç ve düşüncede orta yolu izler: Ne sırf ruhî bir hayata da­lar, ne de maddeye boğulur. Aksine o, bedene girmiş bir ruh veya ruha sarılmış bir beden sentezinden mey­dana gelen fıtrat kanunlarına uyar. Değişik güçlerden meydana gelen bu bünyeye, muhtaç olduğu bütün gı­dalardan hakkını tastamam verir. Hayatın korunmasına ve devamına çalışırken, ruhun ilerlemesi ve yükselmesi­ni de ihmal etmez.

Arzu ve istekleri, ifrat ve tefrite varmadan, denge ve uyum içerisinde serbest bırakır.

Bu ümmet, düşünce ve şuurda-vasattır: Bildikleri­ni dondurup, deneysel ve pozitif bilimlere kapılarını kapatmaz. Her sesin arkasına düşmediği gibi, gülünç bir maymun taklitçiliği de yapmaz. Her şeyden önce kendisinde bulunan düşünce, metot ve esaslarına sımsı­kı bağlanır. Sonra bu düşünce ve deney sonuçlarını pratik hayatında görür. Onun daimî özelliği: 'Hakikat mü­minin yitiğidir, nerede bulursa alır' hadis-i şerifidir.

Bu ümmet, düzenleme ve uygulamalarında vasati-tır: Hayatı büsbütün duygu ve vicdanın emrine terk et­mediği gibi, tamamen ceza kanunlarına da bırakmaz. Kişisel vicdanları eğitim ve yönlendirmeleriyle ulvîleşti-rir. Toplumun düzenini de yasal yaptırımlarla güvence altına alır. Böylece ikisini bir arada kaynaştırır. İnsanla­rı, bir diktanın sultasına terk etmediği gibi, yalnız vic­danın emirlerine de bırakmaz. Aksine ikisini birlikte düşünür.

Bu ümmet insan ilişkilerindeki karşılıklı muame­lelerde de vasattır. Kişilerin şahsiyetini ve değer yargıla­rını göz ardı etmediği gibi, onları toplumun veya devle­tin kişiliğinde de eritmez. İnsanın yalnızca kendi çıkarı­nı düşünen bencil ve açgözlü biri olarak kalmasına da izin vermez. Fakat ferdin kişiliğini geliştiren ve dina­mizmini sağlayan itici gücünü ve enerjisini, kişiliğini ve oluşmasını gerçekleştirecek olan tabiî özelliklerini ve. fıtri arzularını serbest bırakır. Sonra bir taraftan taşkın­lıkları frenleyecek bazı engeller koyarken, diğer taraftan da topluma hizmet konusunda ferdin isteğini harekete geçirecek etkenler yerleştirir. Bir ahenk ve düzen içeri­sinde, bireyi topluma yardımcı kılan, toplumu da bire­yin koruyucusu durumuna getiren görevler ve sorumlu­luklarla ilgili düzenlemeler yapar.

Bu ümmet mekân itibariyle de vasattır: Yeryüzü­nün yaşanabilir en normal yerindedir. Müslümanların üzerinde yaşadığı topraklar, her yönden; doğu, batı, ku­zey ve güney yönlerinden, yeryüzünün en orta bölge­sinde olagelmiştir. Bu konumuyla da insanlığı gözetle­mekte, onlara karşı şahitliği omuzlamakta, sahip oldu­ğu maddî, manevî değerleri bütün yeryüzü sakinleriyle paylaşmaktadır. Düşünce ve ruhun meyveleriyle, tabiatın meyveleri onun yoluyla her tarafa yayılmaktadır. Bu hareketi icra ederken de, maddesi ve manasıyla bir­likte çalışmaktadır.

Bu ümmet zaman bakımından da vasattır: Kendi­sinden önceki insanlığın çocukluk devresini sona erdi­rir. -Geldikten- sonra da insanlığın akıl ve olgunluk ça­ğını yaşamasını sağlar. Ortada durup, insanlığın çocuk­luk döneminden kalma vehimlerini ve hurafelerini sil­kip atar. İnsanlığın akıl ve duygularla saplantıya düşme­sine engel olup, peygamberler döneminden kalma ruhî mirasıyia devamlı gelişen aklî kontrol mekanizmasını birleştirerek, ikisinin arasında doğru yolda yürür."[373]

Günümüz düşünce sistemlerini göz önünde bu­lundurduğumuzda islam'ın hâlâ orta bir yol takip ettiği­ni görürüz. Ferdiyetçilik ile toplumculuk, seküler anla­yışlarla teokratik anlayışlar, dünya ile âhiret, kalem ile kılıç arasında orta bir yol takip etmektedir.

Vasat kelimesinin anlamlarından biri de, adalet idi. Nitekim birçok müfessir, âyetin tefsirinde bunu açıkla­maktadır. Şayet Kur'an'da bir âyet veya kelime, birden fazla anlama gelip bu anlamlar birbirlerini destekliyorsa, bu anlamların tamamı geçerlidir. Zaten Kur'an'm birçok âyetinde adaletli olmak, emredilmektedir. Allah'ın güzel isimlerinden biri de, adaletli olan anlamında "el-AdV'dir. Bunun sonucu olarak dini de bütün alanlarda adaleti öngörmektedir: "Rabb'inin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe ta­mamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir "[374]

Kur'an'da Allah'ın âdil olduğu belirtilmekle yeti-nilmemiş, adalettin zıttı olan zulümden münezzeh ol­duğu da birçok âyette ifade edilmiştir. O'nun adaleti hem dünyaya, hem de âhirete yöneliktir. Gerek bu dün­yada yaptıklarından dolayı cezalandırılan toplumların cezalandırılmaları anlatıldığında, gerek âhirette cezalan­dırma söz konusu edildiğinde Allah'ın adalet sahibi ol­duğu ve insanlara zulmetmediği Kur'an'da özenle zikre­dilmektedir. Ayrıca O'nun, suçlan dengi bir ceza ile ce­zalandırdığı halde iyiliklere kat kat mükâfat verdiği de belirtilmektedir. Her vesile ile Allah'ın adaletinin vurgu­lanması, Müslümanların da âdil olmasını gerekli kıl­maktadır:

"Allah, iyiliği emreder; aşırılıktan, kötü işlerden ve azgınlıktan (saldırganlıktan) da uzak durmanızı isteri[375]

"Allah size emanetleri sahiplerine teslim etmenizi emre­diyor, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da, adaletle hükmedin ."[376]

Adalet, bahanesi ne olursa olsun göz ardı edilecek bir şey değildir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim, daha önce

haksızlık etmiş bir topluluğa, öc alma duygusuyla aşırı gidilmemesi gerektiğine dikkat çekmektedir:

"Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi saldırganlığa sevk etme­sin, iyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düşman­lık üzerinde yardımlaşmayın, Allah'tan korkun. Çünkü Al­lah'ın azabı  idi''[377]

Hayırlı Toplum:

İslam toplumunun ikinci temel özelliği, hayırlı bir toplum olmasıdır. Bu özelliğe sahip bulunması ise, iyili­ği emreden ve kötülükten sakındıran dinamik bir top­lum olmasından kaynaklanmaktadır. Konuyla ilgili âyette şöyle denilmektedir:

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız ve Allah'a inanırsınız"[378]

Âyette zikredilen en hayırlı ümmet ile Peygam­berin ashabından ilk İslam'a girenler mi, yoksa ashabı­nın tamamı mı veya İslam ümmetinin tamamının mı, kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş­tür. Haddizatında hayırlı olmanın gerekçesi âyetin ken­disinde belirtilmektedir ki o da, iyiliği emredip kötü­lükten sakmdırmaktır. İslam tarihinin hangi döneminde ümmet, bu görevini yerine getiriyorsa, en hayırlı üm­mettir.[379]

İslam toplumunun iyiliği emredip kötülükten sa­kındırması, iki yönlü bir faaliyettir. Bu yönlerden biri, îslam toplumunun kendi içindedir. İslam toplumunun fertleri, kendi toplumlarında bu görevi yerine getirirler. Her fert, kendi toplumuna karşı duyarlıdır ve çevresin­de olup bitenlere lakayt kalamaz. Toplumuna iyiliğin hakim olması için çalışır. Öyle ki, Peygamber hadisin­de, yolda gelip geçenlere eziyet eden bir taşın kaldırılıp atılması bile, imanın bir şubesi olarak değerlendirilmiş­tir. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediği anlatılır:

"İçinizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzelt­sin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yet­mezse kalbiyle hugzetsin. îmanın en zayıj derecesi de bu­dur"

İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın diğer yönü ise, dışa yöneliktir. İslam, iyiliğin insanlık toplumunun tamamına hakim olmasını ve kötülüklerin de tamamından kalkmasını ister. Bu sebeple, diğer top­lumlara zarar verecek davranışlara da engel olmaya çalı­şır. Hatta başka toplumlarla savaşın temelinde de bu espiri yatmaktadır. Müslüman toplum, sırf hakimiyet ala­nını genişletmek ya da maddi çıkar elde etmek için baş­ka toplumlara savaş açmaz.

O halde İslam toplumunun en hayırlı olmakla ni­telenmesi, boşuna değildir. Ancak güçlü bir iman olma­dıkça bunun sağlanması imkân dışıdır. Bu sebeple âyet, İslam ümmetinin Allah'a iman ettiğini belirtmektedir.[380]

Birlik İçinde Bir Toplum:

İslam toplumunun birlik ve beraberlik niteliğini ifade eden âyette şöyle denilmektedir:

"Ve işte sizin bu ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim, benden korkun."[381]

Kur'an-ı Kerim, insanların tamamının aynı anne ve babadan geldiklerini haber vermektedir. O halde in­sanların tamamı arasında bir akrabalık bağı mevcuttur. Bu sebeple farklı ırklara mensup olmaktan kaynaklanan ayrımcılığın önüne geçilmiştir. Peygamber, etnik farklı­lıkları körüklemeyi ve bunların peşinde gitmeyi cahiliye olarak nitelemektedir. Hatta bu uğurda savaşanların, İs­lam'la bir ilişkilerinin kalmadığını belirtmektedir.

Her şeyden önce mevcut insanların tamamı tek nefisten yaratılmışlardır. Peygamber'in, Veda hutbesinde şu söyledikleri, Kur'an'ın bu konuda söylediklerinin bir özeti mahiyetindedir:

"Ey insanlar! Muhakkak ki, Rabb'iniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz; Âdem de topraktandır. Hiç kimsenin, başkaları üzerinde üstünlüğü yoktur. Şeref ve üs­tünlük, ancak takva iledir. Binaenaleyh, bütün Müslüman­lar birbirlerinin kardeşidir. Hepiniz, müşterek bir kardeşli­ğin üyelerisiniz- Birinize ait olan bir şey, gönlünüzün rızası olmadıkça, başkası için helal olmaz. Zulüm yapmaktan kendinizi koruyunuz- Halkın haklarını zulümle almayınız. Onların haklarını gasbetmeyiniz- Benden sonra, kâfirlerin yaptığı gibi, sakın birbirinizle boğuşmayınız. Size bir şey bı­rakıyorum ki, ona sımsıkı sanlırsanız, asla sapıklığa düş­mez ve yolunuzu şaşırmazsınız, tşte o şey, Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'dir."

Daha dar ve daha özel bir kardeşlik ise, inananla-rın/müslümanlarm kardeşliğidir. Ancak islam evrensel bir din olduğu için, henüz İslam'a girmemiş olanlar, her an için Müslüman olmaya adaydır. Bu sebeple diğer inanç mensuplanna iyi ve âdil davranmak esastır. Diğer inanç mensuplanna iyi ve âdil davranmak, sadece günün birinde İslam'ı kabul edebilecekleri ümidiyle de değildir. Çünkü bu şekilde davranmak, bizatihi Müslüman olma­nın bir gereğidir.

Toplumun birliğini sağlayan altyapı oluşturulma­dan toplumun birliğini istemenin herhangi bir anlamı yoktur. Yapay olarak sağlanan birlik, bir müddet sonra ortadan kalkacaktır. Toplumda birliğin sağlanmasının, en önemli âmillerinden biri, fertler arasında adaletin sağlanmasıdır. Şu veya bu nedenler ileri sürülerek top­lumda bazı kesimlerin kaymlması, bazı kesimlerin ise kimi haklarının gözetilmemesi, toplumda birliği bozan en önemli etkendir.

Toplumda birliği bozan diğer önemli bir etken de, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve zenginlerin fakirleri gözetmemeleridir. Kur'an-ı Kerim, zekât gibi zorunlu bir ibadetin yanısıra fakirlerin gözetilmesini de teşvik etmektedir. Böylesi teşvikler konusunda inancın etkisi bilinmektedir.

Toplumda birliğin sağlanmasının etkenlerinden bir diğeri de, fertlerin yönetime katılmaları ve görüşleri­ni özgürce dile getirebilmeleridir. Kur'an, şûraya baş­vurmayı, Müslüman olmanın bir özelliği olarak zikret­mektedir. Vahiy alan Peygamber'e bile, Müslümanlara danışması Kur'an'da tavsiye edilmektedir:

"Onların işleri aralarında şûrâ/danışma iledir."[382] "Allah'ın rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen on­lara karşı yumuşak davrandın, eğer kaba ve katı kalpli ol­saydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat bir kez karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever."[383]

Kur'an, hangi temele dayanırsa dayansın toplum­da sınıflaşmayı reddeder. Kuşkusuz bu, toplumda hiç­bir farklılığın olmayacağı anlamında değildir. Bizim bu­rada kastettiğimiz sınıflaşma, toplumun hak gaspına da­yalı, hukuk karşısında eşit olmayan ve aralarında birin­den diğerine geçme imkânı bulunmayan gruplara ayrıl­masıdır. Yoksa, İslamiyet de cahil ile âlimi bir sayma­mış, âlimi üstün tutmuştur. Ancak hukuk karşısında âlim ile cahil arasında bir fark yoktur. Ayrıca cahil kişi, ilim elde ederek âlimler sınıfına geçiş yapabilir. Yine Kur'an~ı Kerim, rızık konusunda ve maddi gelirde in­sanların birbirlerinden farklı olduklarını kabul etmekte, hatta bunu Allah'a nispet etmektedir:

"Ey Muhammedi Rabb'inin rahmetini onlar mı tak­sim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçim­lerini aralarında paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabb'inin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.[384]

Ancak fakir ile zengin hukuk karşısında eşit oldu­ğu gibi fakir, çalışarak zengin olabilir. İlim ve rızıkta üs­tünlük, bir gaspa ya da etnik bir guruba ait değildir.

Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim, toplumda birliğin sağlanması için iki temel noktayı gündeme getirmekte­dir. Bunlardan birincisi, insanlığın tamamının aynı anne ve babadan geldiklerini belirtmesidir. Bir toplumu mey­dana getiren fertler, farklı inançlara ya da farklı ırklara mensup olabilirler. Ama neticede hepsi arasında bir ak­rabalık bağı söz konusudur ve bu da hepsinin aynı an­ne ve babadan olmasıdır. İkinci temel nokta ise, inanan fertler arasındaki din kardeşliğidir. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde inanan kimseleri, bir binanın birbirleri­ne kenetlenmiş tuğlalarına benzetmektedir. İnanan kişi, inanan bir başkasının kardeşidir; onun yardımına ko­şar; sevincinde de, sıkıntılarında da ona ortak olur.[385]

İslam Toplumu ve Etnik Ayırım

Her türlü etnik ayırım reddedilmiştir. Peygambe­rin soyundan gelen ile toplumda büyük bir suç işlemiş, şu veya bu soydan gelmiş olan bir kimsenin oğlu eşittir. Atalarının veya akrabalarının işlemiş oldukları herhangi bir başarıdan bir kimsenin, kendisine pay çıkarması reddedildiği gibi, işlemiş olduklan herhangi bir suçtan dolayı sorumlu da tutulamaz. Bu prensip, sadece Kur'an'ın ileri sürdüğü bir prensip de değildir, bütün peygamberlerin vahiylerinde zikredilmiştir:

'Yoksa kendisine haber mi verilmedi; Musa'nın sahifesinde (yazılı) olan. Ve çok vefalı olan İbrahim'in (sahifesinde yazılı olan şu gerçekler): Hiçbir günahkâr, başkası­nın günah yükünü yüklenmez, insana çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışması da yakında görülecektir."[386]

O halde sözünü ettiğimiz prensip, tüm zamanlann bir prensibidir: "Kim hidayete gelirse kendisi için hidayete gelmiş olur, sapan da, kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü çekmez. (Herkes kendi günah yükünü çeker)."[387]

Fertler hakkında geçerli olan bu prensip toplum­lar için de aynen geçerlidir. Nitekim islam ümmetinde en üstün nesil olarak kabul edilen ve hem Kur'an âyet­lerinde, hem de Peygamberin hadislerinde övülmüş bulunan sahabilerin babaları, Allah'a ortak koşan müş­rik insanlardı.

Kur'an-i Kerim'in indiği dönemde bütün toplum­larda etnik ayırımın var olduğu bilinmektedir. Merha-metiyle bilinen Hıristiyanlıkta bu ayırım mevcuttu. Ya­kın zamana kadar Hıristiyanlar, gökler âleminde siyah ırktan gelen Hıristiyanlarla beyaz ırktan gelen Hıristi­yanların eşitliğini kabul ederlerdi ama bu dünya haya­tında eşitliği kabul etmiyorlardı. Halbuki Islâmm tâ ilk döneminde siyahı bir köle azatlısı olan Habeş'li Bilal, İs­lam toplumunda önemli bir değeri olan müezzinlik gö­revini üstlenmiş ve Peygamber (s.a.v.)'in müezzini ola­rak şöhret bulmuştur. Ne yazık ki bu ayırım günümüz­de hâlâ bir çok toplumda devam etmektedir. Günümü­zün medenî ülkeleri olarak kabul edilen Amerika ve Av­rupa ülkelerinde bu ayırım hukuken ortadan kaldırıl­mış olmakla birlikte söz konusu toplumların bunu içle­rine sindirebiîdiklerini rahatlıkla söyleyemiyoruz. Sov­yetler birliğinin dağılımından sonra ortaya çıkan ülke­lerle İslâm öğretisinden uzaklaşmış birçok Müslüman toplumlarda hakim olan koyu milliyetçi akımlar nede­niyle bu ayırımın, yakın bir zamanda ortadan kalkabile­ceğini söylemek de ne yazık ki mümkün görülmemek­tedir.

İnananların kardeş olduklarını belirten Kur'an-ı Kerim, birliklerini bozmaya çalışacak kimselerin varlığı konusunda Müslümanları uyarmaktadır, Müfessirler naklederler ki: Peygamber (s.a.v.) döneminde yaşayan Şâs b. Kays isimli Yahudi, Müslümanlara kin ve nefret duygularıyla dolu olan katı bir kâfir idi. Her fırsatta Müs­lümanların arasını bozmaya çalışırdı. Bir yerden geçer­ken. İslam'a girmezden önce birbirleriyle kanh-bıçaklı olan Evs ve Hazreç kabilelerine mensup Müslümanların kendi aralarında tatlı tatlı sohbet ettiklerini gördü. Kendi kendine: "Bunların beraberliği devam edecek olursa, bi­zim hiçbir etkinliğimiz kalmaz; huzur bulamayız" dedi. Yahudi bir genci çağırarak bu gence, gidip aralarında oturmasını ve onları birbirlerine düşürmesini; daha önce bu iki kabile arasında vukubulmuş "Buâs" harbini ve her bir tarafın, kendi tarafını öven ve karşı tarafa hakaretler içeren cahiliye dönemi şiirlerini hatırlatarak onlan birbir­lerine karşı kışkırtmasını öğütledi.

Yahudi genç gitti ve nihayet onlan birlerine karşı kışkırtmayı başardı. Taraflar, savaşmak üzere, Medi­ne'de bulunan bir meydana birbirlerini davet ettiler. Her bir taraf, mensuplarına haber gönderdi ve söz ko­nusu meydanda toplanmaya başladılar. Bunu duyan Peygamber (s.a.v.), Muhacirlerle birlikte meydana gitti: "Ey Müslümanlar, daha ben aranızda olduğum halde cahiliye dâvasını mı güdüyorsunuz? Allah sizi İslâm'la şereflendirdi. Cahiliyeden kaynaklanan her kötülükten ilişkinizi kesti. Kalplerinizi bir birlerine ısındırdı. Buna rağmen kâfir olduğunuz dönemde yaptıklarınıza geri mi dönüyorsunuz?" anlamında bir konuşma yaptı.

Evs ve Hazreç kabileleri, oyunu fark ettiler; bu­nun, şeytanın ve onlara düşmanlık besleyenlerin bir oyunu olduğunu anladılar. Silahlarını atarak birbirleriy­le kucaklaştılar. Yüce Allah bu ebedî oyuna karşı Müs­lümanları uyarmak için şu âyeti indirdi:

"Ey inananlar, Kitap verilenlerden herhangi bir guru­ba uyarsanız, imanınızdan sonra (onlar), sizi döndürüp kâ­fir yaparlar. Size Allah'ın âyetleri okunmakta ve O'nun el­çisi de aranızda iken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah'a sa-nlırsa, muhakkak ki o, doğru yola iletilmiştir. Ey Müslümanlar, Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün."[388]

Hemen takip eden âyette yüce Allah, Müslüman­ların birliklerinin nasıl devam edebileceğini de şöyle an­latmaktadır:

"Ve topluca Allah'ın ipine (Kur'an'a) yapışın, ayrıl­mayın; Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz, bir­birinize düşman idiniz- (Allah) kalplerinizi birleştirdi. O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz- Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz. (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz. [389]

Dipnotlar:

[369] 2/Bakara, 143

[370] Kurtubî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut-tarihsiz, II 153

[371] Kurtubî, a.g.e., 11.154

[372] Muhammed Esed, Kuran Mesajı, İstanbul-1996, 1.40

[373] Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, -çev Yakup Çiçek ve arkadaşları-, îstanbul-1991,1.209-210

[374] 6/En'am, 115

[375] 16/Nahl, 90

[376] 4/Nisa, 58.

[377] 5/Maide, 2

M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yayınları: 174-179.

[378] 3/AIu İmrân, 110

[379] bk. Taberi, Câmiu'l-Beyân an Te'vili âyi'l-Kur'an, Beyrut-1988. 1V44

[380] M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yayınları: 179-181.

[381] 23/Mü'mmûn

[382] 42/Şûrâ, 38

[383] 3/Âlu Imrân 159

[384] 43/Zuhruf, 32. 184

[385] M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, Beyan Yayınları: 181-184.

[386] 53/Necm. 36-40

[387] 17/İsra, 15

[388] 3/Âlu İmrân, 100-102

[389] 3/Âlu İmrân, 103

(Kaynak: M. Sait Şimşek, Kur'an'ın Ana Konuları, Beyan Yayınları)

Etiketler : #İslam   #toplumunun   #özellikleri   #nelerdir?   
YORUMLAR
  • ilayda   19-09-2008 15:35

    yaaa eilnise sağlık süperdi yaaaaaaaaaaaaaaaa

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN