DUA DUA DUA -ı-

Nihat GÜÇ

12-02-2022 09:52


Dua; bağlanmaktır, yaratıcının farkına varmaktır. Acziyetini bilmek ve el açarak BUNU dile getirmektir. Her neye ihtiyacımız varsa yalnızca Allah’tan istemektir. Kimimizin, kimsemizin olmadığının farkına varmaktır. Yalnızca Allah’tan dilenmektir. Çünkü Yüce Allah bizden; “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha/5) dememizi ve bu minvalde bir yaşam kurmamızı istiyor.

Dua yalnızca Allah’a olması gerektiği gibi, aynı zamanda Allah’ın istediği gibi de olmalıdır. Yani bir şekli, bir şurutu da olmalıdır. Dua; sıradan bir iş ve sıradan bir işlem değildir ki kafamıza göre yapalım. Şeklini, zamanını belirleyerek çerçevesini çizelim. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Yüce Allah bizi başıboş bırakmayarak yol ve yordam göstermektedir. Eğer nasıl dua edeceğimizi bildirmemiş olsaydı bilemeyebilirdik. “...(Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara/286) 

Eğer Allah bize yardım etmezse halimiz haraptır, eğer Allah bizi unuttuklarımızdan hesaba çekecek olsa perişan bir vaziyette darmadağın oluruz. Ya da Yüce Allah’ın bizlerden istedikleri, gücümüzün yetmediği, zihnimizin almadığı, bedenimizin kaldıramadığı durumlar söz konusu olsaydı halimiz nice olurdu. Viraneye dönerdi yaşamımız.

Kişi yaptığı dualar sayesinde ayakta kalır ve Allah katında değer kazanır. Her zaman ve her yerde değerlenmek ve değer kazanmak için dua etmek gerek, hem de içten ve samimice. Gecenin bir vaktinde ışıkları söndürdükten, aradaki tüm perdeleri kaldırdıktan sonra bizi yaratan Rabbimize el açarak; “ben buradayım, her şeye rağmen kapındayım, emrine amadeyim, pişmanım, biçareyim, günahkarım, yapamadım birçok şeyi. Yaptıklarım da belki hakkaniyete uygun olmadı. Sen affet!” diyebilmektir. İletişimi direkt sağlamak için bütün aracıları diskalifiye etmek, ilahlık taslayanları elinin tersiyle ters köşeye yatırmaktır. 

Evet! Sen ve Rabbin! 

Evet! Ben ve Rabbim!

Her olayda olduğu gibi duada da Yüce Allah’ın karşısında olduğumuzu farz ederek yalvarmaktır. Biz O’nun nurunu göremeyiz çünkü gözlerimiz O’nu görmekten acizdir. Yeterli donanıma ve yeterliliğe sahip değildir. Ancak O’nun bizi her an görmekte ve gözetlemekte olduğunu unutmayacağız. Unutamayız da. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in vurgulamak istediği ihsan derecesi de bu değil mi? “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da, O seni görmektedir…” (Buhari, Tefsir, 2) Dua da böyledir ve bu minvalde anlaşılmalıdır. 

Yüce Allah’ın beni, seni, hepimizi duyduğunu ve yaptığımız bütün dualara cevap verdiğini bilmemiz lazımdır. Aksi taktirde rotamızı kaybedeceğimiz gibi kulluğumuzu da kaybederiz. 

Karşısına geçerek el pençe durduğumuz ilahi makamın farkında olmamız gereklidir. Ama temiz elbiseler giyerek, ama helal yiyecekler yiyerek, ama temiz bir ortamda bulunarak dua etmemiz bu işin birinci ve öncelikli şartıdır. Ancak Allah’ın bizlerden istediği davranışlar sergilendiği oranda yapacağımız dualarımız makbul olabilir. 

Her şeyin bir kuralı olduğu gibi dua etmenin de elbette kuralı/kuralları vardır. Bir hadisi şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah temizdir, sadece temiz olanları kabul eder. Allah peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Allah Peygamberlere: "Ey peygamberler, temiz ve helal olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın” (Mü’minûn 51) buyurmuştur. Mü’minlere de: “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların helal ve temiz olanlarından yiyin” (Bakara 172) buyurmuştur. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar, saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak, “Ya Rabbi, ya Rabbi” diye dua eder. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir.” (Müslim, Zekat, 65) Dua her zaman ve herkes için başvurulması gereken bir durumdur. Ancak helal bir rızıktan sonra yapılan dua daha da önemli hale gelecektir.

Her daim dua edeceğiz. Pes etmek, gocunmak, yorulmak, darılmak ve geri dönmek yoktur. Zaman ve mekanda da direnmeyeceğiz. Dua bir ibadet olduğuna göre; “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr/99) ilahi fermanı gereği dua dua yalvaracağız yakine erinceye kadar. 

Yaptığımız duaların kabul edilmediğini, boşa gittiğini düşünmek ve geri çekilmek, vazgeçtim demek yok kitabımızda. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.): “Sizden herhangi biriniz ‘dua ettim de kabul olunmadı’ diyerek acele etmediği sürece duası kabul olunur.” (Tirmizi, Deavat, 12) buyurmaktadır. Ne güzel bir durum. Kabul edilmedi değimiz zamana kadar yaptığımız dualarımız kabul olmaktadır.

 Yalvarmaktan başka bir çaremiz, yakarmaktan başka bir şansımız yok bizim. Kapısını çalacağımız, yardım dileneceğimiz, el açarak yardımına muhtaç olduğumuzu vurgulayacağımız başka bir kapımız da yok. Hem garip varlıklarız bu dünyada hem de yeterli donanıma sahip de değiliz bu yolculukta. Donanımımız, duamızdır. Teçhizatımız, duamızdır. Silahımız da duamızdır. Yetersizliğimizi ancak Yüce Allah’a içten ve samimi yapacağımız dualar ile izale edebiliriz. 

Ashab-ı Kehf gibi sıkıntının en zirve yaptığı anlarda bile dua eksik olmayacak dilimizden; “Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.” (Kehf/10) Allah’tan gelmeyen bir hayrın kime ne fayda sağlayabilir ki? Rahmete gark eden, doğruya ulaştıran, sıkıntıdan kurtaran bir yardım istediler bize rehber olarak tanıtılan Ashab-ı Kehf gençleri.

Hz. Muhammed (s.a.v.) de hicret ederken yolda en zor anlarda bile dua etmekten, Allah’a güvenmekten kaçınmamıştır. Hz. Ebu Bekir ile yol alırken sıkıştıkları anda mağaraya sığınan iki kişiden biri Peygamber Efendimizden başkası değildir. “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe/40) 

Hz. Musa (a.s.) Mısır’dan kendisine iman edenlerle beraber hicret ederken Kızıldenize dayandıkları vakit arkalarından da Firavun ve askerleri yetişmek üzereydi. İşte tam da bu noktada; “İki topluluk birbirini görünce Musa’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.” (Şu’ara/61) dediler. Ya duayı unuttular ya da imanları dua edecek kadar kuvvetli değildi. Ama imanı güçlü ve kuvvetli olan; “Musa, “Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.” (Şu’ara/62) 

Bedir savaşında bir avuç Müslümanın Allah’ın dininin yücelmesi ve yeryüzüne hakim olması için canlarını dişlerine takarak savaş alanına geldiklerini belirten Hz. Muhammed (s.a.v.); “Allah’ım! Senin (zaferle ilgili) bana verdiğin sözünü ve ahdini tahakkuk ettirmeni istiyorum...”(Buhari, el-Meğazi, 4) diye dua etmiştir.

Her insan için sadece sıkıntı anında değil bolluk, huzur ve refah anında da dua lazımdır. İnanan ve teslim olan bir insanın giriştiği savaşı kazanması, içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulması halinde de dua eder, kaybettiğinde de, belaya duçar kaldığında da, hastalandığında da dua eder. Çünkü dua etmekten başka bir enstrümanı yoktur Mü’min kişinin. Ancak kafir olanların dua ve yalvarmaları ise şu ayetin vurguladığı gibidirler; “İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin." (Zümer/8) ilahi fermanı bize kafirlerin yaptıkları gibi duanın sadece sıkıntı ve darlık anında yapılması gerekmediği gibi asıl duanın bolluk, mutluluk, huzur ve ferahlık dönemlerinde olması gerektiğini muştular. 

Dua aynı zamanda yetersizliğimizin farkına vararak ilahlaşma yolunda ilerlemekten de alıkoyar. Yüce Allah; “Bu Kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.” (Mü’min/2-3) Döneceğimiz yerin farkında olursak ilerlediğimiz yola, attığımız adımlarımıza da dikkat ederiz.

 Dua etmek değer vermektir, değerlenmektir, değer biçmektir. İnsanların vereceği değerden ne çıkar? Siz asıl Yüce Allah’ın verdiği değere ve edere bakın. Eğer Allah insana değer vermişse varsın tüm insanlar sizin değersiz, pespaye birer varlık olduğunuzu söylesinler ve iddia etsinler, boştur. Unutma ki; "Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Yunus/107) Ne güzel bir vaad. Vaad eden güzel olunca vaad ettiği şeyler hiç güzel olmaz mı? 

Allah bir tarafa, kainattaki bildiğimiz veya bilmediğimiz bütün varlıklar bir tarafa. 

Allah bir tarafa, bütün bir insanlık bir tarafa. 

Allah bir tarafa; bütün süper güçler, bütün teknolojik alet ve edevatlar bir tarafa. Çünkü dua ederek hayatını düzenleyen bir Mü’min; “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde, kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara/256) 

Evet! Kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmak herkese nasip olmayan bir konudur.

Allah’ın bize değer vererek yüceltmek istediğini şu ayetten öğreniyoruz; “(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!..” (Furkan/77) buyurmaktadır. O halde basit varlıklar olarak Yüce Allah katındaki değerimiz yaptığımız duamız kadar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne kadar dua ediyorsak, ne kadar yalvarıyorsak, ne kadar kusurlu varlıklar olduğumuzu ifade ediyorsak o kadar değerliyiz demektir. Sıradan bir makam veya mevkideki bir şahsın karşısında değil, her şeyi var eden Yüce Allah’ın karşısında değerliyiz demektir. 

O halde buyurun (dua ederek) değer kazanmaya. 

Unutma! Ne  kadar dua edersen o kadar değer kazanacaksın. Çoğalt duanı, arttır iletişimini.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN