DUGİN'İN ENTELEKTÜEL FAŞİZMİ VE YENİ AVRASYACILIK

Said ALİOĞLU

02-08-2010 11:40


“Faşizm, bir ruh hali olarak insanı var olduğu günden bugüne, fıtratın yitimi, bozguna ve ifsada uğraması neticesinde sarıp sarmalayan bir öze sahiptir.”

 

Dugin’in Entelektüel Faşizmi…

 

Düşünce tarihi içerisinde birçok konu ya semavi kaynaklı olup, vahiyle insanların idrakine sunulup, sistemleşmiştir. Ya da doğrudan vahiy dışı bir emeğin ürünü olup, temel kalkış noktası olan dünyevilikten sadır olup, başka türlü sistemleşmiştir. Bir bilginin vahiy kaynaklı ya da salt beşer kaynaklı oluşu onun kabul görmesinde bir akılla ilişkisi olduğu ve aynı zamanda da ‘zihinsel anlakçılık’ anlamına gelen entelektüel bir boyutunun varlığını gösterir. Entelektüalizm, ince düşünüşün, insanın hayrına olacak şekilde dışa vurumudur. Bu böyle ise, olumsuz bir ruh hali olarak tavsif ede geldiğimiz faşizmin entelektüel boyutu olabilir mi? Bizce hayır ama; Rus felsefeci ve siyaset adamı, aynı zamanda da Avrasyacılık düşüncesinin günümüz mimarı Aleksandr Gelyeviç Dugin, kendi oluşturup, sistemleştirmeye çalıştığı düşüncesinin temellenmesi uğruna bir ‘Entelektüel faşizm’den bahsetmektedir. Onun entelektüel faşizmi olsA olsa koca bir toprak parçası üzerinde sözde Anglosakson hakimiyetine karşı Avrasya kıtasının göçebe özelliği bariz olan halklarının her açıdan birliğinden ziyade, süper güçlüğü elinden giden Rusya’yı tekrar diriltme çabasıdır. Amerika nasıl ki, BOP projesi içerisine Türkiye gibi bir ülkeyi dolgu malzemesi olarak dahil ediyorsa, Rusya da aynı saiklerle başka ülkeleri dolgu malzemesi olarak kullanmak istemektedir.

 

Bu tezimizi Türkiye bağlamında ‘Kızılelma Koalisyonu’ içerisinde yer aldığını gözlemlediğimiz bazı ulusalcı-sol çevrelerle birlikte İslamcı, İslami dünya görüşünü bırakıp, salt jeopolitik ve stratejik alana yoğunlaşan bazı siyasi ve sosyal çevrelerin tavır ve tutumları haliyle desteklemektedir! Dugin, bizce dolgu malzemesi anlamıma gelecek şekilde “Rus Jeopolitiği” adlı eserinin ön sözünde şöyle demektedir:

 

“Büyük Rus filozofu Konstantin Leontev, Rusya ile Türkiye’nin mukadderatının birleşmesi gerekeceğini henüz 19. asrın sonlarında söylemiş, o zamanın bu iki imparatorluğunda pek çok ortak nokta bulmuştu. Leontev’e has olan bu Turkofillik (Türk severlik) daha sonra Trubetskoy’dan; Gumilev’e kadar Rus Avrasyacılarının Turkofilliği şeklinde yeniden canlandırıldı. Dost Türk halklarının imparatorluk kurucu saikin değerini idrak eden biz Slavlar, dostluk elini uzatmaya hazırız. Avrasya çok büyüktür ve enginlikleri herkese yeter.”

 

Aynı önsözün bir yerinde de Avrasyacılığı  Anglosakson ittifakına karşı konumlandırırken de şöyle demektedir:

 

“Eğer bu yüzyıla Amerikancı” olma hükmü verilmişse, o zaman Avrasya’yı ölüm bekliyor. Çünkü jeopolitiğin başlıca yasasına göre, bir deniz medeniyeti olarak Atlantikçilik, bir kara medeniyeti olarak Avrasyacılığın doğrudan karşıtıdır.”(1) 

 

Haliyle tarih boyunca, aileler, aşiretler, çeşitli menfaat grupları toplumlar ve devletler kendi çıkarları tehlikeye düştüğünde ve kendi menfaatlerinin çoğaltımı için bir takım çıkar ilişkisi içerisine girmişler, kalıcı veya geçici birliktelikler oluşturmuşlardır. Günümüz dünyasında da bu tür oluşumları görmekteyiz. Ör. NATO, BOP, BDT, Bağlantısızlar vs. Menfaat ilişkileri bağlamında Avrasyacılığın da elbette elle tutulur, gözle görülür bir yanı mutlaka vardır. Ama burada esaslı olan kalıcı bir birliktelik mi, yoksa “ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek” gibi bir hinlik mi söz konusudur?  Bizce, temelde Anglosakson bir deniz/aşırı medeniyetçiliği bahane kılıp, Avrasya bozkırlarının Slav/Rus olmayan halklarının birliktelik çerçevesinde sömürülme düşüncesi yatmaktadır. Ve belki de Avrasya sahası, Rusya açısından diğer bölge ülkelerini ve halklarını yutma, avlama açısından ‘Avrusya’ya dönüştürülmek istenmektedir!(2) Bu düşünce Sovyetlerin yıkılmasından sonra tekrar gündeme gelip, pratikleştirilmeye çalışıldı. Ve bu düşüncenin Türkiye ayağı da geçmişin Maocusu, sonrasının ise, PKK sözcüsü konumundaki ve daha sonra da Kemalizm’i keşfedip, onun sol/sosyalist ve aynı zamanda da döneminin en ‘anti emperyalist’ hareketi olarak gören Doğu Perinçek ve hempasının gayretleri sonucu oluşturulan ’Doğu Halkları Kurultayı’na kadar uzanmaktadır. Ama sözde faşizm karşıtı bir bloktan, zaman içerisinde yayılmacılık ve sömürgecilik üzerine kurulu ve aynı zamanda da stratejik açılımları aynı yeni bir Rus dalgası yayılmaktadır! Komünizm tutmadı, faşizm verelim!

 

Bir ruh hali olarak ‘kadim’ faşizm…  

 

Faşizm, bir ruh hali olarak insanı var olduğu günden bugüne, fıtratın yitimi, bozguna ve ifsada uğraması neticesinde sarıp sarmalayan bir öze sahiptir. Yüzlerce yıldır insanla hep var olagelmiş, onun karabasanı olmuş, onu dünyaya, çevresine ve insanlığa, çoğu zaman da kendisine karşı durmaya zorlamıştır. “Allah, insan ve çevre”den oluşan üç ilişki biçiminde de  ihanetler içerisinde olmuştur diyebiliriz. Kur’an’dan yola çıkarsak, bu karşı çıkışları, bozgunu ve ifsadı baz aldığımızda en belirgin faşizm örneğini kendisine öğretilmiş olan şeyleri çok iyi  bildiği halde şeytanın kendisinde, yapıp ettiklerinde müşahede edebiliriz. Bu faşizan halet-i ruhiye’nin özne olarak mağdurluk anlamında muhatabının ilk insan olan Adem ve Havva ve ondan sonra gelenler olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Ki, bu halet-i ruhiye’den dolayı sair insanlar da potansiyel olarak kötülüğün kaynağı olarak görülen şeytanın iğvasına düçar olmuşlardır! Faşizm, günümüz itibarıyla kendisine zemin bularak insanlarla birlikte, sair dünya görüşlerini de kapsayacak şekilde siyasi arenada arz-ı endam etmiş, muhatabını ‘ötekileştirme’ üzerinden etkisi altına almıştır. Bir insanın dünya görüşü ister İslam’dan mülhem olsun ve isterse de iddia olunduğu gibi insanlara haddinden fazla özgürlükler vaat edici argümanları içersin, eğer –bir haklılığı baz alsa bile- kendisini merkeze alıyor ve buna rağmen de diğer insanları bir özne olarak değil de makine kabilinden nesneler şeklinde tasnife yöneliyorsa, temeli yaratılışa (fıtrat) dayanan hak ve özgürlüklere karşı duruyor demektir. Faşizm, bu haliyle ifsadı yaygınlaştırıyordur! Burada dünya görüşünden ziyade, olumsuz bir ruh hali olan faşizm, sosyal, siyasal, iktisadi ve kültürel alanlarda var demektir. İster bunun adına; sosyalizm, solculuk, sağcılık vb. densin. Düşünce farklı olsa bile, gelinen noktada murat edilen aynı şeydir. Ör. Sovyet deneyimi; Çin kültür devrimi; PKK terörü, Ergenekon vs.

 

Bir ‘siyasal’ hal olarak Faşizm…

 

Bir siyasal kavram olarak faşizm nedir:? Faşizm; İtalyanca bir kelime olup “anti komünizm” anlamında kullanılmıştır. Ve soğuk savaş döneminde de siyasi literatürü etkileyen bir ağırlığa sahip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’da ortaya çıkan, antikomünist, devletçi, toplumcu ve milliyetçi hareket ve idare tarzı olarak, 20. yüzyılın şartlarında kendisine zemin bulmuş bir ideolojidir. Alman Nazizmi, İspanyol Falanjizmi, Arjantin Peronizmi olmak üzere Mussolini dönemi İtalyası’nın sağcı karakterli siyasi hareketleriydi. Bu saydığımız ülkeler ve başlarındaki liderlerin sık sık uygulama alanı bulmaya yönelik ‘saf ırk’ söylemleri ve yıkıcı çabaları kendi hakimiyet alanları döneminde hem kendi halklarının ve hem de diğer halkların helakine sebep olmuş, yıkıcılığı uzun bir dönem kalıcı izler bırakmıştır. Ör. Hitler’in Nazi Almanya’sı hayali yerlerinden sürülen, bir holokost’a uğrayan Yahudiler ve Romanlar. Nazi faşizmi aynı zamanda da Yahudi göçünün sebepleri arasında sayılmış, bu nedenle de Ortadoğu’nun kalbine Siyonizm’in zehirli hançerini saplamıştır. Ve buna bağlı olarak bir faşizm kurbanı olan Yahudiler, çektikleri ve ders almaları gereken acıları görmezden gelip, Amerikan emperyalizminin de desteğiyle yeni bir faşizm örneği sergilemişlerdir. Siyonizm ve Filistinliler bağlamında faşizm, yeniden üremiş oluyor aynı zamanda! Faşizm, ‘de faktö’ bir durum olarak 20. Yüzyılı esir aldığını söyleyebileceğimiz komünizme karşı bir duruşu içerir. Bu yönüyle de diğer dünya görüşlerinden ayrı olarak, bilimsel disiplinlerin gölgesinde bir mesnede dayanmamış ve bu özelliğiyle de ciddi bir şekilde yol göstericilikten mahrum kalmış ve salt bir ideolojiye dönüşmüştür. Zaman içerisinde salt din temelli de olsa birçok dünya görüşü bir takım etmenlerden ötürü bir değişime uğrayıp asliyetini kaybetse bile, faşizmin bu kategorilerde bulunmayacağını açık yüreklilikle söyleyebiliriz. Zira faşizm, de faktö olarak, ruh halini tanımlar iken, 20.yüzyılda siyasi bir kavrama dönüşmüştür. Siyasi bir kavrama dönüşse de faşizm, faşizm olarak anılacaktır. Bu nedenle de onun için olumluluk anlamında bir değişimi, dönüşümü, hoşgörüsü, tüm insanları kucaklaması düşünülemez, bile! Yukarıda da belirttiğimiz gibi, buna rağmen Avrasyacı dünya görüşünün önemli düşünürlerinden Rus akademisyen ve siyaset adamı Aleksandr G. Dugin “entelektüel faşizm”den bahsetmektedir.

 

Yeni Avrasyacılık…

 

Aleksandr Dugin, bu konuda şöyle demektedir: “Yeni Avrasyacılık, günümüzdeki durumu küresel boyutta idrak etmeyi önermektedir. Biz tek bir kutuplu dünyanın, yani doğrudan Amerika’nın  kontrolünde ve Anglosakson siyasi, iktisadi ve dini değerlerin hakimiyetindeki küresel Atlantikçi imparatorluğun kuruluşu eşliğinde  bulunmaktayız. Jeopolitik açıdan söz konusu olan, denizin küresel zaferi ve karanın mağlubiyetidir. Demek ki, yeni dünya düzeninin kurbanları sadece karasal devletlerin siyasi, stratejik menfaatleri değil, tek dünyacı (mondialist) ikameci kültürün Procrustes 1 yatağına sığmayan tüm geleneksel değerler ve normlar sistemi olacaktır.”(3)

 

Bu görüşü Aleksadr Dugin dile getirmemiş olsa ya da Rusya’nın ta çarlık döneminden tutun da yetmiş küsur yıllık komünist dönemi de yaşanmamış olsa idi, yazarında belirttiği gibi tek kutuplu bir dünyada Anglosakson merkezli ve Yahudi destekli bir baskı yönetiminden dolayı bizde kendisine hak verecek, onun şahsında ürettiği düşüncelerini anlayacak, itibar edecek ve hak verecektik. Ama; ne bizim acılarımız ve ne de onların –yani Rusların- bize karşı yayılmacı emelleri bitmedi ki! Gelin burada ‘biz’i ikiye ayıralım; birincisi, bir devletler hukuku çerçevesinde dünya konjöktüründe bir yer arayan, haliyle de bulan, kendi içerisinde ulusalcılığı bayraklaştıran, dışarıda ise, konjönktür hazretlerini alıp baş tacı eden hali hazırdaki devlet ve onun şekli görüntüsü olan rejim ve bir aldanmışlık sonucu devlete bağlı insanlar; ikincisi ise, kendini bir ıslah çabası içerisinde olgunlaştırmaya çalışan ‘biz’ Müslümanlar!

 

İşte burada Avrasyacılık, bu ülkeye hükmeden ulusalcı karakterli olan bir devlet için ne anlam ifade eder ve aynı zamanda da devlete/rejime bağlı bir toplum Avrasyacılıktan ne hayır umabilir bilinmez ama, geçmiş dönemlerde karakteri belirtilen devleti, rejimi Amerika’nın gölgesi altında göründüğünden “sağcı, faşist, gerici vb.” tonda değerlendirip suçlayan bilumum sol çevrelerin büyük bölümü Sovyet bloğunun çökmesiyle birlikte, ortada kaldılar. Sovyetlerle birlikte bir sosyalist disiplin içerisinde Arnavutluk/Enver Hoca pratiği; Çin/Maocu -‘üçüncü dünyacılık”-pratiği de aynı akibeti görünce, sarsıldılar. Başta, 12 Eylül öncesinin önemli sol örgütlerinin büyük bölümü ya kendilerini tasfiye ettiler, ya da daha radikalleşerek, gerek içerde ve dışarıda bir mücadele içerisine girdiler. 12 Eylül ve peşinden gelen Amerikan tandaslı Özalizm’le birlikte fevc, fevc liberalleşip saf değiştirdiler. Bundan dolayıdır ki, sol gruplar, geçmiş tecrübelerinden kaynaklanan pratiklerini sergileyemez oldular, diğer dünya görüşüne mensup insanlara ve yapılanmalara şekilsel bazda değişen rejimin de rüzgarını arkalarına alarak karşı çıkmaya çalıştılar. Tabii ki, istisnaları da oldu! Hak ve adaleti gözeten bir bakış açısını, ne olursa olsun değiştirmeyen gruplar ve şahıslar da her zaman var oldu.

 

Dipnotlar :

 

(*) Aleksand (Gelyeviç) Dugin; 1962 Moskova doğumlu. Yüksek öğrenimini filoloji üzerine yapmış olup Rusça ile birlikte İngilizce, Almanca ve Fransızca bilmektedir. Konumu ile ilgili birçok görevde bulunmuş olan Dugin 2002 yılından bu yana “Neo Avrasya”  hareketinin siyasi yapılanması konumundaki “Avrasya Partisi”nin genel başkanlığını yürütmektedir. Partisi 7 Aralık 2003’te Duma milletvekili seçimlerinde “Büyük Rusya-Avrasya Birliği” seçim bloğu olarak katılmış ve %,28 oy alabilmiştir. Dugin’in doksanlı yıllardan buyana bir birçok kitabı yayımlanmıştır. Kitaplarında genellikle Avrasyacı bir bakış açısıyla jeopolitik konuları işler. Eserlerinden bazıları şunlardır; 1-Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım Küre Yay. İst-2003; 2-Avrasya’nın Dinsel Dramı (1996); 3- Kilise Çanının Metafiziği (1996)

 

1 - Rus Jeopolitiği-Avrasyacı Yaklaşım; Küre yayınları İst-2003

 

2 - Bkz. Yazar Çetin Ağaşe; “Avrusya: Bir Gazetecinin Çeçenistan ve Azerbaycan Anıları”

     adlı kitabı. İyidost Yay., İst-2003.

 

3 - Rus Jeopolitiği- Avrasyacı Yaklaşım; Küre Yayınları, İst-2003

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN