İnanan ve yaşayan adam

Seksenli yıllar sıkıntılı ama aynı zamanda onun fikri planda kendisini en fazla yenilediği yıllar oldu. Gittikçe çalışmalarının merkezini Kur’an doldurmaya başladı. Vahiy ile vahiy kültürünün ayrıştırılması meselesinin metodolojik boyutunu, yeniden gözden geçirmeye başladı. Yanlış itikadi yaklaşımları, yanlış hadis anlayışını eleştirmesi geleneksel kesimlerce tepkiyle karşılanırken; vahiy karşıtı sisteme yönelttiği eleştirileri de Türkiye’nin "zinde güçleri"ni rahatsız etti.

30-01-2010


İnanan ve yaşayan adam: Ercümend Özkan

Bugün pek söz edilmiyor olsa bile İslamcılık içinde köşe taşlarından biridir Ercümend Özkan. İletişim Yayınları tarafından yayımlanan İslamcılık cildin kapağındaki 6 portreden birinin Ercümend Özkan olarak tespit edilmesi, dolayısıyla İslamcılığın farklı ve önemli tonlarından biri olarak ‘kabul edilmiş’ olması, onun ne kadar önemli bir kişilik olduğunu ortaya koyan ve İslamcılığa birkaç kulaç eklediğini kanıtlayan bir göstergedir. Yüzerek denizi aşacakların mutlaka uğramaları gereken bir uğraktır o. Sadece gelip geçenlerin hatırlamayacağı en uzun ve en acı bakanın görebileceği kıtlık zamanlarının insanlarından biridir.

Düşünsel katkılar

Şunu hemen söyleyebiliriz onun için: Dinin, Batı’daki “religion” kavramıyla ifade edilen vicdan ve kişisel ahlâkla sınırlı bir değer olmanın ötesinde, hayatın bütününü konu alan ve ibadeti siyaset, siyaseti ibadet gören bir hayat düzeni olduğunu o dönemde ilk söyleyenlerden biriydi. Aynı şekilde yine o dönemde, Kur’an’ın kolay anlaşılır bir kitap olduğunu ve insanlara doğrudan kılavuzluk etmek için inzal olduğunu ilk gündeme getiren kişilerden biri oldu. Türkiye şartlarında Malatya ekolünden sonra Peygamber’in doğru anlaşılması gerektiğini, sünnet ve hadis kavramlarının doğru anlaşılması ve Kur’an çerçevesinde yeniden yapılandırılması gerektiğini dile getiren kişiliklerden biri olmuştu. Ercümend Özkan Hz. Peygamber’in sünnetinin İslam ahlâkıyla donanmak olduğunu gündeme getirdi. Ahlâk konusunun da kişisel edeple sınırlı olmadığını, hayatın tüm alanlarını kapsayan bir hayat algısı ve davranışlar bütününü ifade ettiğini dillendirmişti. Temel kaynağımız vahiy ile bilmenin, inanmanın ve yaşayabilmenin gerekliliği vurgusu baskındı onda.

 

23 Ocaklı bir hayat

23 Ocak 1938 yılında Kırşehir’in Mucur ilçesinde doğdu. Ne tesadüftür ki 23 Ocak (1995) onun aynı zamanda ölüm tarihidir. Annesi Karacakurt aşiretinin Hadolar sülalesinden Gümüşkümbetli Türkmen kızı Hüsniye Hanım, babası Alibeyoğullarından Memili’nin torunu Mehmet Ali Bey’di. Ailenin ikinci çocuğudur. Babası PTT’de telgraf memuru, annesi ev hanımıydı. Babası memuriyeti gereği Mucur, Kayseri, Ankara, Kırşehir çevresinde görev yapıyor, ailesini bazen yanına alıyor bazen de Mucur’da bırakıyordu. Özkan altı yaşında Mucur’da Cumhuriyet İlkokulu’na başladı. Orta ve lise yılları Kayseri’de geçti. Son sınıfa kadar Kayseri Erkek Lisesi’nde okudu. Lise son sınıfı babasının tayini nedeniyle Kırşehir’de okudu. Burada edebiyat derslerine İlhan Berk giriyordu. Okul yıllarında yazın tatilde bağ bahçe işleriyle uğraşırdı, daha sonra tatillerini ciltçilik, dondurmacılık, sebzecilik yaparak ve kitap okuyarak geçirirdi. Boks çalışmış, şampiyonluğa kadar ulaşmıştır. Diğer yandan Erciyes’te kayak, okul tiyatrosunda oyunlar ve folklor çalışmalarında da bulunmuştur. Mahalli oyunlarında hünerliydi ve gençleri de çalıştırmıştır. Annesinin genç yaşta -34 yaşında- vefatının acısı ve diğer sebepler onu evinden ayırdı. 59’lu yıllarda İstanbul’da THY’de işe başladı. Kısa süre sonra buradan ayrılıp Ankara’ya daha önce yarıda bıraktığı hukuk fakültesine devam etmek için geldi. Daha sonra Millet Partisi genel merkezinde işe başladı, böylece siyasetin içine girip siyaseti de yakından tanıma fırsatı yakalamış oldu. Aynı zamanda Türk Ocağı’na gidip geliyordu. 1959-60’lı yıllarında Türk Ocağı tiyatrosunda kendisinin yönetip sahnelediği Alpaslan piyesini başarıyla sahneledi.

1960 yılında çok sevdiği halen süregelen Basın Haber Ajansı’nı (eski adı Basın Tetkik ve Haber Alma Merkezi) kurdu. Böylece Türkiye basınını taramaya ve geçimini sağlamaya fırsat buldu. 25 Mart 1963 yılında yedi yıldır tanıdığı, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde okuyan Mukaddes Taner’le evlendi. Eşi Mukaddes Hanım hakim bir baba ile Olgunlaşma Enstitüsü mezunu bir annenin ilk çocuğu olarak 25 Mart 1940’ta Ankara’da doğdu . İlk, orta, lise eğitimini babasının tayini nedeniyle çeşitli yerlerde yaptı. AÜDTCF Türk Dili Edebiyatı 2. sınıf öğrencisiyken Ercümend Özkan’la evlendi, daha sonra üniversitede ayrıldı. 60’lı yıllar onun için hareketli yıllardı. Düşünce ve siyaset alanında adı duyulan herkesle tanışıyor, tartışıyor, çıkar yolları arıyordu. Ömer Nasuhi Bilmen, Necip Fazıl bunlar arasındaydı. Yine bu yıllar Hizbu’t-Tahrir’le tanıştığı ve temsilciliğini yaptığı yıllardı.

 

Altmışlı yıllar ve kaynaklara dönüş

İslami faaliyetlerle ilgisi, dönemin İslami dergileri ve yazarları ile kurduğu temaslarla başladı. 1960 İhtilali döneminde gerek fikri birikimini ve gerekse Türkiye’de egemen olan sistemi, devlet ve toplum yapısını ciddi olarak sorgulamaya başladı. Altmışlı yıllar Ercümend Özkan için sorgulama yeteneğinin dorukta olduğu gençlik yıllarıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve devlet yapısını, Müslümanların sahip olduğu kimliği, şahidi olduğu 1960 askeri darbesini ciddi olarak sorgulamaya başladı. Bu dönemde daha çok Türk Ocaklarına gidiyor, yaşça kendisinden büyük Ahmet Hamdi Tanpınar, Mukbil Özyörük gibi insanlarla görüşüp ufkunu açmaya çalışarak farklı arayışlar içerisine giriyordu. İşte bu arayışlar onu Hizbu’t-Tahrir’le tanıştırdı. Kur’an’a ve sünnete dayalı siyasi boyutu olan bir İslam anlayışını bulmanın mutluluğunu duyuyordu. Bu mutluluğunu içinde yaşadığı topluma da taşımak istiyordu. İslami nitelikli doğruları ilk olarak Hizbu’t-Tahrir’den aldığını ve bunun üzerine bina ettiğini söylüyordu. Vakit kaybetmeden o sorgulayıcı haliyle işe koyulup, talebe olarak başladığı bu işte çok kısa zamanda öğretici durumuna gelmiş, hatta Türkiye sorumlusu olmayı başarmıştı. Bu kültürün tanıtılmasına yönelik ciddi bir yapılanma ve yaygın bildiri dağıtımı faaliyetini yürüten Özkan, hareketin Türkiye’de örgütlenmesi konusunda bir hayli başarılı oldu. 1964-1967 yılları arasında dağıttıkları bildiriler, basında manşet oluyordu.

 

Bir eski kambur

Bir eski kambur vardır Türkiye topraklarında. Misakı Milli sınırları ötesine uzanan beslenmeleri karalamak için başvurulan ve türevleri bulunan kadim bir kamburdur bu. Okları parlamış bir kirpiden fıkratılan oklardır bu kamburun dışavurumu. Telaş savan, közden ateş dağıtarak kurtulma siyasetinin kıvranan konvoyuna nice adamlar katılmıştır bugüne değin. Ercümend Özkan da bu kamburun diline muhatap olmuştur ister istemez. Duruşmalarda bazı arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları savunmalar, mahkeme salonlarını İslami tebliğ platformuna çevirdi. Bu hareketi, muhafazakârlar hatta solcu çevreler bile sisteme karşı söylemlerinden dolayı kökü dışarıda bir komünist örgüt olarak tanımlarlar. Örgütü, kökü dışarıda ve Moskova emrinde çalışan bir komünist yuvası olarak suçladılar. Hem geleneği hem de modernizmi, laisizmi, demokrasiyi, Kemalizmi eleştirmenin ağır bedelini ödemiştir. Modern kavram ve kurumları eleştirmek, devleti karşınıza almak demektir. İşte Ercümend Özkan, en zor dönemde bunu yapmıştır. Bundan dolayı yeşil komünist olarak anılmıştır. 13 ay süren Hizbu’t- Tahrir yargılanması sonucu 4 yıl ağır hapis ve Bingöl’de 2 yıl zorunlu ikamete mahkûm edildi. Ömür boyu kamu hizmetlerinden men edildi.

Gözü karadır ama gözü kapalı değildir. Düşüncenin derin sularında seyrederken sorgulamadan duramayışının da kanıtıdır bu ayrılış. Yarısında yorulunca yolu terk edenlerden olmadı o. Tutsaklığı sırasında Hizbu’t Tahrir mensuplarıyla Türkiye’ye özgü bir mücadele yürütme konusunda metod ve stratejik planda ihtilafa düştü ve bu çevreden fiilen ayrıldı.

Eve geldim ki her şey sağ” diyordu ya şair. İyimser değil kötümser bir sağlıktan söz ediyorum. Düz, dümdüz ve çorak bir sağdan. İçine eriyen, yumulan, yamulan ve uyuyan bir sağ. Yükseklerden gürz gibi inen diliyle öç alan sağ. Özellikle 196O’lı yıllarda Türkiye Müslümanlarının taşıdığı gelenekçi, muhafazakâr, milliyetçi, devletçi, sağcı kimliklerini reddetmeleri ve sahih İslam’la tanışmaları ve tevhidi mücadeleyi üstlenmeleri konusunda kamuoyu oluşturan faaliyetleri; rejimi, egemenleri, basını ve gelenekçi kesimi oldukça rahatsız ve tedirgin etti. Değişik iftira ve suçlamalarla muhatap oldu. İslamcılığın sağ siyasete ciddi anlamda yedirilmek istendiği bir dönemde o, "Batı ile askeri ittifaklar yapmanın haram olduğu" teziyle ortaya çıkmış ve bu nedenle de dönemin sağcı yazarları tarafından yeşil komünist olmakla suçlanmıştı.

O eski kambur aşılamadı bir türlü. Ama o elinde bir püsküllü fırça ile kelime ve kavramlara yüklenen bu yanlışlıkların üzerine üzerine gitti durmaksızın. Dövünüp durmak kaldı muhafazakârlarımıza. Ne uzun bir dövünmedir ki o, bugün bile sürmektedir. Ama umutsuz bir dövünmenin karalığı ışıltılı sıvalı akılla alt edilemez de değildir hani. Ne çok şey gördü, yaşadı yapayalnızlıklar içinde, bunu tam olarak bilemeyiz. Kapı aralığından görülenlere vakıfız yalnızca.

Burada şunu da belirtmek gerekiyor: İletişim Yayınlarından çıkan İslamcılık kitabında Ercümend Özkan’ın yaşamı ve görüşlerinin ele alındığı bölümün 1990’larda Türkiye’de radikal İslamcılık başlığı altında işlenmiş olması da önemli bir yanılgıyı yansıtıyor. Ömrünün 35 yılını İslamcı olarak geçirdiğini beyan etmiş olan Özkan’ın vefat tarihi (1995) göz önüne alındığında daha doğru olurdu.

Hapisten çıktığı 1970 yılından itibaren bağımsız bir çalışma başlattı. Bu çalışma büyük ölçüde 1970’li yılların ortalarından itibaren yaygınlaşan İslami uyanışın ve tevhidi bilinçleniş sürecinin ilk habercisi ve teşvikçisi oldu. Özellikle evrensel İslami mücadelenin sözlü ve yazılı birikimlerinden yararlanılan bu çalışmayla birçok insan; ölçülü ve sistemli düşünmeye, akidevi netliğe, delilli tefekküre, siyasi bilince, organizasyon ihtiyacına, fikrin liderliğine önem vermeye; direngen, istikrarlı, sahih ve üretici bir kimliğe sahip olmanın değerini kavramaya başladı.

Özkan, fikri ve siyasi konularda kaleme aldığı bir dizi çalışmasını müstear isimle 1970’li yıllarda yayınladı. O, gerek ders halkalarında ve gerek müstear isimle yayınlanan ve el altından dağıtılan kitap, kitapçık ve broşürlerinde İhvan-ı Müslim, Cemaat-i İslami ve Özellikle Hizbu’t Tahrir hareketlerinin tevhidi çerçevede ortaya koydukları sorgulayıcı ve bilinçlendirici önemli tez ve görüşleri etkili bir şekilde işledi. Kelimeleri kullanma gücü tebliğinde etkin bir söylemi oluşturdu.

 

“Devrimin zemheri soğuğunda” bir dergi çıkarmak

Büyük acıları vardır hayatın ve üstelik hayat daha büyük acılara gebe. 1980’li yılların başında daha özgün araştırma ve çabaların ızdırabını çekmeye başladı Özkan. Burada deniz yok diye terk etmez gemisini. Bir dalgakıran gibi zor şartlar altında lekeli balıklara aldırmaksızın devam eder mücadelesine. Eğile doğrula donmaların, buymaların yaşandığı 12 Eylül askeri rejiminin tehditlerine rağmen 1981 yılında arkadaşlarıyla birlikte İktibas dergisini çıkardı. İktibas dergisi bir anlamda Ercümend Özkan’ın yetmişli yıllardaki çalışmalarının kamuoyu ile paylaşılması için düşünülmüştü. Dergi önce basından alıntılarla işe başlar, daha sonra Özkan “Selam ile”, “Yorum”, “Kavramlar “, “Okuyucu Mektuplarına Cevaplar” başlıklarında fikirlerini okuyucuyla paylaşır. Özkan dergiyle düşünsel ve siyasal enerjisini, İslam’ın İslam dışı kirliliklerden arındırılması hedefine yöneltmişti. Onun yazılarının çoğu kitaplaştı ama kavramlardan çoğu henüz kitaplaşmadı. Bu kavramların kitaplaşacağı zamanı sabırsızlıkla bekliyorum.

1982 yılında Isparta’da bazı tutuklamalar oldu. Bu tutuklamalar Özkan’la bağlantı kurularak 51 gün tutuklu kaldı. 2 Ekim 1985’te Mehmet Çoban’ın dergideki bir yazısından dolayı Ankara polisi tekrar gözaltına aldı. 14 günlük gözaltıdan sonra altışar yıl üçer ay ağır hapis cezası aldılar.

 İktibas’ın özellikle 1980’lerdeki İslamcı kesim üzerindeki etkinliği tartışılmaz. Ercümend Özkan’ın kendi ifadesiyle, Sebilür-Reşad’tan sonra en uzun soluklu İslamcı dergi olma hüviyetinin yanısıra, İktibas’ın, fikri düzeyi ile de, Türkiye İslamcılığına önemli katkıları olmuştur. Nitekim daha 1984 yılında İbrahim Sadri Yazarlar Birliği Kültür Sanat Yıllığı’nda İktibas’ı değerlendirirken, "genel okuyucu kitlesinin hayli üzerinde bir dergi" tespitinde bulunmuştu. Ruşen Çakır ise Ayet ve Slogan kitabında, İktibas’ı "en püriten tezlerin savunucusu" olarak tarif ediyor ve böylece ona ‘ayrı’ bir konum biçiyordu.

1987 yılında hafif bir felç geçirmiş ve bunun üzerine iki yıl dergiye ara vermek zorunda kalmıştı. Seksenli yıllar sıkıntılı ama aynı zamanda onun fikri planda kendisini en fazla yenilediği yıllar oldu. Gittikçe çalışmalarının merkezini Kur’an doldurmaya başladı. Vahiy ile vahiy kültürünün ayrıştırılması meselesinin metodolojik boyutunu, yeniden gözden geçirmeye başladı. Yanlış itikadi yaklaşımları, yanlış hadis anlayışını eleştirmesi geleneksel kesimlerce tepkiyle karşılanırken; vahiy karşıtı sisteme yönelttiği eleştirileri de Türkiye’nin "zinde güçleri"ni rahatsız etti. Fakat fikri ve siyasi konulardaki yoğunlaşmasıyla ve tebliğ amaçlı çabalarıyla oluşan olumlu etkiyi, yapısal alanda gerçekleştiremedi. Bu konunun nedenleri arasında çoğu muhataplarının zaafları yanında kendi eksikleri de söz konusuydu.

Tebliğ aracı olarak İslam Partisi

Ercümend Özkan 1989 yılında ağır bir felç geçirdi. Daha sonra iki defa ağır kalp krizi yaşadı. Bedeni dinlenmek istiyordu, ama o durmuyor, ömrünün son dilimine pek çok şey sığdırmak istiyordu. 1991 yılında legal bir parti kurma teşebbüsü içinde oldu. Parti ve particiliğe karşı çıkan Özkan bu dönemde İslami mücadelenin temelinin tebliğ olduğunu, tebliğin en önemli aracının da parti olduğunu vurguluyor ve parti kurma girişiminde bulunuyordu. Parti düşüncesinde kadrolaşma, devlet olma aşamalarından oluşan bir Rabbani yöntemle iktidarı ele almaya talipti. Partiyi İslami devlete giden bir yol olarak görmüş, parti ile kitleselleşmeyi amaçlamıştır. 163. maddenin kaldırılmasından yararlanmak isteyip kuracağı partiyi legalleştirmek istediyse de partisi hiçbir zaman resmiyet kazanmadı. Bu projesi bazı yakınları tarafından gerek altyapı oluşturma ve gerekse katılım sağlama açısından aceleci bir tavır olarak değerlendirildi. Böyle bir gündem, İslam Partisi olarak ifşa edilen daha önceki çalışmalarını legalize etmek için mi, yoksa gayr-i İslami sistem içinde ilkelerden taviz vermeden de bazı araçlardan istifade edilebileceğini ortaya koymak için mi oluşturulmuştu? Bu soruların cevabı anlaşılamadan, söz konusu teşebbüs zaman içinde eridi. Meydanları kullanıp fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmak için İslami parti kurma girişiminde bulunan ve bunda başarı elde edemeyen Ercümend Özkan ile bir parti kurarak çalışmalarını sürdüren Sezai Karakoç’un aynı yıllarda parti üzerine eğilmelerini anolojiyi abartmadan sadece benzerlik bakımından irdelemekte yarar olabilir.

Özkan’ı bu yıllarda toplumun gündemine getiren bir başka projesi ise televizyon kanalı kurmaktı. Tabii bu girişimi de sonuçsuz kaldı.

Yoruldukça dirildi

Ercümend Özkan yetiştiği ortam gereği durağan bir hayat değil de, hareketli bir hayat yaşamıştır. Bu hareketliği ona sorgulama ve irdeleme özelliği kazandırmıştır. Bunun sonucunda birçok âlim insanla tanışmış, fikir alışverişinde bulunmuştur. 23 Eylül 1990’da kalp krizi geçirip 10 gün hastanede kaldı. Doktorların istirahat etmesi gerekli dediği halde o yine işine dönüp çalışmalarına kaldığı yerden aynı hızla devam etti. Birikiminin artması onu panelden panele, konferanstan konferansa, şehirden şehre itmiş, ama sağlığı da iyice bozulmuştu. 23 Ocak 1995’te Adana’ya konferans için gitmişti, burada vefat etti. 25 Ocak’ta Ankara’da toprağa verildi. Hayatı farklı olduğu gibi cenazesi de farklıydı, kadınlar da ilk defa cenazede bulunuyordu.

Hâlâ burada olan ve bütün derdini, doğruluğunu yüzyılların da onayladığı cetvelle varlığımıza koyu, kopkoyu çizgiler atarak “bilin, anlayın” diyen Metin Önal Mengüşoğlu’nun ona ithaf ettiği Uzun Saçlı Karayağız Adam şiirinden bir bölümle bağlayalım bu yazıyı:

Ey süvari

Ey yarışan atların sevimli jokeyi

Yürüyünce yorulan

Yorulunca bozulanlara

Bakınca sen

Yoruldukça dirildin

Dirildikçe güzeldin

Giderek güzelleştin

Giderken en güzeldin”

Kaybolan dikkatin kaygısına düştü. Bilmediğim türküleri öğreten bir bilinçti benim için o. Bulunmuyordu o yıllar aradığın ne varsa hele kayıp dikkat hiç bulunmuyordu.

Bin bir türkü söyleyen ama her daim temel kaynağın sesini yüceltmekten yorulmayan sivil öfkeyi rahmetle anıyorum.

(Altan Algan / Özgün Duruş)

Etiketler : #İnanan   #ve   #yaşayan   #adam   
YORUMLAR
  • bünyamin   03-02-2010 12:26

    evet hayatı mücadele ile geçen bu kutlu insandan allah razı olsun ve dünyada çektiği cefaları kat kat fazlasını ahirette ödül olarak versin.bizlere de allahlı yaşamayı nasip etsin.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN