İLKAV gençlik panelinden notlar

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV Alternatif Eğitim Faaliyetleri kapsamında, gençlik panellerinin ilki iLKAV konferans salonunda gerçekleştirildi. ‘Gençliğin Sorunlarına İslami Çözüm Önerileri‘ konu başlıklı panelin yöneticiliğini doktora öğrencisi Uğur TAŞYÜREK yaptı. Panelin konuşmacıları Gazi Üniversitesinden Mahmut UÇTU, Bilkent Üniversitesinden Burak BAŞARAN ve üniversiteden yeni mezun olup çalışma hayatına atılan Süleyman TÜMER idi.

20-01-2016


Panel Yıldırım AK‘ın okuduğu Kur’an ve Meali ile başladı. Panel yöneticisi Uğur TAŞYÜREK açılış konuşmasında gençlik döneminin tanımını yaptıktan sonra, Türkiye nüfusunun dörtte birini oluşturan bu kesimin çok önem verilmesi gereken bir kitle olduğunu, sahih bir akide ve düzgün şahsiyetli İslami kimliklerin gençlik dönemleri sağlıklı geçen bireylerden oluşabileceğini söyledi. Kur’an’dan ve siyerden genç peygamber ve sahabilerden örnekler vererek, modern çağın ekini ve nesli ifsad eden yapısına ve Türkiye’deki gençlik üzerine politikaların yetersizliğini saha çalışmalarından örneklerle dikkat çekti.

Panelde çok kapsamlı sorunları bulunan gençlik dönemini konuşmacılar açısından daraltılarak, “Ergenlik Dönemi ve Şahsiyet Gelişimi”ni Mahmut UÇTU, “Dijital Çağın Sorunları Kapsamında Gençlik, İnternet ve Sosyal Medya” konusunda Burak BAŞARANve Gençlerin Eş Seçimi ve Evlilik Sorunları”nı ise Süleyman TÜMER anlattı.

Paneldeki sunumların özet metinleri aşağıda verilmiştir.

Uğur TAŞYÜREK’in Konuşması

Taşyürek konuşmasında SEKAM’ın(Sosyal Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi ) bu konudaki önemli araştırmasına da dikkat çekerekkısaca şu hususlara değindi:

“İnsan hayatının önemli bir dönemi olan “gençlik çağı ”, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönü ile insanın bedensel, ruhsal ve sosyal gelişmesinin ve kişiliğinin oluşmasında hassas bir dönemi kapsamaktadır. Gençlik dönemi, bir yandan bunalımlar, çatışmalar, yanılgılar, çelişkiler ve kararsızlıklarla gencin gerek kendisiyle ve gerekse çevresiyle çatışma dönemi iken; diğer yandan da, tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, kendini ispat ve kimliğini bulma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu yüzden, toplumun içinde bulunduğu buhranlardan en fazla etkilenen kesim de yine gençlik kesimidir. Tarihimizin son 200 yıllık dönemi, gençliğin kişilik ve kimlik arayışının en yoğun ve en çalkantılı olduğu bir dönemdir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık 2012 tarihli tespitine göre, 75.627.386 olan Türkiye nüfusunun 18.862.319’u, 15-29 yaş grubunda yer almaktadır. Bu rakamlara 2 milyon Suriyeli kardeşlerimizi ve artan nüfusu düşünürsek 80 Milyon nüfusa  20 Milyonluk genç sayısı ile mevcut Türkiye nüfusunun %25 inin  gençlerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu da Türkiye bağlamında, mevcut gençliğin özelliklerini, sorunlarını ve beklentilerini tespit etmenin; hem mevcut şartlara ilişkin değerlendirmeler yapabilmek, hem de geleceğin Türkiye’si hakkında tahminlerde bulunmak açısından ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ak parti ile cemaat arasındaki çatışma ve Ak partinin dindar bir nesil hedefinin günümüz gençliğini getirdiği hazin durumu göstermesi açısından açıklanan bu rapor önemli veriler içeriyor. Araştırmada çıkan başlıklar kısaca şöyle:

 

Gençlerin %72’si kendisini hem modern hem de gelenekçi olarak görüyor. Yine aidiyet olarak kendilerini % 39 Müslüman, %28 insan, %19 Türk, %12 T.C. vatandaşı olarak görüyor. Bu ve diğer oranlar gençliğin kimlik ve aidiyet sorunu yaşadığını gösteriyor. Bu gençlik en büyük düğümün çözümü ya da kim olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini, kim tarafından, ne için gönderildiği sorularına akli olarak çözemediğini kimlik sorunu yaşadığını gösteriyor.

Allah’a inanan ancak O’nun emirlerine uymayan bir gençlik,

Raporda dikkat çeken bir diğer bölüm ise ateistlerin ve komünistlerin dahi Allah’a iman ederken, beş vakit namaz, Cuma namazı ve oruç tutma ile ilgili sorularda ise inanan gençliğin dahi Allah’ın emir ve nehiylerine göre yaşamadıkları gerçeği. Allah’a inanmış ama teslim olmamış bir gençlik. Bu teslimiyet noktasında kendini İslamcı görende, ülkücü görende, demokrat görende hemen hemen aynı yüzdeliklerde cevap vermiş. Günümüz gençliği Allah’ın emri, oruç olduğunda itaat eden ancak namaz olduğunda bu itaati gösteremeyen bir duruma geldiği görülüyor. Dindar bir gençlik bu mu acaba? Kendilerini farklı isimlerle tanımlasalar da yeni bir nesil yetiştiriliyor. Gençlik Rabbini, kitabını, resulünü tanımıyor.

Aile gerekli ancak kadın erkek ilişkisi bizi ilgilendirmez

Raporda aile ile ilgili bölümde ise ailenin gerekli bir kurum olduğu konusunda gençlerin söylem birlikteliği var. Ancak “çocuk yapmak için evlenmek şart mıdır?”, “evli olmayan kız ve erkek bir evde kalabilir mi?”, “eşcinsellik doğru mu?” gibi sorulara ise %10-20’lik kesim bireysel tercih beni ilgilendirmez diyerek cevap vermiş. Lut kavminin helakine neden olan bir harama dahi gençlik beni ilgilendirmez ya da kararsızım gibi yanıtlar veriyor. Bu kesim içerisinde kendisini Müslüman, İslamcı, Muhafazakâr, ülkücü gibi tanımlayanlarında olması vakıanın vahametini artırıyor. 1 yılda 125.000 kişinin boşandığı Türkiye’de gençliğin evlenememesi, aile kurabilmesinin her geçen gün zorlaştığı ve zinanın, ahlaksızlığın yaygınlaştığı bir zamanda gençliğin dindar bir nesil değil de laik, demokrat ya da seküler bir yöne kaydığını görmemek basiretsizlik olur zannımca.

Hem dindar, hem laik, hem de seküler gençlik

Raporda gençlerin ortalama %90’ı kendisini dindar olarak tanımlıyor ve dinin düşünce ve davranışlarına etki ettiğini söylüyor. Ancak aynı gençlik kararsızları da dâhil edersek %90’lık kesim laikliğin din karşıtlığı olmadığını düşünüyor. Aslında yeni bir din anlayışı oluşturuluyor. Suya sabuna dokunmayan bir İslam anlayışı oluşuyor. Yaratmış ancak hayata müdahale etmeyen bir Allah inancı veriliyor gençliğe. Yönetimde, eğitimde, ekonomide, hukukta ve hayatın tüm alanlarından koparılmış kişi ile Allah arasında, kalplerde yaşanan bir din anlayışı veriliyor. Yani hem Müslüman olacaksın hem laik, hem Allah bilir diyeceksin hem de Allah’ın senin dünya ve ahiretini kurtaracak Allah’ın gönderdiği Kitap ve Sünnete dönmeyeceksin.

Babasına bile güvenmeyen bir gençlik

Rapordaki bir diğer ilginç ve düşündürücü tespit güven konusundaki oranlar oldu. Gençlerin %68’i insanlara güvenmiyor. Daha da ilginç olanı ise düzenli namaz kılanların %51’i babasına dahi güvenmiyor(%22 kararsızlar dâhil). İnsanlara güvenme konusunda en güvenilir grup ise ateistler olarak yer almış. Acaba bu gençlik bu güvensizliği nereden almıştır? Allah Resulünün “Müslüman elinden ve dilinden insanların emin olduğu kişidir” hadisindeki Müslümanlar olsaydı bu gençlik bu güven sorununu yaşar mıydı acaba? Annesine, babasına dahi güvenmeyen tek başına hayatın üstesinden gelmeye çalışan bir gençlik ne kadar başarılı olabilir? Bu tablo acaba sadece gençlerin suçu mu? Ya da bu gençliği İslami akide ve nizamlardan uzak bir şekilde yönlendiren sistemin suçumu?

Yine en güvenilir kurum sorusuna ordu %31 güvenirken güvenilmeyen kurumlar olarak medya, siyasi partiler ve diyanet teşkilatı yer alıyor. Bu veriler dahi gençliğin bugünkü siyasi partilerin ortaya koyduğu siyaseti, medyanın yayın temasını ve diyanetin devlet kurumu olarak devletin din anlayışını anlatması gibi uygulamalara karşı uyanık olduğunu göstermektedir.

Depresyon yaşayan gençlik

Yaşadığımız sistem içerisinde insanlarımızın stres, bunalım, kriz, psikolojik hastalıklar ve benzeri rahatsızlıklar hat safhada. Gençlikte bundan nasibini almış görülüyor. Gençliğin %21 kesimi depresyon geçiriyor. %66 kesim ise psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyor. %37 kesim ise arkadaşı, annesi, babası tarafından şiddete maruz kalıyor. Bu bakış gençlerin şiddeti hayatın bir parçası olarak görmelerine neden olmuş. Haliyle fikirlerin değişimi ile değişimin gerçekleşeceği gerçeği ve Allah’ın gönderdiği vahiy ile doğru yolun bulunabileceğini anlatamadığımız bir gençlik tablosu karşımızda.

Zaman sana uymazsa sen zamana uy gençliği

Raporda gençliğin %71’lik kesimi geleneklere uymanın gerekliliğini düşünürken, %60’lık kesim ise nasıl olursa olsun değişime ayak uydurmanın gerekliliğini savunmaktadır. Yani gençliği düşünme yapısında çelişkiler, zıtlıklar hat safhada. Bir soruya verdiği cevap ile diğer soruya verdiği cevap arasında tenakuzlar oldukça fazla. Bu da gençliğin şahsiyet sorunu yaşadığının göstergelerinden birisi.

Gençlik uğrunda mücadele edilmesi gereken unsur nedir sorusuna %40 oranınsa özgürlük olarak cevap verirken dinin bu konuda %10 gibi bir kesim tarafından düşünülmesi hayata geliş gayemizin unutulduğunu göstermektedir. Çünkü Allah (C.C.) ayeti kerimede bizi ne için yarattığını ve ne için mücadele etmemiz gerektiğini belirtmiştir. Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım. (Zariyat 56)

Raporda gençlerin boş zamanlarını değerlendirirken kitap okumayan, spor yapmayan bir tablonun oluşması gençliğin yalnızlaştığının gösteriyor. Ayrıca okunan kitapların ise çoğunluğunun roman olması gençlerimizin fikri olarak hangi aşamada olduklarını gösteriyor. Yine gençliğin %47’lik bir kesimi ise 1 ile 3 saat TV izliyor. Gençlik interneti mail, sohbet, oyun, müzik gibi konularda sürekli kullanırken bilgi konusunda sürekli tekrarlanan konularda dahi gençlerin ilgisiz ve bilgisiz olduğu sonucu çıkıyor. Buda eğitim sistemindeki bozuklukları göstermesi açısından önemli bir sonuç. Haz ve hız çağında, test çözüp, tost yiyen bir nesilve eğitim politikasından da ancak bu beklenir.Çocuğa soruyorlar ne buluşu yapacaksın diye.Cevap “Yürüyen Uçak” veya”başka bir cevapta bulunacak herşey bulundu ben ne icat edeyim ki”

Dünyevileşme belası :

Zaaflarımızdan biri olan bu belayı Hedefi dünya olan, ufkunda ahiret görünmeyen bir yaşam biçimi olarak tarif edebiliriz.Allahı bize verdiği nimetleri Ondan bağımsız düşünmektir .Bu bağ koparsa kişi liberalleşir.Hz. İbrahim’in bu konudaki sözleri bizi uyandırmalıdır.” Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O dur.Bana yediren ve içiren O dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O dur. Beni öldürecek sonra diriltecek olan O dur.Din günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O dur.Rabbim bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.” Şuara 78-83

Mahmut UÇTU’nun Sunum Metni.

Genel Durum

Çocuğunuzu tehlikeli tiplerle görüyorsunuz, bazen parkta bazen cadde kenarında, bazen de beraber maçlara sinemalara gidiyorlar, motosiklet sürdüklerini ve hız yaptıklarını duyuyorsunuz, bazen de arabası olan arkadaşlarla gezdiğini görüyorsunuz, ağzı sigara kokuyor, alkol aldığından şüpheleniyorsunuz

Kendisini izlemenizi istemiyor hatta uzaktan gözlemenize bile öfkeleniyor

Evde olduğu vakitlerde zamanının çoğunu odasında geçiriyor

Şaşkın ve sinirli olurlar sanki bir şeylere kızmışta sinirini çıkaracak yer arıyor gibiler. Sık sık anlamsız tartışmalar çıkarırlar.

Aile kararlarına katılmaya ve görüş bildirmeye başlarlar, Aile yönetiminizi beğenmezler, kendilerine fırsat verilse daha iyi aileyi yöneteceğini düşünürler

Sorduğunuz sorulara net yanıtlar alamazsınız..

Rica, tehdit, ceza işe yaramıyor, korkuyor, endişeleniyorsunuz

Kendisine yardım etmek istediğinizde ‘’ ben çocuk değilim ‘’ mesajını alırsınız

İşin en acımasız tarafı da sizin gibi erkek çocuk yetiştiren babalarla karşılaştığınızda onların size acıyarak ‘’ işin zor kardeş’’ demesidir.

Sakın korkmayın ve paniğe kapılmayın. Çünkü oğlunuz sizden daha çok korkuyor ve panikliyor çünkü bedeninde ve kişiliğinde kendisini de şaşırtan gelişmeler yaşıyor.

Genç için çocukluk dönemi geride kalmıştır fakat genç henüz yetişkin toplumda belli bir noktaya ulaşmış değildir. Bu yüzden gençlik çağı bir belirsizlik ve arayışlar devresidir. Bu çağ hayat için bir yön ve hedefin arandığı meslek ve ailevi rollerin üstlenmesi için gerekli kişilik özelliklerinin kazanıldığı ferdin daha müstakil ve problemli bir kimse olarak hareket etmeye başladığı hazırlanma dönemidir.

Gençlik, hareket, büyüme ve gelişmedir. Genç gerek kendisiyle gerek çevresiyle savaş içindedir. Öncelikle kendini kişiliğini arar.

Çoğu zaman boş bir arsada bir parkta bir sokağın köşesinde bir kahvede veya içlerinden birinin evinde olmaktan başka hiçbir özel amaç taşımadan toplanırlar. Saatlerce konuşurlar. Herhangi bir yetişkine anlamsız gelebilecek bu konuşmalardan gençlerin büyük bir heyecan ve haz duydukları gözlenir.

Çocuğun kendini diğer erkek çocuklarla karşılaştırmak özbenliği tanımak, değerlendirmek, sınamak, geliştirmek amacıyla yaşıtlarıyla buluşup görüşmesi onun aileden kopması uzaklaşması olarak görülür. Ailesinin artık eskisi kadar sevmediği arkadaş grubunu ailesine tercih ettiği şeklinde yorumlanır.

Aile eski bir alışkanlıkla tıpkı geçmişte olduğu gibi kendine bağlı olarak yaşamasını kendi yönlendirmeleri doğrultusunda davranmasını bekler. Aksi halde başına kötü bir şey geleceğinden korkar. Arkadaşlarıyla birlikte olduğu süreler içinde neler konuştuklarını neler yaptıklarını, gruplarında bulunan çocukların kimler olduğunu, nasıl olduğunu merak eder ve sorgular.

Yanlarından çekinerek geçersiniz sanki size laf atacaklar size sataşacaklar sanırsınız. Oysa sizin duyduğunuz bu tedirginliği yaratan davranışlar onların birlikte olmaktan duydukları güvenle her birinin tek tek duydukları çekingenliği belli etmemek örtmek saklamak için dışa vurdukları telafi tepkilerden başka bir şey değildir. Bunlardan her birine tek tek rastladığınızda ne kadar çekingen, sessiz ve sakin olduklarını görüp şaşırırsınız.

Günümüzde gençlik birçok sorunla karşı karşıyadır; hayalcilik, özenti, kimlik bunalımı ve kendini tanımama, bencillik, idealsizlik, cinsellikle ilgili aşırılıklar ve marka düşkünlüğü.

Günümüz gençliğinin en önemli sorunu yaratılış gayesinden habersiz olmalarıdır. Gençlik bir nevi belirsizlik, arayış ve şekillenme dönemidir. Gençler arasında yaygın olarak kullanılan “hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun”, “atın ölümü arpadan olsun”, “gençliğini yaşayacaksın” gibi ifadeler kural tanımamazlıklarını meşrulaştırmaya yönelik olumsuz beyanlardır.

Ayrıca manevi değerlerin azalması ahlaki çöküntü uyuşturucular fanatizm ve kötü alışkanlıkların kazanılması zararlı yayınlar aile ile geçimsizlik okul hayatı ve şiddet, karamsarlık, can sıkıntısı, güvensizlik, işsizlik ve gelecek kaygısı, başkalarıyla sağlıklı iletişim kuramamak, meslek ve eş seçimi, televizyon, bilgisayar, internet, msn ve facebook bağımlılığı gibi durumlar günümüz gençliğinin temel sorunları olarak görülmektedir.

Davranışlarımıza bilinçli isteklerden çok bilinç dışı istekler egemendir. Çoğu zaman davranışlarımızın birden çok dürtüsü vardır.

Anne babanın bir konuya eğilirken baz aldığı nokta eğer Allah değilse bu tartışmaya açık demektir. Anne baba çocuk tarafından sevildiği için anne babayla girişilen tartışma daha fazla sinirlerini bozar.

İnsan sürekli olarak isteyen ve isteklerine gerçekleştirme eğiliminde olan bir varlıktır. İnsanı anlamak demek davranışını anlamak demektir. Davranışı anlamak ise bireyi davranışa iten nedeni yani onun gereksinimlerini ve isteklerini bilmeyi gerektirir. Genç sağlıklı olmak hiç hastalanmamak ister. Güçlü boylu poslu yakışıklı herkesin özellikle karşı cinsin beğendiği biri olmayı hayal eder. Zeki akıllı nükteli ve güzel konuşan biri olmayı diler. En gözde yüksekokullardan birini yüksek başarıyla bitirmeyi yurt dışındaki ünlü üniversitelerden birinde mastır ve doktora yapmayı düşler. Aşk yaşantısının yanı sıra iş yaşantısı da çok başarılı olmalıdır. Yönetiminde birçok insan çalışmalı çok para kazanmalıdır. Katları, yatları, lüks arabaları olmalı, günlerini neşe ve eğlence içinde geçirmelidir. Doğal olarak insanın elinde sihirli bir değnek yoksa bütün bu isteklerin tümünü gerçekleştirebilmek düşlerde bile pek olası değildir.

Ancak ergenlik gençlerinin hayallerini bunlar ve bunlar gibi istekler süsler. Hemen hepsi de gerçekleştirilmeyi bekler.

Her türlü sosyal problemin çözümünde ilk temel noktadan başlanır. O da gençlerin durumunu, problemlerini tespit etmek ve çözüm yolları göstermekten geçer. Bu sebeple bir toplumun gününü ve bilhassa geleceğini yok etmenin en kestirme yolu ve tesirli yolu gençliği dejenere etmektir.

Toplumdaki büyükler gençlere karşı vazifelerini yapıyor mu? Aile çocuğa karşı vazifelerini yerine getiriyor mu? Öğretmen ve okul fonksiyonunu istendiği ölçüde icra ediyor mu? Gencin içinde yaşadığı çevre onun maddi ve manevi yönden yetişmesine uygun mu? Devlet gençlerine ne kadar sahip çıkıyor? Gençliği yetiştirmede benimsenen ölçüler ve eğitim düsturları onların yetişebilmesi için hangi seviyede?

Bazen de oğullarını, para, araba, iyi yaşama imkanlarıyla kendilerine bağlarlar. İsteklerine uymamaları halinde onun bütün bunlardan yoksun bırakmakla tehdit ederler.

Temel gereksinimlerinden birinin kronik açlığı içinde bulunan gencin psikolojik olarak sağlıklı olduğunu söylemek güçtür.

Ergenliğe girerken çocuğun sıkıntı yaşaması gayet normal çünkü ergenlik kitabı diye bir şey yok yani ergenliğin kesin bir kalıbı yok dolayısıyla çocuk bilmediği bir duygu ve durumun içine giriyor. “Ergenlik şudur, şunu yap” diye bir tarifi yok sonuçta.

Neden Böyle Davranıyorlar

Büyümek büyümek büyümek…Ve sonunda yetkin bir yetişkin olabilmek. Eksiklik duygularıyla yaşadıkları çocukluk dönemini telafi edebilmek. Özgüvenlerini kazanmak ve üstünlük duygusunun tadına varma imkanı erkek çocukların eline ilk kez şimdi işte bu önergenlik süreci içinde geçer. Yani küçük olduğu için yapamadığı şeylerin kompleksi aşırı bir şekilde ortaya çıkar.

İçine girdiği ortamlarda giriştiği atılımlarda başarısızlığa uğramanın gülünç durumlara düşüp mahcup olmanın korku endişe ve çekingenliğini yaşamaktadır. Yine de bunu dışarıya belli etmemek için yoğun çaba harcamakta sakin kayıtsız aldırmaz biri gibi davranmaktadır. İçinde ise tam anlamıyla kasırgalar patlamaktadır.

Önergenler izledikleri bütün tutum tavır ve davranışlarda aralarına katılmak istedikleri yetişkinler tarafından onaylanmak, beğenilmek, takdir edilmek arayışındadırlar. Ancak gerek kendi iç kaygıları gerek deneyim eksikliğinin yarattığı sorunlar ve gerekse yetişkinlerin katı hoşgörüsüz tutumları onları kendi içlerine kapanmaya ve toplumdan kaçmaya yöneltir.

Kimliklerine ilişkin kaygılar duymalarına yetişkinler tarafından benimsenip kabul görmediklerine inanmalarına yol açarlar. Böylece özellikle yetişkinlerin bulunduğu ortamlardan uzaklaşmalarına neden olur.

Önergen çocukların hemen hepsi oluşturmaya çalıştıkları bu yeni kimliğin düşünü kurar. Kendilerini yetkin güçlü yetişkin ve özgür biri olarak hayal ederler. Bu hayallerinde kimi zaman ünlü bir sporcu, sanatçı, politikacı, bilim adamı veya işadamı olurlar. Kendilerinin başrolde olduğu serüvenler yaşarlar. Günlük yaşamlarında da kendilerine örnek aldıkları yetişkin modelini, büyük bir çoğunlukla babalarını dayılarını öğretmenlerini taklit ederler. Bu seçimler önergenliğin geliştirmekte olduğu ve ileride bürünebileceği kimliğin boyutlarını belirler.

Bu nedenle yetişkin erkek gibi davranmaya kendilerinin çevrelerini bu yeni kimlikleriyle kabul ettirmeye çalışırlar. Yanlış davranışlarda bulunurlar. Çevrelerinde beceriksiz, sakar ve yetersiz oldukları izlenimi oluştururlar.

Bu durum onların önce kendilerine daha sonra da çevrelerine öfke duymalarına yol açar. Kendilerini eleştiren ve hatta cezalandıran anne baba ve öğretmenlerinin davranışlarını dikkatle araştırıp gözlerler. Onların bu tavır ve tutumlarında haklı olup olmadıklarını sorgulayıp eleştirirler.

Bu yöndeki bütün özenlerine karşın sık sık yanılır ve yetersizlikleriyle yüzleşmek zorunda kalırlar. Bu kez de “ben nasıl böyle yanılırım?” yergisiyle kendi kendilerini eleştirmekten, öfkelenip kızmaktan kendilerini alamazlar.

Yetersizlikleri beceriksizlikleri yüzlerine vurularak eleştirilip yerilen erkek çocuklar özgüvenlerini ve yaşama sevinçlerini kolayca yitirirler. Gelecekteki kimlikleri hakkında kaygılar ve kuşkular duymaya başlarlar. Huysuz, somurtkan, tembel, içe dönük biri olup çıkarlar. Bu dönemde odasını derleyip toplamayan, beden temizliğine dikkat etmeyen, elini hiçbir şeye sürmeyen erkek çocuklar kendilerine olan güvenlerini yitirmiş, mutsuz çocuklardır.

Hal ve gidişleriyle anne baba ve öğretmenlerinin kendilerini eleştirmelerini güvensizlik göstermelerini öğüt ve yönlendirmelerde bulunmalarına neden olurlar.

Oysa bütün bunlar onların kazanmaya çalıştıkları yetişkin kimliğine ve yetkinlik çabalarına indirilmiş darbelerdir.

Zaten erinlik gencinin de en duyarlı olduğu konu bir yetişkin olarak değil fakat hala bir çocuk olarak görülmek istememesidir.

Kimliğine kavuşabilmek için anne babanın etkisinden kurtulmanın gerekliliğine inanır. Anne babasından değişik olma eğiliminin yarattığı boşluğu yeni ilişkilerle doldurmak ister. Arkadaş kümesi içinde bağlılığa ve dayanışmaya önem verir.

Gruplar her şeyden önce çocukların içine düştükleri sosyal yalnızlıklarına ve bunalımlarına bir çözüm olur. Çocuklar bu gruplar içinde kendilerini özgürce ifade etme duygu, düşünce ve sorunlarını paylaşma imkanı bulurlar.

Ne Yapmalı?

Tepkiler ve davranışlar ne olursa olsun aile, hala çocuk için sığınabileceği en güvenli limandır. Bunun yerine başka bir şey koymasına izin vermeyin. Siz onu evden kovarak veya azarlayarak sokağa iterseniz ihtiyaç duyduğu güven ve ilgiyi başka yerde arar ve bulursa artık sizin  için geçmiş olsun ….

Ancak yaptığı her yanlış davranışında bir karşılığı olmayacağı anlamına gelmesin. Hataları sevdiği şeylerden mahrum etme ya da sevmediği şeyleri yaptırma düzeyinde olup gizli yapılmalıdır.

Çocuğunuz yanlış yapmasın diye önündeki dikenleri cam kırıklarını kaldırmaya da çalışmayın bu onu övgüvensiz bir hale getirecektir. Bu yüzden anne babalar gençlik dönemine giren oğullarının geçirmeleri gereken deneyimleri yaşamalarına yeteneklerini sınamalarına kendilerini geliştirmelerine imkan tanımalıdırlar.

Zaman zaman yanlış kararlar vermelerinin normal olduğunu ,yanlış karar vere vere doğru karar verebileceklerini zaten kendilerinin de bazen yanlış kararlar verebildiğini çocuklarına açık yüreklilikle söylemelidirler.

Övgü ve eleştirileri davranışa yöneltmek: Kimse eleştirilmekten hoşlanmaz ama övülmekten herkes hoşlanır. Övgü hak edilmiş olsa da olmasa da olumlu ve yapıcı bir etkisi varken yerginin ise bozucu ve yıkıcı bir etkisi vardır. Alışverişten dönerken sizi karşılayıp elinizden poşetleri alan çocuğunuza; “iyi ki varsın. Sen olmasan ben ne yapardım, bunları nasıl taşırdım?” demeniz çocuğunuzun bundan sonra ki yaşamında özgüvenli, ayakları yere basan, tuttuğunu koparan ve başı dik yürümesine neden olacaktır. Fakat çocuklar deneyimsizdir. Bilmediği pek çok şey vardır ve bunları deneyip öğrenmek, beceri ve yeteneklerini sınayarak kendi sınırlarını tanımak ister. Olumlu deneyimler yaşayacağı gibi olumsuz deneyimler yaşayıp başarısızda olabilir. Övgü ve yergi çocuk eğitiminde sıkça kullandığımız iki yöntem olmakla beraber yanlış yerde kullanıldığında övgü de çocuğa zarar veren bir sonuç doğurabilir. Oysa övgü, çocuğun kişiliğine değer verildiğini gösteren onur verici, gururlandırıcı bir olgudur. Nasıl olur da gerginliğe ve olumsuzluğa sebep olabilir? ( Arabanın arkasında oturan çocuğa annesinin yaptığı övgü sonucu çocuğun birden azıp, kudurmaya başlaması  aslında çocuk övgüyü hak edecek bir şey yapmadı olması gerektiği gibi sessiz durdu ama annenin övgüsü çocuğu suçluluğa itti ve çocuk taşkınlık yaptı ) buradan çıkaracağımız sonuç şudur; övgüler çocuklarımızın kişiliklerine değil onların çaba ve becerilerine yönelik olmalıdır.

‘’benim melek yavrum‘’ ,’’ne kadar iyisin‘’ vb. demek ya da çocuğa; uslu, ağırbaşlı, çalışkan, güzel demek  çocuğu sevdiğini anlatmayan sadece birer sıfattır. Bu tür cümlelerden çocuk sevildiğini anlamaz sadece kendisine biçilen rolü analar ve yeri geldiğinde mutlaka bu kabuğu kırmaya çalışır.

Mesela; arabanızı yıkayan çocuğunuza ‘’sen ne iyi bir çocuksun‘’ demek yerine ‘’arabayı ne güzel yıkamışsın yeni gibi olmuş‘’ demek çocuğun övgü almak için davranışta bulunması gerektiğini düşünmesini sağlar.

Ya da bahçeyi temizleyen oğlunuza ‘’sen olmasan ben ne yapardım‘’ yerine ‘’bahçe öyle pisti ki birinin çıkıp da burasını bir günde temizleyebileceğini düşünemezdim’’ demeniz ve sonunda teşekkür etmeniz daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Sarsıcı ve yıkıcı eleştiriden kaçınmak: Bir çocuğu nasıl eleştirirseniz eleştirin, yüzünü mutlaka tasa ve tedirginlik bulutları saracaktır. Çünkü onlar bizden daima onay ve teşvik beklerler. Aksi halde güvenlerini kaybedip kırılırlar. Hele hele bu eleştiriler sarsıcı ve yıkıcıysa bunların etkilerini bütün yaşantıları boyunca benliklerinde taşırlar. Özellikle babaların erkek çocuklarına ‘’senden bir halt olmaz’’ ‘’sen bir kazmaya sap olamazsın‘’ gibi sözleri çocuğun ömrü boyunca ezik ve güvensiz olmasına neden olur. Bunun yerine çocuğun kişiliğini hedef alan olumsuz sözler yerine yapılan davranışın yanlış olduğunu izah etmek aslında kendisine bu davranışın yakışmadığını anlatmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Sorumluluk sahibi birey geliştirmek: Tüm anne babalar çocuklarının sorumluluk sahibi birer insan olarak yetişmesini ister. Ancak şu gerçekte unutulmamalıdır, sorumluluk bilinci zorlamayla, baskıyla kazandırılamaz. Yani çocuklarımıza evin bazı sorumluluklarını zorla üstlendirerek, sözgelimi odalarını toplamak, bahçeyi temizlettirerek, araba yıkattırarak onları sorumluluk sahibi yapamayız. Belki bunlar zorla yaptırılabilir. Pekiyi doğru mudur? Tabi ki hayır.

Anne ve baba sorumluklarını ne kadar yerine getirdiyse ve nasıl yerine getirdiyse çocuk da aynen o şekilde yerine getirir.

Çocuk en çok anne ve babayı izleme fırsatı bulduğu için en fazla anne babadan etkilenir. (Sonradan arkadaşlarının etkisi ile karıştırmayalım) bunun için anne ve babalar öncelikle kendi kişiliğinizde ve davranışlarınızdaki yanlışları düzeltmeli, olmamız gerektiği gibi davranmalıyız ki çocuklarımız da olmasını istediğimiz kişiler olsunlar.

Okuduğumuz masaldaki, romandaki kahraman ya da izlediği çizgi filmdeki kahramanın sergilediği çocuğumuza ne denli uyduğuna bakmalıyız, amcası teyzesi vb. onları da örnek alma ihtimali yüksektir.

Ve tabi ki babanın toplum içindeki yeri çocuğun babayı örnek alıp almaması konusunda düşünmesine neden olur.

Çocuğun farklı heyecanlarına farklı tepki vererek çocuk heyecan konusunda eğitilebilir. Heyecandan ötürü öfkelendiğinde kızılmamalıdır.

Çocuk nasıl ana babasından öfke tepkilerini bağırmak, ısırmak, tırmaklamak, yumruklamak, tekmelemek gibi davranışlar göstermek yerine haklılığını belirten sözlerle dışa vurmayı öğrenirse üzüntüsünü kederini sevincini mutluluğunu da çevresinin tepki ve beklentilerine göre düzenlemeyi öğrenebilir.

Anneler ve babalar çocuklarının kendilerini birer yetişkin olarak görüp önemsedikleri bu dönemlerinde yetersizliklerini yüzlerine vurarak onları küçümseyerek özgüvenlerini yok etmeye kalkışmamalıdır. (Lafıma geldin mi demek kesinlikle yasak). Aksine daima davranışlarındaki olumlu yönleri ön plana çıkartmalı düşüncelerini açık yüreklilikle açıklayıp cesaretle savundukları için onları kutlamalıdır.

Kendilerini zaman içinde daha da geliştireceklerini belirtmelidirler. Sık sık aile ülke ve dünya sorunları konusunda düşüncelerini başvurarak çocuklarıyla görüş alışverişinde bulunmalıdır. (Bu Filistin sorunu nasıl çözülür?) Nerede nasıl tepki vermesi gerektiği modellerle ve küçük oyunlarla öğretilmelidir.

Erkek çocuklarında korkaklık bir eksiklik bir başarısızlık olarak algılanır. Hiçbir erkek çocuk korkak olmayı kabullenmez. Korkak olmak istemez. Anneleri babaları da istemez. Ama bütün çocuklar korkaktırlar. Belli etmeseler de saklasalar da korkaklar. Çünkü bizler onlardan cesur olmalarını bekleyen biz yetişkinler şartlanmalar yaratmışızdır. Yani korkuları miras bırakmışızdır. Örneğin 9-10 aylık bir bebeğin eline bir yılan verseniz korkusuzca oynar onunla. Ya da bir aslanın kafesine soksanız kuyruğunu ya da yelesini çekmeye çalışır. Ama eline yanağına bir sinek konduğunda yanına bir kedi yaklaştığında annesi çığlık atıp onu defalarca korkutacak olursa çocuk sinekten kediden korkar hale gelir.

Hemen hemen herkes çocuğunun cesur olmasını ister ancak kimse onlardan caddede hızlı akıp giden arabaların arasına atılmalarını balkon korkuluklarında dolaşmalarını azgın köpeklerle boğuşmalarını kendilerinden iri çocuklarla dövüşmelerini beklemez. Aksine herkes çocuğuna bu tür yersiz ve gereksiz cesaret göstergelerinden kaçınması canını ve sağlığını koruması için öğütler verir. Onlara bu davranışların olumsuz sonuçlarını gösterip korkuturlar.Korkuların insanı tehlikelerden koruma gibi yaşamsal bir görevi ve yararı vardır. Bu doğru. Ancak doğru yerde ve doğru şiddette yaşandığı takdirde… Çünkü aşırı ve abartılı bir biçimde yaşanan korkular gibi yersiz ve gereksiz yere yaşanan korku tepkileri de bireyin uyumunu ve yaşamını tehlikeye düşürebilir. Korku bütün heyecanlar içinde en sarsıcı ve en yıkıcı olanıdır.

Ergen çağ çocuklarında sık görülen başlıca korkular arasında sınıfta kalmak kötü karne almak sınavda başarısız olmak kötü bir hastalığa yakalanmak trafik kazası geçirmek yakın bir arkadaşından ayrılmak anne ve babadan birini kaybetmek veya anne babasının ayrılması… Ne yazık ki bu gibi korkular çoğunlukla anne baba ve öğretmenlerin telkin ve korkutmalarıyla yerleşir. Bunun için Allah ile korkutmaktan çok Allah’ı sevdirerek bir şeylerden sakındırılmalıdır.

Anne ve baba rolleri değiştirmemelidir. Baba, anneden daha katı ve sert, anne ise babadan daha yumuşak ve sevecen olmalıdır. Aksi halde çocuk karşı cinse ilgi duymaz.

Çocuk yetişkin olmak istiyor. Anne baba ondan çocuk gibi hesap soruyor. Çocuk artık o güçsüz günlerine dönmek istemiyor. (Anne baba buna izin vermeli).

Bundan böyle bu genç erkeğe aile içi söyleşilerde alınacak ailevi kararlarda daha fazla söz hakkı verilmelidir. Konuşmaları ve önerileri dikkatle dinlenip değerlendirilmelidir. Önergen genç her fırsatta konuşmaya duygu ve düşüncelerini açıklamaya yönlendirilmelidir. Böylece kendini geliştirecek aile içinde sevildiğini, görüşlerine değer verildiğini kavrayıp özgüven kazanacaktır. Bazen yanlış yapacağı görülse bile yapacağı yanlışlardan doğruyu öğreneceği gözetilerek önemli sakıncalar yaratmayacak konularda bu deneyimi geçirmesini göz yummalıdır. Baba ergen gencin kendini örnek alabileceği bir erkek model olma özelliklerini uygun davranmalıdır. Ancak toplum idealleri ile örtüşen örnek vatandaş olma özelliklerine sahip işinde başarılı dürüst çalışkan kültürlü adil zeki becerikli hoşgörülü ve özveri sahibi bir baba çocuk tarafından beğenilip örnek alınılabilir.

Erkek çocukların yaşadıkları değişim kanlarındaki testesteron hormonunun aniden 8 kat artmasından kaynaklanır. Anne baba ve öğretmenler önergen çağındaki çocukları ne derece sakınıp gözetirlerse gözetsinler onları asıl koruyacak olan kendilerine kazandırılacak cinsellik bilgisi ve cinsellik bilincidir. Önergenlik döneminin başlangıcı cinsellikle ilgili konuları konuşmaya başlamanın en uygun zamanıdır. Anne baba cinsel konuda bilgi sahibi olduğunda ve çocuğuna bilgiyi kendisi vermelidir. Aksi halde çocuk bu bilgiyi yanlış yerden alır.

Çatışma Anında Anne Baba ve Gençlerin Dikkat Etmesi 3 Nokta

1-Gencin isteği yerine getirilecek olursa gerçekten önemli bir sakınca doğma olasılığı yüksek mi yoksa anne ve babanın bu isteğe karşı çıkışı yalnızca kişisel nedenlerden veya bir otorite kaygısından mı kaynaklanıyor? Buna bakılması gerek.

2-Anne babanın karşı çıkışı akla uygun ve haklı nedenlere dayanıyorsa genç bunu kabullenip istediğinden vazgeçebilir mi? Gencin söz konusu isteğinden vazgeçmesi halinde onun bu isteğine karşılık başka uygun bir seçenek önerilebilir mi?

3-Çatışmaya neden olan sorunda sakıncaları giderebilecek bazı önlemler alınarak 2 tarafta mutlu edilebilecek bir orta yol bir ara yöntem denemek mümkün olabilir mi ?

Bütün anne ve babaların oğullarının bu dönemde yaşama tutunduğu en önemli bağ olduklarını bilerek davranmaları bu bağı koparabilecek davranışlardan uzak durmaları gerekir.

İç salgı bezlerinin tamamlanması ve erkeğin güçlenmesi sürecini tamamlaması için çocuk 23 yaşından sonra evlendirilmelidir. Aksi halde o gece yapılacak başarısızlık çocuğun bir ömür boyu sorun yaşamasına neden olur.

Gençler kendi gerçekleriyle ilgili kararları kendileri vermek isterler. Aileler ise oğulları için her şeyin en doğrusunu kendilerinin bilebileceğini düşünürler. Oysa bir ara yol bir ara formül her zaman mümkündür. Bu ara formül birlikte Allah rızasını kazanmak.

Çocukta ve ailede Allah rızasını kazanmak gibi ortak bir hedef olmalıdır.

Bu bazen okudukları yüksekokulda bir öğretmen çalıştıkları iş yerinde bir amir toplumda sivrilmiş bir sanatçı bir sporcu bir iş adamı veya bir devlet adamı olabilir. Bunun için baba kendisi İslami bir yaşantıda olmakla beraber çocuğunu da İslami bir yaşantıya özendirmeli bu yaşantıyı sevdirmelidir. Ancak bu şekilde çocuğunun kahramanı olabilir.

Çocuklarınızın eleştiri yapmasına izin veriniz. Eğer izin vermezseniz o da körü körüne başka bir şeye bağlanır. Kötü grupların olası olumsuz etkinliğinden gençlerimizi koruyabilmek için alınabilecek önlemlerin başında hiç şüphesiz gençlerimize eleştirisel düşünce alışkanlığını kazandırmak gelmelidir. Gençlerin ev ortamı içinde çeşitli konulardaki görüş ve düşüncelerini özgürce belirtebilmelerini televizyonda izledikleri radyoda duydukları gazetede okudukları olaylar ilgili özgün yorumları ortaya koyabilmelerine olanak verilmelidir. Hatta bunun için gençler özendirilmeli yüreklendirilmeli ve kışkırtılmalıdır.

Sosyal etkinliklere katılmayarak kendi yalnızlıkları içinde zaman geçirenlerin ise sosyal ilişki yoksunu sevgi ve saygı arayışı gibi bazı temel gereksinimlerini karşılayamadıkları için mutsuz oldukları bazı zihinsel rahatsızlıkların pençesine düştükleri belirlenmiştir. Bu duruma düşmemesi için arkadaş çevresinin olması şarttır. Yoksa bile aile bunu ilk olarak suni olarak oluşturmalıdır. Arkadaşlık ise bir süreçtir. Ana babanın bizzat veremeyeceği ancak gerekli ortam ve koşulları sağlayarak destekleyebileceği bir sosyal beceri kazanma sürecidir.

1-    Sağlıkla ilgili kaygılar: yeterli uyumamak, gevşeyip rahatlayamamak, sakarlık, bedensel görünüm, sivilce sorunu, gerginlik, güzel ya da yakışıklı olmadığını düşünmek, kısa boylu olmak

2-    Kişilikle ilgili kaygılar: kendini aşağı görmek, kendine güveni olamamak, kendini yetersiz görmek, sık sık öfkeye kapılmak, küçük şeylere üzülmek, olayları ciddiye almak

3-    Aile ve evle ilgili kaygılar: kendisine ait bir odasının olmaması, arkadaşlarıyla dışarıya çıkamaması, çocuk yerine konmak, ailenin arkadaş çevresine tercihlerine isteklerine karışması, özgürlüğünün kısıtlanması

4-    Sosyal ilişkilerine yönelik kaygılar: yeni tanıştığı insanlarla nasıl konuşacağını bilememek, yeterince arkadaş edinememek

5-    Din ve ahlak konularındaki kaygılar: ölüm korkusu, nereden gelip nereye gidiyoruz soruları, neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilememek

6-    Okulla ilgili kaygılar: dikkatini toplayamamak, çalışma yöntemlerini bilememek, çalışırken hayal kurmak, derse kendini verememek, çalışmak isteyip de çalışamamak, kendini derste ifade edememek, etkili bir programının olmaması, not kaygısı, sınav kaygısı, uzun süre kendisini televizyondan bilgisayardan ve internetten alamama, zaman kaybı.

7-    Meslek seçimi ile ilgili kaygılar: hangi mesleği seçeceğini bilememek yeteneklerinin ilgilerinin ne olduğunu bilememek ailenin meslek seçimine karışması

Problemlerin çözümü ise ebeveyn ile ergen arasındaki etkili ve sağlıklı iletişim kurulmasından geçmektedir. Yani çocuğunuza bir şeyin yanlışlığını anlatırken salağa anlatır gibi defalarca anlatacaksınız.

Gençlere iyi bir aile terbiyesi verilmeli kendilerine anlayışlı olmalı gençlere sorumluluk bilinci verilmeli ve onlara güzel örnek olunmalı, boş zamanlarını kitap okuyarak ve yararlı işler yaparak değerlendirmeli, maddi ve manevi yönden dengeli bireyler olarak yetiştirilmeli, ailede ve okulda doğru bilgiler verilmeli. Bu yüzden gençlik çağı belirsizlik ve arayışlar çağıdır.

Büyüklerin kendilerini düzeltmeden gençliği düzeltmeleri çok zordur. Hz İbrahim şu şekilde dua ederek çocuk istemiştir “Ey rabbimiz bizi sana ibadet edenlerden kıl çocuklarımızdan sana itaat eden bir ümmet çıkar.” Aileler kendi çağı ile çocuklarının durumlarını karşılaştırmamalıdır. Hz Ali çocuklarınızı “Kendi zamanınıza göre değil onların yaşayacağı zamana göre yetiştirin.”

1-    Çocuğun sosyal aktivitelerinin bir parçası olunmalı mutlaka en az iki haftada bir baba oğul günü olmalı

2-    Çocuk başkalarıyla kıyaslanmayacak

3-    Çocuğun arkadaşlarının biriyle beraber vakit geçirilecek

4-    Hak adalet insanlık açlık savaşlar vb. konular gençlerde daha yoğun yaşanır ve bunun sonucunda kimi bunların çaresinin kabadayılıkta bulurken kimi de bunun çaresini rock müzikle bulur.

Çocuğun gençlik çağındaki aşırılıkları isyanları kendi başına birey olmaya çalışırken çevreye verdikleri zararları en aza indirmenin ve problemleri çözmenin yolu ailede sevgi ve güven ortamını temin etmekten geçer.

Çocuklarını doğru ve sağlam bir inanca sahip olarak güzel bir ahlakla yetiştirebilmek için ailelerin en baştan itibaren çocuklarıyla doğru bir iletişim kurmaları gerekmektedir.

-          Sen bardağı kıran birine sinirlendiğin için bu çocukta sinirli oluyor.

Öğretmenler dersi bitirimde gideyim derdindelerdir. Halbuki en fazla ilim öğrenilmesi gereken yerler okullardır. Ergenin kafasında çağının en son bilgileri olmalı kalbinde de iman bulunmalıdır.

Allah’ın yüceliği çocuğun sevdiği her şeyin onun yarattığı iyiliklerin ve güzelliklerin sahibi olduğu anlatılarak iman öğretimine başlanabilir. Evde Allah’tan bahsedilmezse çocukta merak edip sormaz.

Kuran-ı Kerimde’de baba oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında her defasında babanın oğluna hitap tarzının “yavrucuğum, oğulcuğum” şeklinde olduğu görülmektedir.

İnanç duygusunun temeline bakıldığında iki esas duygu görülecektir. Allah sevgisi ve Allah korkusu bu nedenle denilebilirki ilk yaşlarda itibaren iman esasları öğretiminde Allah sevgisi esas olmalıdır. Küçük yaştaki çocukların hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun Allah korkusu şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde “Allah seni taş yapar/ gözünü kör eder/ cehennemde yakar ” vb. ifadelerle vaz geçilmeye çalışmaları çocuğun ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Herşeyden önce çocuğa Allah-u Teala’yı sadece cezalandıran azap veren biri olarak tanıtmak islam akidesine ve eğitim ilkelerine ters düşmektedir.

Yine bu duygunun tesiri ile çocuk herşeyin ona hizmet için yaratıldığını ve herşeyin bir gayesi olduğuna inanır. İşte bu duygularla yüklü çocuğa etrafında gördüğü tüm varlıkların ona faydalı olması amacıyla Allah tarafından yaratıldığı anlatılmalıdır. Bu şekilde yapılan açıklamalar çocuğun egosantrik duygularına hitap ettiği için oldukça hoşuna gidecektir. Ayrıca Allah’ın insana verdiği çeşitli güzelliklerde sayılamayacak kadar nimetler sunduğu yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp tevbe edilmesi için zaman tanıdığı iyi ve beğenilen davranışları kat kat mükafatlar verdiği ve onun bizim yüce rabbimiz olduğu anlatılmalıdır.

Zira insana verilen ömür geri dönüşümü olmayan bir fırsattır. Yaradılış gayesinde uzak sorumsuzca bir hayat yaşayan gençler kötü ve zararlı alışkanlıklar edinmektedirler. Böylece hem kendilerine hem de başkalarına zarar vermektedirler. Günümüzde Müslüman dendiği halde amaçsız gayesiz kitlelerle karşı karşıyayız. Genç şaşkınlık tedirginlik içinde kurtulması ve mutlu huzurlu olması için ilk önce şu temel sorulara cevap bulması gerekir.

1-    İnsan nedir?

2-    Nasıl bir varlıktır?

3-    Yeryüzüne nereden gelmiştir?

4-    İnsan nereye doğru gidiyor?

5-    Hayatın asıl gayesi nedir?

6-    İnsanın bu dünyada görev ve sorumlulukları var mıdır? Varsa nelerdir?

Tabi ki yaradılış gayesi açısından bakıldığında insan meçhul bir varlık değildir. O mesul (sorumlu) bir varlıktır. Çünkü insanlar dünyaya tesadüfen gelmiş değildir. İnsanlar dünyaya bir amaç ve gaye için Allah’a kulluk yapmak için gelmiştir. Dünyaya gelişimizin gayesi Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmektir. Allah-u Teala’ya kulluk ibadet yapmak için yaratılan insan bu temel görevini yerine getirirse dünyada da ahirette de huzurlu ve mutluluğa kavuşur. Yüce Allah şöyle buyurur “Kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.”

Gençler şehvetin ve cinsel dürtülerin imtihan olduğunu sadece sevgi ve bağlılıkla birlikte olunduğunda yani evlilik içinde yaşanmasını gerektiğini bilmelidirler. Bu manevi ve ahlak hassasiyetinin bir gereği olduğu gibi aynı zamanda ergenin zihinsel duygusal ve fiziksel sağlığı yanında evliliğinin gelecekteki istikrarı açısından da çok önemlidir. Gencin cinsel tutkularını ve hislerine hakim olması hayır diyebilmesi cesaret ve güç göstergesidir. Bunun ispatlanması gerekir. Genç iffetini korumakla yaratıcının yasaklarına uyması karşılığında pek çok yönden faydalar elde edecektir.

Burak BAŞARAN’ın Sunum Metni

GİRİŞ VE VERİLER

Benim konum, yaşadığımız dijital çağda genç olmakla ilgili. Gençlerin, teknolojiyle ve özellikle sosyal medyayla ilişkisinden ve imtihanından bahsedeceğim. Bu ilişkiyi sağlıklı tutabilmek için bazı tavsiyeler vermeye çalışacağım. Bazı konu başlıklarımız, Sosyal Medya ve Gösteriş, Ekran başında tüketilen zaman ve Sosyal Medya’da Gizlilik şeklinde. Bunların öncesindeyse sosyal medyaya kısa bir giriş yapacağız ve bazı istatistiklere bakacağız.

Öncelikle bir tanım yapmak gerekirse, Sosyal Medya;  en genel anlatımla, eskideki tek yönlü bilgi paylaşımından, yeni nesil web teknolojilerinin  getirdiği çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına ulaşılmasını sağlayan medya sistemidir. Kişilerin internet üzerinde birbirleriyle yaptığı diyaloglar ve paylaşımlar bütünü şeklinde de tanımlanabilir. Sosyal medya, medyanın sosyalleşmesini ifade eder, yani içeriğin bireyler tarafından oluşturulduğu, onların duygu ve düşüncelerini aktarmak ve iletişim halinde bulunmak için kullandığı online platformlar diyebiliriz.

Önde gelen sosyal medya platformlarına baktığımızda, 1.3 milyar kullanıcıyla Facebook ilk sırada yerini alırken, Whatsapp 600 milyon, Instagram 300 milyon,  Twitter 282 milyon, Tumblr 100 milyon civarı, Vine ise 40 milyon kullanıcıya sahip.

Çok yakın bir zamanda Gençlik ve Spor Bakanlığının desteğiyle Türkiye'deki en geniş katılımlı 'Sosyal Medya ve Gençlik' araştırması yapıldı. Araştırmaya göre her iki gençten biri akıllı telefon üzerinden sosyal medyayı kullanıyor.  Gençlerin yüzde 86'sı sosyal medyaya günde en az bir kez giriyor. Her 3 gençten biri sosyal medyada günde en az 3 saat geçiriyor. 15-29 yaş arasının en çok kullandığı mecra tabii ki Facebook ve bunu Youtube ve Instagram gibi görsel paylaşım siteleri takip ediyor.  Twitter da popüler bir mecra, gençlerin yüzde 45'i Twitter kullanıyor. 

Evet veriler bu şekilde. Şimdi gelelim sosyal medyanın sorunlularına.

Sosyal medya odaklı yaşıyor, online haberleri sürekli takip ediyorsak, aşırı dozda enformasyon alımı yani zihinsel obezite, stres, sinirlilik gibi hastalıklara yakalanabiliyoruz.

Saatlerce bir siteden diğerine sörf yapıp kısa süreli hafızayı uyarıyor ama beynimizin derin düşünme ve üretkenlik için var olan bölümlerine zarar verebiliyoruz.

Aynı anda birden fazla iş yaptığımız, birden fazla konuyla kafamızı meşgul ettğimiz için dikkat, konsantrasyon yetilermizi kaybedebiliyoruz.

 Sosyal medya tüketim kültürü tezahürlerine sıkça rastlanan bir ortam. Duygular anlık tüketiliyor, bilgiler aralıksız boca ediliyor, herşey iç içe, karmaşık ve bir arada. Hüznü ve komediyi aynı anda tüketebiliyoruz. Oysa Ağlayan bir insanın hemen kahkahalarla gülmesini, ardından farklı bir videoyla başka dünyalara dalmasını dengesizlik olarak görürüz.  Ama sanal ortamda bir çok duyguyu aynı anda yaşayabiliyor ya da yaşıyor gibi görünüyoruz.

Daha kötüsü, SM birçok insan için gösteriş yapma platformuna dönüşmüş durumda. Artık İnsanlar anı yaşamaktan çok, anı ‘sanal’ bir dünyada paylaşmaya odaklanıyor. Ailemiz, tatillerimiz, yeni satın aldıklarımız, sosyal hayatımız, ilgi alanlarımız, dindarlığımız. Bizi daha güzel gösterecek ne varsa paylaşıyoruz. Başkalarına karşı kendimizin mükemmel bir tablosunu çiziyoruz.

İşin diğer tarafında, sürekli başkarının harika hayatlarına maruz kalan insanlar olumsuz etkilenebiliyor, hatta depresyona girebiliyor. Arkadaşlarını sürekli geziyor, yiyor, içiyor gören bir genç  ‘Benim hayatım kısır. İlgi alanım yok. Olanaklarım kısıtlı’ diyor. Bu da değersizlik duygusunu artırıyor. Eksiklik duygusu ve benlik saygısında azalma yaşıyor. Depresyona giriyor.

Yahut insanlar çevresindekilerden eksik kalmama güdüsünün, beğenilme arzularının ya da kişilik problemlerinin etkisiyle sahte hayatlar yaşayabiliyorlar SM’da.Gerçek hayatlarından çok farklı olan bu yapay hayatlarına bağımlı oluyor, hergün onları besliyor, tazeliyor, parlatıyorlar. Beğenilme odaklı yaşayan bu insanlar, sahte profilleri çok beğeni aldığı, onaylandığı, takip edildiği zaman seviniyor, aksi durumda da değersiz hissediyorlar.


Şimdi bir insanın, Sm daki paylaşımların insanı nasıl etkilediğini ve in yaşadığı hayatla paylaştığı hayatın ne kadar farklı olabileceğini dramatize eden bir videomuz var.

<< video: my life sucks>>   https://www.youtube.com/watch?v=Ce8Vb4k1QJc

Başkalarının daha güzel hayatları bizi şükürsüzlüğe itmemeli! Hayatımızın bütün sıkıntılarıyla birlikte bir imtihan olduğunu ve belki bu sorunlara, bu imkansızlıklara sabrın bizi cenneti kazandıracağını hatırlamalıyız. Rızkı genişletenin de, daraltanın da ancak Allah olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Egomuzu şımartmak için paylaşım yapmamalıyız!

Elimizdeki nimetleri, insanların gıpta damarlarını tahrik edecek şekilde teşhir etmemeye özen göstermeliyiz.  kibre karşı çok dikkatli olmalıyız.

ZAMAN İSRAFI

Şimdi meselenin zaman boyutuna bakalım. Gelin kabaca bir hesap yapalım Acaba bir gencin bilgisayar ve telefon başında geçirdiği zaman uzun vadede kendisine ne kadara mal oluyor? gençlik ve spor Bakanlığı'nın araştırması Her üç gençten birinin Günde üç saat ya da daha fazla vaktini sosyal medyada geçirdiğini söylüyordu. hadi bizim gencimiz bir buçuk saat geçirsin. günde yarım saatte oyun oynasın evde ya da yolda gidip gelirken. nihayetinde günlük toplam 2 saati, bir şekilde ekran başında harcasın. gerekli işlemler yapıldığında görülür ki gözünüze çok görünmeyecek bu iki saat 25 senede tam 18250 saat yapıyor. bunu da 24’e ve 365’e bölerseniz “Dördüncü hakem 2 yıllık bir kayıp zaman gösterir”. kemiksiz 2 yıl... ya da 18000 saat... hani meşhur bir 10 bin saat lafı var. Bir araştırmada alanında en iyi bir sürü insan incelenmiş ve bir işte en iyilerden olmak için ortalama 10000 saat çalışma gerektiği tespit edilmiş. Demek ki siz ekran başında geçirdiğiniz bu 18000 saatle, kırklı yaşlara geldiğinizde iki ayrı alanda profesyonel olabilirsiniz. Ve bu günlük iki saatin hafta sonları ve özellikle tatillerde arttığını da unutmamak lazım.      

Peki, “bana tek meslek Yeter kalan vaktimi de istediğim gibi harcarım” diyebilir gencimiz. Biz de o zaman Müminun suresi üçüncü ayeti okuruz: “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler” veya “onlar ki, yararsız her şeyden yüz çevirirler”. Üstüne de İnşirah 7 yi: “Boş kaldın mı yine kalk yorul” veya “Boş kalınca hemen işe koyul”. Bu ayette, tercih edilen yoruma göre, peygamberimizin ve onun şahsında tüm müslümanların vakitlerini hayırlı ve yararlı işlerde değerlendirmeleri; hem ibadet, dua, tebliğ gibi dini vazifelerin; hem de öğrenme, çalışma, yardımlaşma gibi dünyevi faaliyetlerin hakkını vermeleri emredilmiştir. Bunu yapabilmek başta insana her ne kadar zor gelse, Allah zorlukların da kolaylaşacağını söylemektedir. önceki ayetle beraber alırsak: “Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse Boş kalınca hemen işe koyul”. Sonuç olarak, müslümanın saatlerce sosyal medyada gezinecek ya da oyun oynayacak vakti yoktur. Çünkü o, faydasız işlerden yüz çevirir. Çünkü o boş kalınca hemen faydalı bir işe koyulur. Bu arada şuna açıklık getirelim: teknolojiye, internete, yeniliklere, değişime gözünüzü kapatın demiyoruz asla. Tam aksine, teknolojiyi takip edin, değişime açık olun, siber dünyada neler olup bittiğinden haberiniz olsun. Fakat teknolojinin esiri olmayın. Facebook, Twitter, Instagram nedir ne değildir bilin elbette, fakat saatlerinizi orada öldürmeyin. Etrafınızdaki herkes öyle yapıyor olabilir, fakat o koyun sürüsüne katılmak zorunda değilsiniz.   Şimdi bu yüz çevirmeyle ve faydalı işlere yönelmeyle ilgili birkaç tavsiye paylaşalım. Ama öncelikle sosyal medya devi Facebook ve bir online oyun yapımcısı Zynga ile ilgili kısa bir not paylaşmak istiyorum.

Facebook, insanların arkadaş edinmelerinin ne kadar zaman aldığını araştırıyor ve bir insanın kalıcı bir kullanıcıya dönüşmesi için gereken süreyi ve kurulan bağlantı sayısını tespit ediyor. Böylelikle, sitesini, yeni üyelerin kritik sayıda arkadaş edinmeleri için harcayacakları zamanı en aza indirecek şekilde dizayn ediyor. Bu şekilde, ürününü, kullanıcıyı bağlamak üzere optimize eden tek şirket de değil Facebook. Esasında pek çok firma, siz o siteye, o uygulamaya ya da o oyuna nasıl iyice bağlanır da bir daha bırakmazsınız diye uğraşıyor.

Farmville adlı Facebook oyunun da yapımcısı olan Zynga, kullanıcılarının kim olduğunu veneler yaptığını sürekli izliyor, insanların zaman içinde oyunla olan etkileşimlerini analiz ediyor ve çeşitli dönüm noktaları belirliyor. Yeni kullanıcıların kalıcı ya da gidici olma olasılığının, onların ilk bilmem kaç günde kurduğu bina sayısıyla, ilk şu kadar günde öldürdüğü canavar sayısıyla, oyunda diğer insanlarla kurduğu iletişim oranıyla vs. nasıl değiştiğini biliyorlar. Ve elbette, oyunlarını, insanların bu hedeflere ulaşmasına yardım edecek şekilde geliştiriyorlar.

 

Evet şirketler boş durmuyor gördüğünüz gibi, kendinizi kaptırmanız için uğraşıyorlar.
Peki gençler neler yapabilir sosyal medyada daha az zaman kaybetmek için?

●    Öncelikle, sosyal medyada günün hangi zamanı ve ne kadar vakit geçirileceğini belirleyebilirler. Tercihen, bunu diğeri faaliyetlerden sonra, arta kalan zamanda gerçekleştirebilirler. Böylelikle hem orada harcanan zamanın önceliğini belirlemiş, hem de o zamanı sınırlandırmış olurlar.

●    Facebook için konuşacak olursak, öncelikle anasayfadaki tüm olayları takip etmek zorunda olmadıklarını fark etmeleri güzel bir başlangıç olur. Sadece birine mesaj yazıp kapatmayı veya yalnızca istediği bir arkadaşına ya da sayfaya bakıp sonra başka hiçbir şeye takılmadan çıkmayı başarmaları güzel bir adımdır. Böylelikle sosyal medyayla etkileşimlerini kendi kontrollerine almış olurlar ki bu da bizim hedefimizdir.

●    Gerçekten faydalı paylaşım yapmayan gruplardan ya da sayfalardan ayrılabilirler. Böylelikle bu tür paylaşımları görüp takılmaktan kaynaklanacak zaman israfının önüne geçebilirler.

●    Arkadaşlarından gelen bildirimleri azaltabilirler. ( gönderinin sağ üst köşesindeki oka basıp “Gönderiyi gizle”yi seçerek, sonra da “XX YY’den daha az gönderi gör”e tıklayarak yapılabilir)

●     Gerekli gereksiz bir sürü paylaşım yapan arkadaşlarını takibi bırakabilirler. Böylelikle o hala arkadaşları olur, fakat haber kaynağında (yani anasayfada) onunla ilgili birşey görmezler.

Oyun konusunda ise yapılacak en iyi şey, bir kere oyuna bulaşmamaktır. Evet oyunlar, cezbedici gelebilir, çünkü, zengin ve güçlü olma arzularınıza hitap eder. Oyunda güçlü bir karakteri oynamak ya da bir ülkeyi yönetmek zevkli gelir, empati yeteneğinizle o durumu yaşıyor gibi hissedersiniz. Yahut oyunda istediğiniz arabayı sürebilir, istediğiniz futbol takımını yönetebilir, isterseniz de asker olup kötü adamları öldürebilir ve kahraman olabilirsiniz. Fakat bunların hepsi sadece bir illüzyon, sadece bir aldatmaca. oyunda dünyayı kurtarsanız da aslında gerçekte hiçbir şey yapmadığınızı fark etmeniz gerek (tamam, pc’nin içinde bazı 0 ve 1’lerin yerini değiştirmekten başka). Yani yoldan bir taş alıp kenara atsanız, günlerce oyun oynamaktan çok daha büyük bir iş yapmış olursunuz. Fakat ille de oyun oynanacaksa,  en azından online oyunlardan ve başka bağımlılık yapan oyunlardan uzak durmalı, istediğiniz zaman açıp istediğiniz kadar oynayıp kapatabileceğiniz, başkarıyla sürekli rekabet halinde olmadığınız oyunları tercih edebilirsiniz. Gençlerin bir sporla uğraşmaları hem fizyolojik hem psikolojik bakımdan çok yararlarına olacaktır. Çeşitli spor dallarından biriyle ilgilenmeye teşvik edilebilir. Fiziksel aktivitenin dışında da, bir enstrüman çalmak gibi bir meşgale, oyun oynamak, internette gezinmek gibi başka işlerle geçirecekleri zamandan hem çok daha faydalı olacak, hem de daha rahatlatıcı ve öz güven kazandırıcı olacaktır. Böylece hayatlarında spora ve başka bir uğraşa yer açıldığında, hem sosyal medya ve oyunla geçen zaman ister istemez azalacak, hem de gençler çok yönlü gelişebilecektir.

Batıda da telefon ve pc odaklı yaşam tarzına karşı çıkan, dijital bağımlılığa karşı başlatılan hareketler görüyoruz. Şimdi bununla alakalı kısa bir videomuz var.

<<video: shut down display>>    https://www.youtube.com/watch?v=KF2CDbWEZHY
           

Evet sosyal medyadan ve oyunlardan yüz çevirmeden bahsettik, artı olarak sporu ve müziği ekledik. Peki başka hangi faydalı işlere yönelebilir gençler? Öncelikle, İslami ve Kurani bilgilerini artırmaya gayret etmeliler. Bunun bir parçası olarak aile içinde haftalık dersler düzenlemek hem herkes adına faydalı olur, hem de aile içi sohbeti ve paylaşımı artırmış olur. Bu dersler, kitaptan okuma ve arkasından izlenimlerini aktarma şeklinde interaktif gerçekleşirse, düz ve kuru bir okumadan daha verimli ve daha keyifli geçebilir. Ayrıca gençler, zaman zaman konuyu aile önünde kendileri anlatarak da toplum önünde konuşma becerilerini geliştirebilirler.

Bunun yanı sıra, aileler, herkesin kendi kitabını seçip okuyacağı kitap saatleri belirleyebilirler. Gençlerin kendilerini iyi ifade edebilmeleri, ufuklarını genişletebilmeleri ve entelektüel açıdan gelişmeleri için farklı farklı  kitaplar okumaları faydalarına olacaktır.

Onun dışında verilecek en güzel tavsiye, iyi düzeyde İngilizce öğrenmeye zaman ayırmaları olacaktır. Bunun aslında hala tavsiye ediliyor oluşu bile abes, zira bu aslında gelişmiş ülkelerde neredeyse okuma yazma bilmeyle eşdeğer tutulan, çok doğal, çok temel bir şey. Hangi bölümde okuduğunun ya da okuyacağının da bir önemi yok, herkes için geçerli.

SOSYAL MEDYADA GİZLİLİK & BÜYÜK VERİ

Facebook Gönderileri silinmiyor, silseniz de sunucu yedeklerinde saklanıyor.  Ne paylaştıgınıza dikkat edin. Bundan 10 yıl sonra da bunu paylaşır mıyım? Diye sorabilirsiniz.

** face.com 2011 Facebook’a satıldı.

Ekstralar: >> Subtitle’a basıp Türkçe altyazı seçilebilir.

http://www.ted.com/talks/jennifer_golbeck_the_curly_fry_conundrum_why_social_media_likes_say_more_than_you_might_think?language=en#t

 

http://www.ted.com/talks/juan_enriquez_how_to_think_about_digital_tattoos?language=en#t

Süleyman TÜMER’in sunum metni:

MÜSLÜMAN GENÇLERİN EŞ SORUNLARI VE ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ

Günümüzde gençler Müslüman ebeveynler açısından başlı başına bir sorun olarak görülmektedir. İlerleyen teknoloji, hızla gelişen iletişim araçları, psikolojik ve fizyolojik değişimler bizim gözümüzde gençleri adeta bir sorun haline getirmiştir. Böyle düşünmemizin altında yatan sebepler ise gençlerin davet edilen İslami modellere veya alternatiflere rağbet etmemesi, nasihat dinlememesi, ve özgürlük adı altında nefsi isteklerinin peşinde koşma arzusu yatmaktadır. O halde gençlerle ilgili sorunların çözümüne ilk olarak buradan başlayalım. Gençlerin sorunlarını gerçekten çözmek istiyorsak bizim öncelikle onları bir sorun olarak görmekten kurtulmamız gerekmektedir. Evet gençler bir sorun değildir; ama gençlerin birçok sorunu vardır ve bizim bu sorunları çözmek için çok gayret sarf etmemiz gerekecektir.

Hemen hemen tüm psikoloji uzmanları ve sosyologlar problemlerin kendiliğinden peydah olmadıkları, onu doğuran bir ya da birden fazla etkenin olduğu, dolayısıyla problemlere bu etkenler göz ardı edilerek yaklaşmanın sorunları çözmeyeceği konusunda hemfikirdirler. Yane sadece problem üzerinde yoğunlaşmak, onun şeklen çözümüne odaklanmak problemi çözmeyeceği gibi, beraberinde baskı ve yılgınlık getirecek ve sorunun daha kronik hale gelmesine sebep olacaktır. Bu yüzden gençlerin yaşadığı problemleri sadece lokal bir problem olarak ele alıp, o huy veya davranışı düzeltmeye çalışmak, o davranışı tetikleyen diğer unsurları görmezden gelmek veya yok saymak kısa sürede başarısız bir çözüm denemesi olarak karşımıza dikilecektir. O halde bizler Müslümanlar olarak problemleri çözmeden önce problemlerin fıtrat ve ilahi kurallar çerçevesinde nasıl çözülebileceğine dair sıkı bir bilinç ve metod tedrisatından geçmemiz gerekecektir.

20. yüzyılın ikinci yarısına kadar gençlerin kişilikleri aile, okul ve çevre ekseninde teşekkül ediyordu. Ağırlıklı biçimde aile, ardından okul ve onun ardından sosyal çevre gençlerin şahsiyetlerini yoğuruyordu. Gelişen teknoloji bunlara bir dördüncü unsur daha ekledi: görsel medya. Adı TV, radyo, bilgisayar ve internet şeklinde sıralanan bu ortam gençlerin kişiliklerinin oluşum sürecinde sonradan devreye girdi ama süratle ilk sıraya yerleşti. İnsan ilişkilerini etkileyen bir araç haline geliverdi. Bu yüzden gençlerin belli başlı problemlerinin temelinde medyanın ciddi etkisinin olduğu kesin.

Çağımızda gençliğin problemlerini artıran görsel ve yazılı medya özellikle kullandığı cinsel objeleriyle gençleri menfi olarak etkilemektedir. Kadın ve erkek dergilerindeki modeller gençlerin değerlerini allak bullak etmekte, tensel hazlar ve cinsel arzular daha öne çıkarılmaktadır. Cinselliğin çok rahat ortamlarda yaygınlaşması erkeklerde evlenme ve yuva kurmada isteksizlik doğurmakta, kadınlarda da anne olma ve çocuk yetiştirme duygularına ket vurmaktadır. İzlenen diziler, Televole kültürü ve okunan dedikodu sayfaları gençlerin ciddi ve hayati konulara yönelmesine engel olmaktadır.

Şüphesiz, problemleri giderme başlı başına büyük bir emek ister, kendi içinde çok fazla özel durumlar barındırır; ancak zamanımızın kısıtlılığı ve konumuzun diğer bölümlerine de değinme gereği gözetilerek sorunları çözmekte ilk önceliğimiz hakkında kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum.

Bizler belli başlı konular hakkında İslami modeller üretmeyi, sorunlara İslami çözümler getirmeyi seviyoruz. Karşımızdakine “İşte senin probleminin çözümü Kur’an ve sünnete göre budur” diyebiliyoruz; ama çoğu zaman bu modeller uygulanmıyor. Çünkü karşımızdaki kişinin sorunlarını İslami yöntemlere göre çözme iradesi azalmış veya kalmamış. Karşımızdaki İslami bir model arzu etmiyor ise ona en şahane yöntemleri de önersek kabul etmeyecek veya uygulamayacaktır. Gençler de bu şekildedir. Onların iç dünyasında yaşadıkları, ailede yaşadıkları, toplum ve diğer etkenlerin üzerinde oluşturduğu baskı onların İslami çözüm isteme iradelerini zedelemişse, İslam kaygısını azaltmışsa biz onların sorunlarını İslami yöntemlerle nasıl çözebiliriz? O bakımdan gençlerimizin öncelikle karşılaştıkları sorunları İslami yöntemlerle, İslami modellerle çözme iradesini oluşturmalıdır. Bunun için de çocukluk dönemi, anne-babasının ev hayatı, aldığı eğitim ve sosyal çevre olmak üzere uzun zaman ve yoğun emekli bir bir mücadelenin içinde olmamız gerektiğini asla unutmamalıyız. Gençlere sadece İslami bir çözüm modeli sunmak üzerimizdeki sorumluluğu hafifletmeyecektir. Bu nedenle mücadelenin ve gayretin çok daha uzun soluklu ve ve emek isteyen bir süreç olduğunu yine unutmamamız gerekecektir.

Bu kısa ve genel girişten sonra gençlerin evlilik sorunları hakkında onların psikolojisine ve sosyal yapımıza uygun önleyici ve tedavi edici birkaç nokta üzerinde duralım.

Gençlerin evlilik problemlerinden ilki “maddi ve ekonomik zorluk”tur.

Bu zorluk aslında toplumun ortaya koyduğu suni sıkıntıdan kaynaklanmaktadır; fakat gerçekte böyle bir sorun evliliğin zorluklarının bir parçası değildir. Eğir bizim yaşantımız gerçek anlamda İslam fıtratı üzere olsaydı böyle bir zorluk ile asla karşılaşmazdık veya bu sorun çok az bir şekilde kendini gösterirdi. Şimdi bu zorluğu aşabilecek çözümü yolları hakkında şunları söyleyebiliriz:

ÇÖZÜM YOLLARI:

1-İLAHİ YARDIMLAR

Allah ve İslam önderleri bu konuda müjdeler, ümitlendirici vaatler vermişlerdir. Bunlar gençlere güven ve ümit veren yardımcılar olabilirler.

Bu müjde ve vaatlere güvenip iman etmemiz gerekmektedir. Onların vaatleri değişmez ve sözlerinde döneklik olmaz. Evlenmek isteyen ve önlerinde ekonomik zorluklar olduğunu gören gençlere bu vaatler kadar ümit verici ve rahatlatıcı hiç bir destek ve yardımcı yoktur. Bu “yardım vaatleri” insanda cesaret ve korkusuzluk icat etmektedir. Şimdi onlardan bir kısmına değineceğiz:

ALLAH’IN VAATLERİ:

“Sizden bekar olanları… nikahlayıp evlendirin; yoksulsalar Allah lütfuyla zengin eder onları ve Allah’ın lütfu boldur ve O, her şeyi bilir.”

Allah’ın resulü, emin Peygamberimiz (s.a.v) bekar gençlere ilahi yardımların erişeceğine dair şöyle buyurmaktadır:

“Bekarlarınızı evlendirin. Çünkü bu evlilikten dolayı onların ahlaklarını güzelleştirecek, rızık ve mallarını genişletecektir. Onların saygınlıklarını ve değerlerini arttıracaktır.”

Yine şöyle buyuruyor:

“Fakirlikten ve yokluktan dolayı evlenmeyen kimse Allah hakkında kötü zanda bulunmuştur; çünkü Allah şöyle buyuruyor: “…yoksulsalar Allah, lütfuyla zengin eder onları.”

Bir başka yerde yine gençlere şöyle buyuruyor:

“Evlenin, şüphesiz-evlilikten dolayı-rızkınız çoğalacaktır.”

Şu güzel örneğe dikkat ediniz:

Fakirlik ve yoksulluktan dolayı evlenmemiş bekar bir genç Peygamber efendimizin huzuruna geldi ve fakirliğinden dolayı şikayette bulunup, Peygamberimizin kendisine yol göstermesini istedi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü, yoksulluktan ve bu perişanlıktan kurtulmak için ne yapabilirim?

Peygamberimiz (s.a.v): “Evlen!” buyurdu.

Genç şaşırdı kaldı ve kendi kendine: “Ben kendim geçinemiyorum, nasıl evlenebilirim? Nasıl eşim ve ortak bir hayatın ihtiyaçlarını karşılayabilirim?”

Ama Peygamber efendimizin buyruğunun doğruluğuna inandığı için evlendi. Yavaş yavaş rahatlamaya başladı ve sonunda fakirlikten kurtuldu.

Şimdi bu müjdelere ve doğru vaatlere kalpten inanıp teveccüh etmek, insanın kalbinde Allah’ın yardımlarına güven hissini doğurmakta, insana huzur ve güven vermektedir. Böylece insanın Allah’a tevekkül ederek evlilik yolunda  girişimde bulunmasını, zorluk ve engeller karşısında korkusuz olmasını sağlar.

Genç insan Allah’ın rızası doğrultusunda hareket ederek O’nun emirlerini yerine getirmek, ruhsal ve cinsel hastalıklardan, fesatlardan korunmak ve gerçek saadete ulaşmak için evlenmek istediğinde Allah’ın rahmeti ve bereketi hiç şüphesiz onun yardımcısı olacaktır. “İlahi yardım” onun imdadına yetişecek ve ona bu kutsal hedefinde destek olacaktır.

2- YENİ UFUKLAR 

Evlendikten sonra insanın önünde evlilikten önce olmayan “yeni ufuklar” belirir. Çünkü insan evlilikten dolayı daha çok sorumluluk hisseder. Kendisini, yeni ortak bir hayatı idare etmesi, geçimlerini sağlaması ve ailesinin onurunu koruması gereken kimse olarak görür. Bunun için kendisinde gizli olan bütün yetenek ve istidadını kullanır. İçinden yeni çeşmeler coşmaya başlar. O ana kadar bilmediği yeteneklerini fark eder. Evlilikten önce içindeki uyumuş olan güçler uyanmaya başlar. Kendisinde yeni yeni güçlere ve becerilere sahip yepyeni bir şahsiyet bulur. Allah’a tevekkülü artar. Ansızın akıl gözlerinde ve iç dünyasında “geniş ve yeni ufuklar” belirir.

Diğer taraftan cinsel baskılar ve yalnızlıktan kaynaklanan perişanlık, azap verici ukdeler, küçümsenme ve yetersizlik duygusu evlilik ışıkları altında, şefkatli, dert yoldaşı ve sır arkadaşı bir eşin yanında bulunmasından dolayı kendiliğinden kaybolur. Sonuçta; insanın ruhu yeşerir, tekamül ve ilerleme canlılığı kendini gösterip onu gerçek kemale ve mutluluğa doğru uçurur.

Uygun bir eş ile evlendikten sonra yeni şahsiyet kazanmış birçok genç görmüşüzdür. Bu gençler evlilikten sonra sanki yeni bir insan olmuşlar ve bütün işlerde hissedilir ölçüde ilerlemişlerdir.

Bu ilerleyiş ve yeni ufuklara ulaşma maddi konuları da kapsamaktadır. Zira evlenen genç daha çok gelir elde etmek için yeni yollar bulacaktır. Ekonomik anlaşmalarda, yeni meslek bulmak konusunda, büyük ticari adımlar atmada daha cesur olacak ve bu vesileyle daha çok gelir sağlayacaktır. Dolayısıyla ekonomik sorunlar birbiri ardınca hallolacaktır.

Her başarı beraberinde başka bir başarıyı da getirecektir. Her “yeni zafer”            kendisiyle birlikte diğer zaferleri de insana armağan edecektir.

MERASİMLERİN AZALTILMASI VE GEREKSİZ HARCAMALAR

Maalesef evlilik merasimlerinin birçoğu İslam, akıl ve insani fıtrata aykırı bir şekilde düzenlenmektedir. Bu konuda üzülerek şu soruları kendimize sormalıyız: “Biz niçin böyle olduk? Niçin bizler dindar olduğumuzu, dine iman ettiğimizi söylememize rağmen İslam’ın o yüce kültür ve medeniyetinden bu kadar uzaklaşmışız? Niçin kendi ellerimizle kendi el ve ayaklarımızı zincirlere vurmuşuz? Niçin toplumumuz bu konuda bu kadar hızlı bir şekilde yozlaşmış ve ahlaki değerler yok olmaya yüz tutmuştur?

Evliliğin zorluklarının birçoğunu kendimiz oluşturmuşuz, bu belaları kendimiz, kendi başımıza getirmişiz.

Evlilik masrafı dediğimiz şey nedir Allah aşkına!

Kapısı kapatılacak bir oda, üzerinde yatılacak bir minder ve bir kenarda üzerinde yenilecek yemeğin pişirileceği ateşin yanacağı bir ocak. Evlilik bundan ibaret değil midir?

Biz insanı ayakta tutacak şeyler dediğimiz zaman bunların içerisinde yün halıları da sayıyor muyuz? Plazma TV olmadan insan yaşayamaz diyor muyuz?

Evlilikte 200-300 kişiye ziyafet vermek bir masraftır, bu evliliğin temel ihtiyaçlarından biri midir? Evliliğin masraflarını hangi kalemlerden oluşturuyoruz? Bu soru çok önemli. Eğer bir Müslüman sadece düğün solonu masrafı olarak bir memurun 4-5 aylık kazancını ancak biriktirerek ödeyebileceği bir rakamı evlilik masrafı olarak hesaplayabiliyorsa, senede üç gün kullanmayacağı ev malzemelerini evlilikten önce muhakkak almaya evlilik masrafı diyebiliyorsa kusura bakmayalım ama biz Allah’ın şeriatını anlamadan güya Müslüman olarak yaşıyoruz demektir. Çadırda bile geçirilebilecek bir evlilik için bir insanın yirmi sene taksit ödeyerek sahip olabileceği bir daireden söz edebiliyorsak biz hayatın kıymetini takdir edemiyoruz demektir.

Bu, birinci derecede evliliği Allah’ın Kur’an’ının konuları arasında görüp görememe sıkıntısıdır.

Bununla birlikte hepimiz biliyoruz ki; Hz. Ali’yle Hz. Fatıma’nın evliliği son derece sade bir şekilde gerçekleşti. Çeyizlik eşyaların, mehirin, ev malzemelerinin ve evlilik merasiminin masraflarının hepsi Hz. Ali’nin sattığı zırhının parası ile karşılandı. Eğer bizler onların takipçileri olduğumuzu iddia ediyor; ama yaşam, davranış ve ahlakımızda onlara benzer hiçbir yönümüz yoksa iddiamız yalan olur.

Yaşam kalitesinin ilerlediği, yükseldiği ve eskiye nazaran bir hayli farklılaştığı doğrudur. Fakat ölçüler, kıstaslar ve İslami değerler hiçbir zaman değişmemiş ve değişmeyecektir. Toplum ne kadar ilerlerse ilerlesin, israf etmemek ve sade yaşamın bir değer olduğu gerçeği değişmez; yersiz ve anlamsız rekabet, hurafeler ve gereksiz teşrifatların yanlışlığı da zaman aşımına uğramaz.“Muhammedin helali kıyamete kadar helal, Muhammed’in haram ise kıyamete kadar haramdır.”

Ne yazık ki bu yersiz harcamalar ve yanlış alışkanlıklar içimize yerleşmiş ve hepimizin sorumlu olduğu “toplumsal ve kültürel hastalıklar”dır.

Yersiz harcamalar örümcek ağı gibidir, ne kadar çoğalırsa insanı bir o kadar çaresiz bırakır. İnsanın ruh ve bedenine zincirler vurur. İnsanı boğup her şeyini elinden alıncaya kadar da bırakmaz. Dolayısıyla bu harcamalar ne kadar az olursa insan bir o kadar rahat olur.

Sade yaşamdan güzel bir örnek:

Hz. Salman’ın (r.a) Medain şehrinin valisi ve hakimi olduğu yılların birinde şehri sel bastı ve evler sular altında kaldı. İnsanlar selden kurtulabilmek için dağlara ve yüksek yerlere sığındılar. Çok eşyası olanlar, eşyalarını yüksek yerlere taşıyabilmek için çok zahmetler çektiler. Bazıları da eşyalarını taşırken öldüler.

Hz. Salman’ın (r.a) az bir eşyası vardı: Bir cilt Kur’an-ı Kerim, bir kılıç, bir ibrik, üzerinde oturduğu bir koyun postu…

Onları aldı ve rahat bir şekilde dağa çıktı ve sonra buyurdu: “Az yükü olanlar böyle kurtuluşa ererler, ağır yükü olanlar ise helak olurlar!”

Bilahare evliliğin önünde var olan ekonomik ve maddi zorluğu aşmanın en iyi ve en tesirli çözüm yollarından birisi “teşrifatın ve gereksiz harcamaların azaltılmasıdır.”

TAHSİLİN DEVAMI

Evliliğin ikinci engeli tahsili devam ettirme isteğidir. Bugünkü gençlerin birçoğunun aşağı düzeyde bir tahsille yetinmeyip ilmini geliştirmek istemeleri sevindirici bir durumdur. Fakat şuna da çok dikkat etmek gerekir ki bu olumlu ve iyi amelin olumsuz ve kötü yönleri de vardır. Ne yazık ki toplumumuzda bu iyi ve güzel hareket beraberinde çirkin, beğenilmeyen ve bazen de facia denecek kadar tehlikeli durumları getirmiştir.

Şimdi bu hususla ilgili olarak şöyle bir soru sorabiliriz: Öğrenci evlenmese de olur mu? Ya da öğrenci evlensin mi?

Cevabımız bazı ayrıntıları öne çıkarmayı gerektiriyor. Şöyle ki; Müslümanın dini ile ilgili bağlantıları farz, vacib, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram diye isimlendirebileceğimiz kavramlarla öne çıkar.

Bir iş ya mubahtır, ya farzdır, ya haramdır, mekruhtur veya sünnettir. Değerlendirmesi olmayan bir şey yoktur. Mesela öğle yemeği yemek mubahtır; ama ramazan günü haramdır. Gıdasızlık sıkıntısı doktor tarafından tespit edilen kişi için farzdır. İnsan hayatını sabah-akşam, gündüz-gece etkileyen her şey bu kavramlardan birisiyle anlatılır. Eğitim ve evlilik de insan hayatıyla ilgili şeyler olduğundan bunların da farz, vacib, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram diye bir isim buluyor olması lazım.

Temel eğitimin dışında yani insanın yazı öğrenmesi, Kur’an öğrenmesi, temel dini bilgileri öğrenmesi dışındaki eğitim şeriat eğitimi de olsa, medresede fıkıh okumak bile olsa, tefsir okumak bile olsa mubahtır. Farz değildir; nitekim haram da olmadığı gibi. İstisnai birtakım durumlar olabilir. Yani farz olan durumlar da ortaya çıkabilir; ama 80 milyonluk ülkemiz önümüze konduğunda 8 kişiye farz değildir tefsir bile baştan sona okumak. Serbesttir, teşvik edilmiştir, sünnettir, bu kadar! Fatiha öğrenmek farzdır. Namazın farzlarını öğrenmek farzdır; ama bu da nihayetinde 4 senelik bir fakülte eğitimi değildir.

Bir insanın şöyle dört yıllık bir fakültede okuması, sonra mastır yapması, doktora yapması falan, yani belki toplamda on yıl okuması asla farz değildir. Nadiren belki 7 milyarda 7 kişi için işte onun filanca özelliğinden dolayı filanca branşta yetişmesi gerekir diyebileceğimiz durumlar ortaya çıkacaktır. Öyleyse eğitimin dinimizdeki hükmü -ki her şeyin bir hükmü var muhakkak- farz değildir, haram değildir, ortadadır yani mubahtır. Hadi teşvik edilmiş olarak bakalım, sünnettir diyelim.

Peki evlenme için ne diyeceğiz? Evliliğin dindeki hükmü nedir? O da mubahtır. Serbesttir; ama kim için? 14 yaşında bir çocuk için. 16 yaşındaki? Öyledir. 17? Eh öyledir. 20? Orda dur! 20’de bi dur bakalım! Gözünü haramdan ne kadar koruyabiliyor? Düşüncelerinde ağırlıklı konular neler? Ona göre 20 yaşındaki bir gencin evlenmesi farzdır, vaciptir, sünnettir… diyeceğiz.

Evlilik fakültede tahsil görmek gibi değil. İnsanın elinde olmayan, Allah’ın için vücuda koyduğu bazı sıkıntıların sonucu gereken bir ihtiyaçtır. Büyük oranda kızların da erkeklerin de 20 yaşından itibaren evlilikleri sünnet düzeyinden vacibe, vacipten farza doğru yükselir. Hele hele kızların ve erkeklerin bedenlerini görülmemiş metodlarla teşhir ettikleri, korkunç bir göz kirliliğinin olduğu bir dönemde, insan bedeninin en ince ayrıntılarının bile gözlerin merceğinin içine sokulduğu bir dönemde evlilik büyük oranda farz düzeyindedir.

Şimdi bu hususla ilgili son noktaya gelelim…

Eğitim mubahtır dedik, sünnettir dedik. Evlilik belli bir yaştan sonra farzdır dedik. Mecburidir dedik. Bir mübah uğruna farzlar çiğnenebilir mi? Bir insan akraba ziyaretine gideceğim diye Cuma namazını terk edebilir mi? Tıpkı bu soru gibi bu da. Eğer akraba ziyareti için Cuma namazı terk edilebiliyorsa, eğitim bahanesiyle de farz olan evlilik terk edilebilir veya geciktirilebilir.

Bu sonucun yanında hem eğitime devam edip hem de evli kalmak da mümkündür. Bu engel gerçek olmayıp suni ve yapaydır. Güzel bir program ve ölçülü bir hareket tarzı ile bu zorluğu aşmak gayet mümkündür. Hatta evliliği ilmi derecelere ulaşma yolunda bir merdivene dönüştürmek de olanaklıdır.

Peki bu problemi nasıl aşacağız?

  • “Tahsil ile evlilik birbirine uymaz” düşüncesinin akıldan çıkarılması

Fikir ardından ameli getirir. Şimdi düşünüyoruz: “Okula devam ediyorum, öyleyse evlenemem, ikisi bir arada olmaz.” İşte sırf bu düşünce bu konudaki başlıca sorunumuzdur. Her şeyden önce bu fikri aklımızdan çıkarmalıyız. Eğer bunu yapabilirsek mantıklı bir çözüm yolu aklımıza gelir ve bu zorluğun aşılması için uygun bir ortam oluşur.

Evlilik ile tahsilin birbiriyle uyuşmayacağı fikrinin hiçbir mantığı ve delili yoktur. Oysa tam aksine insan uygun, kendine denk bir eş seçer ve evlenirse tahsilinin devamı için iyi bir yardımcı ve destek bulmuş demektir. Yani eşi ona yüksek ilmi derecelere ulaşması yolunda yardımcı olacaktır. Bunun da birçok örneğini dini ilim tahsil eden talebeler ve bazı üniversiteli öğrenciler arasında görmüşüzdür.

 

  • Anne ve Babanın Kız ve Erkeğe Yardımı

Anne ve baba, kız ve erkek öğrencilerin evlenmeleri için önemle rol üstlenebilirler. Onlara hem evlenip hem okullarına devam edebilmeleri için yardımcı olabilirler. Böylece hem onların bir eşe sahip olma nimetine ulaşmalarında hem de bekarlığın insana verdiği zararlardan korunmalarında katkıda bulunabilirler. Şöyle ki; anne ve babalar akıllı ve mantıklı bir şekilde düşünüp şöyle bir hesap yapsınlar: “Biz kız veya oğlumuzun bütün masraflarını karşılıyoruz. Evlendirsek, birkaç yıl daha okullarını bitirinceye ve kendi ayakları üstünde durup kendi başlarının çaresine bakıncaya kadar masraflarını karşılasak ne olur ki? Ne fark eder? Bir kaç yıl daha bekar kalsalar yine masraflarını biz karşılayacağız. En iyisi evlensinler, bizler de birkaç yıl daha ihtiyaçlarını karşılamaya devam ederiz. Bu, bizim için çok değerli olan evladımızın bekar kalmasından daha iyidir. Gençliğin baharından ve evliliğin nimetlerinden faydalanmak onların en doğal hakkıdır. Allah korusun sonra cinsel sapıklıklara, fesada, ruhsal ve cismi hastalıkların pençesine düşebilirler.”

Eğer anne-babalar bu şekil düşünecek olurlarsa kesinlikle iyi bir neticeye ulaşacaklardır.

Erkek ve kızın alacağı her darbe ilk ve doğrudan anne ve babalarını ilgilendirmektedir. Evlatlarının her türlü mutluluğu ise anne ve babanın mutluluğu demektir. Öyleyse anne ve babalar Allah rızası ve gençlerin mutlulukları –ki bu aynı zamanda kendi mutluluklarıdır- için bu yolda onlara yardımcı olmalıdırlar.

Anne-baba, büyükler, kız ve erkek bir arada karşılıklı sohbet edip anlaşarak ortak bir kara almalıdırlar. El ele verip, çocuklarına sade, şerefli, onurlu ve mutlu bir yaşam hazırlamalıdırlar. Anne ve baba, gençlerin birbirlerinin yanında omuz omuza mutlu bir yaşam kurup aynı zamanda okullarına devam etmeleri için yardım etmelidirler.

Bu işin ahiret sevabı ve mükafatı o kadar fazladır ki, kalem yazmaktan ve dil beyan etmekten acizdir.

  • İşlerin Birlikte Yapılması

Erkek ve kadın her ikisi de öğrenci olursa ev işlerini birlikte yapmaları gerekir. Bütün işleri bir kişinin üzerine yıkmamalıdırlar. Allah, işlerinde birbirine yardımcı olan eşler için büyük sevaplar verir. Ortak hayatın işlerinin birlikte yapılması erkek ve kadın arasındaki sevgiyi de arttırmakta ve huzuru sağlamaktadır.

Elbette ilim tahsil eden eşler, ilmi konular ve derslerinde birbirlerine yardımcı olabilirler. Ailenin iki sütununun aynı hedef doğrultusunda, aynı düşünceleri taşımaları ve birbirlerinin dayanağı olmaları ne kadar da şirin ve lezzetlidir.

  • Anne ve Baba ile Bu Konu Hakkında Söyleşi

Bugünlerde kız istemeye gidildiğinde veya evlilik meselesi açıldığında anne-babaların – özellikle kızın anne ve babası- “Evladımız okul okumak istiyor, henüz evlilik zamanı gelmemiş” demeleri bayağı moda olmuş!

Aziz anne ve baba! Sizin bu sözünüz, akıl dini olan İslam’a terstir.

Hatta çocuklarınızın da kalbi isteklerine aykırıdır. Kendi gençlik döneminizi unuttunuz mu? Sizler çocuklarınızın yaşındayken evlenmek istemiyor muydunuz? Normalde unutmamanız gerekir. Öyleyse şimdi niçin genç çocuğunuzun evlenmesine karşı çıkıyorsunuz? Çok iyi biliyorsunuz ki çocuklarınızın göreceği en ufak bir zarar ve darbe öncelikle sizi üzecektir. Dikkat edin, gençler –özellikle de kızlar- açıkça “evlenmek istiyorum” demekten utanırlar. Hatta içlerinde fırtınalar koptuğu halde (özellikle kızlar) utandıklarından dolayı görünüşte ret cevabı bile vermiş olabilirler.

Önlerine bu kadar engel çıkarmayın. Bu kadar bahaneler getirmeyin. Onları kendi isteklerinizin kurbanı etmeyin. Onlar size saygı gösterdiklerinden dolayı bir şey demiyorlar. Zorluk çıkarmanız, bahaneler üretmeniz onları üzüyor, azap veriyor ve size kırılmalarına sebep oluyor. Onlara gençlik dönemlerinde evlenmeleri, hayatlarının baharından lezzet almaları ve aynı zamanda okullarını okuyabilmeleri için yardım edin.

EŞ SEÇİMİNİN ZORLUĞU

Evlilik konusunda genç kız ve erkeklerin önünde olan sorunlardan birisi de “eş seçiminin zorluğudur.” Yani genç kız veya erkek uygun bir eş seçiminde hangi ölçüleri ve özellikleri göz önünde bulundurması gerektiğini bilmemektedir.

Önce Ne İstediğinizi Belirleyin

“Ne iş olsa yaparım abi!” diyen birinin iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malum. Hatta iş bulması bile zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için da tabi önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani kendinizi tanımanız lazımdır önce.

İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını doğru koymanız gerekir.

Adam arkadaşına sormuş:

-Evlenmiyor musun?

-Şartlarımı tutarsa olur.

-Ne istiyorsun ki?

-Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun bir de esprili olsun.

-Ama abi, demiş öteki. Birden fazla evlilik yasak artık!

İdeal Birliği Şart Ama Yetmez

Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında ideal birliği gelir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları en çok üzerinde durulması gereken konudur. Hayat keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gerektiğinde fedakarlıkla mı? Kazanılan para ile daha rahat yaşamak mı hedeflenecek yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı sarf edilecek? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.

Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi eşiniz yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz bırakın okumayı daha sizden dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde bile kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi saygı bile kalmaz ki aranızda.

“Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?” sorusuna her iki cinsin de en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi ”İnanç ve İdeal Birliği” olmuş. (Diğerleri de sevgi ve cinsel uyummuş). O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size sizin yolunuzda “yoldaş” da olabilmelidir eşiniz.

“Şimdilik istediğim gibi değil; ama ileride düzelir.” diye de kendinizi kandırmayın. Ayetin verdiği dersi hatırlayın:

“Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dileyenlere hidayet eder.”(Kasas 28/56) 

Değişeceğine dair garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız? Veya tehlikeyi, macerayı çok mu seviyorsunuz?

Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım. En önemli noktadır bu; ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır:İyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle evlenmek. “Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam huyuna suyuna bakmaz evlenirim.” diyenler çoktur. Ama unutmayalım ki mesela Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb de aynı yola baş koymuşlardı; fakat bu mutlu bir beraberlik kurmalarına yetmedi.

Zatin düşünürsek aynı idealleri bile farklı insanlar farklı biçimlerde yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen. Fikirleri size uyanlar içinde huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.

Sevgi Gerekli, Aşk Risklidir

Neredeyse klasik bir münazara konusudur: “Evlilikte aşk lazım mı, değil mi?” Beylik bir cevap olarak herkes “Tabii ki lazım.” der. Oysa evlilikte şart olan sevgidir, aşk değil. Hatta aşk risklidir bile.

Sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoş görmektir. Aşk ise, ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise hiç görmemektir. Böyle bir aşk aslında sağlıksız bir ruh hali değil midir? Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur? Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk bir hastalık bile sayılabilir aslında. Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu aşık olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup, mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş birisi için karşısındaki dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuzdur, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır.

Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında, önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla. Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz “İnecek var şoför bey!”, aşığınız “Ne hoş bir cümle kurdun” diyor. Siz sıradan gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı” diyor. Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi? Zatin o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir. “Delice sevdim, ömrümü verdim” diye başlayan şarkılar, “O beni sevmedi, kalbini vermedi” diye devam etmez mi hep? Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse –kısa süreli bir zevk dışında- olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz.

Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar yöneldiği kişinin zihnine “Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?” tedirginliğini kazır. Böyle seven sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri (!) kişiyi. Büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar. Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam aşıksa uzaklaşın ondan. Dozunca seven, hatalarınızı da gören; ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?

TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ?

Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi. Zaten olamazsınız. Üstelik bu dayanma tarzı o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır. O yüzden bekarken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız, evlenince daha da mutlu olursunuz muhtemelen. Yok eğer bekarlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz. Kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce. Unutmayın, iyi bir evlilik kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır. Tüm sıkıntılarının evlenince mucizevi biçimde geçeceğini sanmak maalesef çok düşülen büyük bir yanılgıdır.

Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek de hem mantıksızdır hem de riskli. Nihayetinde karşınızdaki de sizin gibi bir insandır. Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise; evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır bu kez. Bu gibi kişiler –hayal ve masalların da etkisiyle- evlenince tüm sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için, aynen devam eden sıkıntılar ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir maalesef. Oysa eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır, mucize değil. O yüzden önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin sonra evlenin diyorum.

KONUŞABİLMEK LAZIM

Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar malum. Beğendiğiniz kişi dış görünüşüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok uyuyor; ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat! Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir; ama konuşamamak bir felakettir. Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa, bu çok güzel. Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor, ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız 1+1=2 ediyor demektir ki idare eder. Ama ne kadar seviyorsanız sevin onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız, yani 1+1, 2 bile etmiyorsa işiniz zor. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü. Onunla konuşamazsanız ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da başkalarıyla. İkisi de risklidir.

FLÖRT OLMADAN EVLİLİK

Pekiyi flört olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir? Aslına bakarsanız bir insanın karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle kadınların karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Özellikle hanımlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.

Mesela karşınızdaki kişiye “Hava bugün ne güzel değil mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz:

-          Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser)

-          Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen)

-          Hı hı. (Kontrollü ve ketum)

-          Haklısın, çok güzel değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı)

-          Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan)

-          Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte! (Şikayetçi, karamsar)

Bakın bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin.

ONU İYİ TANIYIN

Yukarıdaki konunun devamı olmakla birlikte, ayrı bir paragraf olmayı hak eden bir önemi var bu bahsin. Bir insanın karşısındakini iyi tanıyabilmesi için bile önce kendi sıkıntı ve saplantılarından arınması gerekir.

Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım:

Faraza, diyelim ki siz maddi sıkıntı yaşıyorsunuz. Fena halde zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lazım. Bu arada bir yazarla tanıştınız. Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını anlatıyor; ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden? Çünkü aklınız para probleminizde. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz: “Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var mı? Bana borç verir mi?” Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile. Sonuçta sizin acil ihtiyacınız, meşgul olduğunuz probleminiz onu tanımanızı engeller.

Aynen bunun gibi; diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda bir kompleksiniz var. İnsanların size hak ettiğiniz ilgiyi göstermediğini düşünüyorsunuz. Bu durumda yalancı ve ahlaksız biri bile size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa sizi elde etmesi kolaydır. Siz uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını düşündüğünüz bu kişinin aslında kolayca gark edilebilecek bir yığın yanlışını fark etmezsiniz. Sonra da “Evlenmeden önce anlayamamıştım onun böyle biri olduğunu” diye şikayet edersiniz.

Çünkü onun bu yönlerine hiç bakmadınız ki. Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı: Saplantınız. O yüzden önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz lazım, doğru seçim yapabilmeniz için.

BİRKAÇ BİLENE DANIŞIN

Evleneceğiniz kişiyi tabii ki kendiniz seçeceksiniz; ama fikrine güvendiğiniz kişilere danışmanızın da çok faydasını göreceksiniz. Tecrübe sandığınızdan çok daha önemlidir. Ancak burada da abartıya kaçmamalı, mutlaka son kararı siz vermelisiniz. Hata yapma korkusu veya kararsızlık sebebiyle evleneceği kişiyi anne-babasına veya büyüklerine seçtirenlerin şikayete hakkı olmayacaktır ileride. Nitekim sizin yerinize seçim yapacakların da saplantıları olmadığı ne malum?

Eğer siz kendi tercihinizin sizi mutlu edeceğini yeterince ve mantıklı biçimde açıklarsanız neden kabul etmesinler ki? Kim çocuğunun mutsuz olmasını ister? Ha, eğer “Düşünce biçimleri yanlış, kuşak farkı var, anlamıyorlar” diyorsanız yeterince konuşmuyorsunuz demektir. Onlar da sizin gibi genç oldular vaktiyle, siz meramınızı doğru anlatırsanız mutlaka anlayacaklardır.

ONUN AİLESİ NASIL PEKİ?

“Anasına bak kızını al” sözü boşuna söylenmemiştir. Hele hele yapı olarak ailesine daha düşkün ve bağlı olan kızların, ailelerinin tarz ve kişiliğinden çok farklı olmaları hayli nadirdir. O yüzden özellikle bir erkeğin evleneceği kızın ailesini iyi tanıması gerekir. Erkeklerin ise ailelerinden biraz uzağa düşebileceklerini de eklememiz lazım, her ne kadar “armut dibine düşer” ise de.

Aileyi incelerken kişinin anne-babasıyla ilişkilerine de çok dikkat etmek gerekir. Zira psikolojik bir gerçektir ki kız çocuğunun babasıyla, erkeğin de annesiyle ilişkisi evlendiğinde de sürdüreceği bir iletişim tarzının temelini atar. Babasıyla mesafeli büyümüş bir kız, eşiyle de mesafeli olacaktır muhtemelen. Annesinin şefkatli ev kadını kimliğini benimsemiş bir erkek, çalışan ya da sosyal yönü kuvvetli bir kadına (sebebini bilmediği halde) tahammül edemez. Babası kendisine aşırı düşkün bir kızın eşinden de yüceltilme beklemesi veya annesi baskın bir erkeğin pasif bir kadınla mutlu olamaması gibi örnekler de verebiliriz.

Tabii “ailesine bakın” derken aileler arasında uyumu da değerlendirmek lazım. Eşler birbiriyle ne denli uyumlu olursa olsun, ailelerle veya aileler arasında yaşanan sürtüşmeler en azından tatsızlık sebebi olacağından bu konuda da denklik aramakta fayda vardır. “Ailelerimiz anlaşabilir mi? Ben onun ailesiyle uyuşabilir miyim? diye de sorulmalıdır yani.

DOĞRU ZAMANLAMA

Yanlış zamanda yanlış karar verilir. Eğer bir bunalım dönemi yaşıyorsanız kesinlikle hayatınızı bağlayacak önemli bir kara vermeyin. Zira denize düşen yılana sarılır. Böylesi bunalım dönemlerinde öncelikler değişir, sağlıklı düşünmek pek mümkün olmaz. Evdeki huzursuzluktan kurtulmak için ilk çıkan kısmete evet diyen kızların çok yanlış seçimler yaptıkları ve daha büyük sıkıntılara düştükleri bilinen bir gerçektir.

DÖRT DÖRTLÜK OLMALI MI?

Bu dünya cennet olmadığına göre ve birçok peygamber bile evliliğinde sorunlar yaşadığına göre mükemmel, kusursuz bir uyum arzulamak fazla iyimserliktir tabii ki.

Evlenmek için illa da karşınıza dört dörtlük birisinin, bir masal kahramanının çıkmasını beklemeyin. “Onun busu eksik, bunun şusu fazla” derken sonunda eli böğründe kalıp hiç olmayacak biriyle evlenenler çoktur. Dört dörtlük uyum deyince şu soruyu sorasım geldi: “Dünyanın bir yerinde aynı sizin gibi, fiziğiyle, huyuyla tıpatıp size benzeyen birisi var” desem inanır mısınız? İnanmazsınız tabii. Çünkü insanlar hiçbiri diğerinin aynı olmayacak çeşitlilikte yaratılmıştır. En benzer dediğimiz kişilerin bile, biraz dikkat ettiğimizde pek çok farklılıklarının olduğunu görürüz.

Peki o zaman şu soruyu soralım: “Dünyanın bir yerinde tıpatıp sizin hayalinize uyan birisi var.” desem inanacak mısınız? Buna da inanmayın. Hayaller, idealler yıldızlar gibidir. Onlarla yolumuzu buluruz; ama onlara ulaşamayız. Onların gerçekleşme yeri başka diyardır. Bu dünyada bulabildiğiyle yetinmek de bir fazilettir. İsterseniz formüle edelim: Dört dörtlük beklemeyin, dörtte ikiye de razı olmayın; dörtte üçü hedefleyin. 

 

BÜYÜKLERİN VE ÇEVREDEKİLERİN KINAMALARI

Anne-babaya saygı ve onlara itaat vaciptir. Öyle ki Allah’ın en büyük vaciplerindendir. Onları üzmek, incitmek, rahatız etmek, itaatsizlikte, saygısızlıkta bulunmak hem haram hem de en büyük günahlardandır.

Anne ve babanın tecrübeleri fazladır. Her zaman çocuklarının hayrını ve iyiliğini isterler. Yaptıkları her iş, söyledikleri her söz, aldıkları her karar evlatlarının hayrına yönelik olup, hayat tecrübelerinden ve onlara karşı duydukları sevgiden kaynaklanmaktadır. İnsanlar içinde hiç kimse anne ve baba kadar çocuğunun iyiliğini düşünüp onlara şefkatli olamaz.

Genç erkek ve kızlar, anne ve babalarının şefkatlerini, onlar için maslahat gördükleri şeyleri ve evlilikle ilgili görüşlerini önemsemeli, onların tecrübelerinden yararlanmalıdırlar. Akıllı ve bilinçli anne-babanın işlerin perde arkasını gördükleri halde gençlerin perde önünü bile görememeleri mümkündür.

Fakat bazen ne yazık ki bazı anne-babalar, büyükler ve çevredekiler böyle bir şuurdan tamamen yoksun oldukları halde sırf bencilliklerinden, nefislerine uymalarından, cahillikten ve bilgisizlikten dolayı gençlerin dünyasını karartırlar. Akla ve dine aykırı düşünceleri, davranışları, yanlış görüşleri ve yersiz müdahaleleriyle adeta gençlerin önüne taş bırakmaktadırlar. Böylece sonuçta onların bedbaht ve perişan olmalarına sebep olmaktadırlar.

Bu gibi kimseler evlilik ve eş seçiminde de gençlerin önüne birçok zorluklar çıkartırlar ve neticede onların bir ömür boyu mutsuzluğuna neden olurlar. Örneğin; yanlış görüşlerini çocuklarına dayatarak onları kendi istedikleri kimse ile evlenmeye zorlarlar.

Evlatlarının sevip sevmemesi, beğenip beğenmemesi onlar için önemli değildir. Kız istemeye gelenleri kendi düşünce tarzlarına göre ölçüp tartarlar ve evlatlarının görüşüne hiç önem vermezler. İstediklerin kabul ederler ve istemediklerini de reddederler. Evlatları için uygun ve münasip bir eş bulunduğunda yersiz, haksız ve meşru olmayan bahaneler, şartlar ve beklentiler ile evliliklerine engel olurlar.

ŞİMDİ NE YAPMAK GEREKİR?

Genç kız ve erkeklerin akıllı, anlayışlı, onların iyiliklerin düşünen anne-baba ve büyükler karşısında vazife ve görevleri açıklandığı gibi bellidir. Onların görüşlerine saygı göstermeleri, nasihatlerini dikkate almaları ve tecrübelerinden yararlanmaları gerekir. Ama bunun aksine anne-baba ve büyükler akıldan yoksun, bencil, sürekli eleştiren ve bahaneci türden kişiler olduğunda ne yapmak gerekir? Gençler taşlamaları önleyebilmek, kavga ve çekişme olmamasını sağlamak veya bunları en asgariye indirmek için nasıl bir tutum içinde olmalıdırlar?

ÇÖZÜM YOLLARI:

1-    ELEŞTİREN VE TAŞLAYANLARLA YÜZ YÜZE SOHBET ETMEK

Gençlerin bu gibi taşlayanlar ve bahane getirenlerin yersiz müdahaleleriyle karşılaştıkları ve bunların haksız olduklarına emin olduklarında ilk olarak yapmaları gereken şey, utanmayı ve sıkılmayı bir kenara bırakıp bu insanlar ile yüz yüze konuşmalıdırlar. Çok edepli ve saygılı bir şekilde onlara şöyle söylemelidirler:

“Biz evlenmek istiyoruz. Siz büyüklerimizden de ricamız, bize yardım etmeniz ve mutluluğumuza engel olmamanızdır. Sizlere itaat etmek bize vaciptir ve bizde bu vacibe amel ediyoruz. Fakat size de vacip olan hayatımızı sağlam temeller üzere kurabilmemiz için bize yardımcı olmanızdır.

Sizin şu şekilde engel olmanız ve şu eleştiriniz –özür dileyerek ve saygılı bir şekilde- doğru değildir. Söylemiş olduğunuz şu kıstaslar, adetler ve teşrifatlar akıl ve İslam ölçülerine karşıdır. Lütfen sizin görüşünüzün aksine hareket etmemize sebep olacak davranıştan sakınınız.”

Bu şekilde sohbet ve yüz yüze oturup konuyu saygılı bir şekilde konuşmak sorunun halledilmesinde etkili olacaktır.

2-  ARACI BIRAKMAK

Eğer direkt ve yüz yüze sohbetten sonuç alınmazsa (veya müstakim konuşmaktan utanılırsa) ve onlar kendi görüşlerini zorla gençlere dayatıp mecbur kılmaya çalışırlarsa sıra ikinci aşamayı uygulamaya gelir. İkinci aşama şudur: Büyüklerin, sözlerini kabul edip, söylediklerinin onlar üzerinde etkili olduğunu bildiğiniz kimse veya kimselerle düşüncelerinizi paylaşıp, onlarla konuşmanız ve onlardan taşlayanlar ve eleştirenler ile konuşmalarını, onları muhalefetten vazgeçirmelerini söylemelerini sağlamanızdır. Bu iş sorunun halledilmesinde çok etkili olabilir.

Şu örneğe dikkat ediniz:

Genç bir kız Peygamberin (s.a.v.) yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Babam kendi kardeşinin oğlu (amcam oğlu) ile evlenmem için mecbur ediyor. Ben ise onunla evlenmek istemiyorum.”

Peygamber efendimiz önce -babanın hürmetini korumak için- genç kıza nasihat edip şöyle buyurdu: “Eğer yapabilirsen babanın önerisini kabul et.”

Genç kız: “Ey Allah’ın Resulü, ben amcam oğlunu sevmiyorum. Dolayısıyla onu kendime eş olarak seçemem.” dedi.

Peygamber efendimiz: “Kendin bilirsin, istersen (onunla evlenmeyi) kabul et, istersen etme.” dedi.

Sonra genç kız şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Madem durum şimdi böyle oldu, ben amcam oğlu ile evlenmeye hazırım. Bu hareketimle sadece babam ve diğerlerine kızlarının istemediği halde kendi istedikleri kimse ile evlendirmek için zorlamaya haklarının olmadığını ispat etmek istemiştim.”

Yine şunun altını çizmekte fayda var: “Büyükler ve akrabaların eleştirileri ve taşlamaları”ndan amacımız doğru, makul, şefkatli ve yerinde belirtilmiş tutarlı görüş ve istekler olmayıp, akla ve dine aykırı olan görüşlerdir.

Daha önce de açıkladığımız gibi birçok anne-baba ve büyükler gençlerden daha fazla hayat tecrübesine sahip oldukları için onların iyiliklerini ve maslahatlarını gözetirler. Bunların evlilik ve eş seçimiyle ilgili birtakım konularda gençlere göre farklı, fakat akla ve dine uygun, mantıklı düşünce ve istekleri olabilir. Bu suretle onların görüşlerine kesin bir şekilde saygı duymak, tecrübelerinden yararlanmak ve nasihatlerini dikkate almak gerekir.

Öyleyse meselelerin birbirine karışmamasına ve sorunların artmamasına dikkat ediniz. Bir konuda babanız ile aranızda görüş ayrılığı olur, işin içinden çıkamazsanız ve sizin mi yoksa babanızın mı görüşünün doğru olduğunu anlayamazsanız, kesinlikle “akıllı ve bilgili” birisine danışınız.     

  • Gençlerin evlenmesinin önündeki bir başka engel: Henüz evlenmemiş abla veya abi.

Bu engelin, zorluğun ve inancın hiçbir akli ve meşru dayanağı yoktur. Eğer büyük erkek ve kız kardeş –her ne sebeple olursa olsun- evlenmezlerse –evliliğe hazır olan- onlardan küçük kardeşlerinin evliliklerinin geciktirilmesi gerekmez. Bu müşkül ve engele itibar etmemek gerekir. Gençler yanlış gelenekleri yıkmalı ve batıl inançlar ve töreler karşısında donup kalmamalıdırlar.

SONUÇ:

Dünyada, aile yaşamında, toplumsal konularda ve akla gelen diğer her türlü meselelerde hiçbir zorluğun olmayacağını düşünmek imkansızdır. Bazı zorluklar yaşamın şeffaflaşması ve tekamülü için gereklidir. Allah hikmet gereği dünya hayatını zorluklar ve müşküllerle yaratmıştır.

Peygamberler, ıslahçılar, alimler hep zorluklar ile boğuşmuş kimselerdir.

Şu kesin ve değişmez bir kanundur: Büyük hedeflere ulaşmak için canla başla zorluklara ve acılara katlanmak gerekir. Hedef ne kadar büyük olursa, ona ulaşmanın zahmeti de bir o kadar büyük olacaktır.

İnsan evlilik ve aile kurmak meselesinde de –ki büyük hedeflerdendir ve insanın dünya ve ahiret saadetinde önemli rolü vardır- zorluklara katlanmalıdır.”

İslami Kimliği ön planda olan, tebliğ, davet ve Kur’ani yaşamın hayatını belirlediği, tevhid peygamberlerinin takipçisi bir gençliğin ümmetin kurtuluşunun teminatı olacağı bilinci ile, Rabbimizin  bizleri tevhid mücadelesinin adanmışları olarak bu dünyadan ayrılmamızı nasip etsin duası ile panel son buldu.

Etiketler : #İLKAV   #gençlik   #panelinden   #notlar   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN