"İslam dünyası, iç cahiliyeye düşmenin bedelini ödüyor"

Milli Gazete'den Mustafa Canbey, yazar Hamza Türkmen'le Müslüanların sorunları ve çözüm arayışları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Türkmen, röportajda dikkatleri Müslümanların bünyesel sorunalrına çekiyor ve çözümün de öncelikle bünyesel ıslah çabalarında olduğunu söylüyor.

15-04-2010


Müslüman Camianın Fikir ve Eylem Adamlarından Hamza Türkmen:

"Önce iç hastalıklarımızı temizlemeliyiz"

Müslümanlar son dönemde kendi içlerinde bazı konuları tartışıyor. Buna bir özeleştiri ya da kendini dünya şartlarında yeniden tanımlama da diyebiliriz. Karşılaşılan durumlar bazı zaaflarımızı ortaya çıkardı ve beraberinde etik sorgulamalar da başladı. Bu hafta bu konuda Haksöz Dergisi'nde yazılarıyla tanıdığımız Hamza Türkmen ile konuştuk. Türkmen'in "Türkiye'de İslamcılığın Kökleri", "Türkiye'de İslamcılık ve Özeleştiri" ve "Ulusçuluk  Çıkmazı: Kürtler ve Çözüm Arayışı" isimli kitapları bulunuyor. Sivil toplum alanında etkili çalışmalarıyla tanınan fikir ve eylem adamı Türkmen, Müslümanların kendilerini yeniden tanımlaması gerektiğine dikkat çekiyor.  Türkmen, "I. Dünya Savaşı'nda bütün İslam coğrafyası emperyalistlerin istilası altındaydı. Geri çekilirken de suni, yapay sınırlarla coğrafyamızı bölerek Batı eğilimli işbirlikçi yönetimler bıraktılar. Zaafa uğramış ümmet yapısını ulusal toplumlara dönüştürdüler. Kendi iç hastalığımız zuhur etmişti bütün kabahati dışarıda aramak doğru değil. İçimiz mikroba dayanıklı halde değildi." diyor. (Mustafa Canbey)

İslam bu ülkenin asli gücü ama bakıyoruz ki özellikle kimlik inşası konusunda sıkıntılar var. Müslümanlar dünya şartlarına kendi kimlikleri açısından bir cevap verdiler mi?

Dünyada 6.5 milyar insan, 1.5 milyar da Müslüman olduğu söyleniyor. Fakat kendini İslam ile irtibatlı ifade eden insanların haline baktığımızda kendi kimliğini netleştiren kesim sınırlı olmakla beraber, Batılı paradigmayı benimseyen demokrat, sosyalist, geleneksel ya da ulusalcı, kavmiyetçi kimliklerin kirini elbisesine bulaştırmış halde Müslümanlar.

Kafalar oldukça karışık yani

Evet. Elbiseler oldukça kirli. Allah, Rasulüne diyor ya, "Kalk Rabb'ine tekbir et, elbiseni temizle" diye.

Bu sürece nasıl geldik?

Ciddi bir tarih ve toplum değerlendirmesi yapmamız lazım. Türedi bir hal değil, geçmişimize bakmamız lazım. I. Dünya Savaşı'nda bütün İslam coğrafyası emperyalistlerin istilası altındaydı. Geri çekilirken de suni, yapay sınırlarla coğrafyamızı bölerek Batı eğilimli işbirlikçi yönetimler bıraktılar. Zaafa uğramış ümmet yapısını ulusal toplumlara dönüştürdüler. Kendi iç hastalığımız zuhur etmişti bütün kabahati dışarıda aramak doğru değil. İçimiz mikroba dayanıklı halde değildi.

Batı aydınlanmasının Müslümanlar arasında büyük bir tesiri olduğunu ama asıl sorunun Müslümanların kendisinde olduğunu söylüyorsunuz.

Evet kendi iç hastalıkları... Buna 'sömürüye hazır olma hali' de diyebiliriz. Siz sömürüye müsait değilseniz hiçbir sömürgeci sizi sömürgeleştiremez. Yenilirsiniz, dayak yersiniz, öldürülürsünüz ama sömürülmezsiniz. Mücadele sürer. Ama İslam dünyası kendi iç cahiliyesine duçar olmuştu. Bizim en önemli rehberimiz Kur'an'dır. Biz ümmet kardeşliği boyutunda Kur'ani ilkelerden uzaklaştık. Allah katına iletilen değer yerine insanların ürettiği yorumları asıl yapmaya başladık saltanattan mezhepleşmeye kadar... Evet, mezhepler olabilir ama mezhepçilik büyük bir taassuptur. Böyle bir asabiye içine düşmüştük. Zaaflı da olsa Osmanlı toplum yapısı İslam'a aittir. Ama emperyal devletler coğrafyamızı işgal ettiklerinde geri çekilirken burada ulus devletler oluştu. İslam coğrafyasında, ulus devlet bakımından ilk model de Türkiye'dir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bu hareketin lideri Mustafa Kemal, bugüne kadar hayatımızı belirleyen bir söz söyledi: "Ümmetten bir millet yarattık" dedi. Burada millet Kur'an'ın işaret ettiği bir millet değildir. Bir ulustur.

Ümmetten, 'seküler, laik, modern yapı ürettik, ilerliyoruz' dediler. Batının istediği de buydu, ümmeti dağıtmak ve ulus toplumlar şeklinde yeniden üreterek buradaki pazarı etki altına almaya çalışmaktı

Bunu da başarabildiler mi?

Netice itibariyle başardılar. Asıl bizim hikâyemiz, dayatılan ulus kimlik, üst kimlik midir yoksa ümmete ait bir İslami kimlik mi üst kimliktir çatışmasıyla başladı. Gerçekten bu halkın İslami eğitimi yasaklandı, vakıflarına el konuldu, dünyada başka örneği yok, yazı dili yasaklandı. Birçok değerimiz yasaklandı. Ve pozitivist birçok manada tedrici olarak batının istediği bir toplum haline getirilmeye çalışıldı. İngiliz hâkimiyeti olsaydı ancak bu kadar olabilirdi zaten. Toplumun kendi hukuku kaldırıldı faşist İtalyan ceza hukuku getirildi. İsviçre Medeni Kanunu'yla Medeni kanun yapıldı.

 

70'Lİ YILLAR DÖNÜM NOKTASI OLDU

Gelinen noktada aslında bazı kazanımların olduğunu göstermiyor mu? Yoksa bir yabancılaşma mı söz konusu?

Müslümanlar kendi kimliklerini yeniden tanımlamak imkânını 70'li yıllarda yakaladı.

70'li yıllardaki öze dönüş hareketlerinin kültürü Türkiye'ye yansıdıkça, etkilenmeler oldu. Yeniden kendi kavramlarımızla tanıştık. Genç insanların, Kur'an ile irtibatlı bir çığır açtıklarını görüyoruz. Türkiye'de İslami aidiyetlerini kültürel olarak devam ettiren hem insani hem de İslami bir duyarlılık var. Türkiye toplumunu bununla değerlendirmemiz lazım. Din fıtri bir olay. Tarihi süreç içerisinde bir kopukluk vardı ve 70'li yıllarda o kopukluk biraz giderilmeye çalışıldı. Mevdudi'nin 4 Terim kitabı Türkçe'ye çevrildi. Bizim kuşağımız müşrikleri daha ziyade ateist, maddeci tipler olarak algılardı. Halbuki bu kitabı okuduğumuzda Allah'a inandıklarını ama hüküm alanında ortak koştuklarını öğrendik. Türkiye'de Müslümanım deyip de beğenmediğimiz tipler vardı ama tanımlayamıyorduk. Tanımlamaya başladık. Bu insanlar seçim meydanlarında Kur'an'ı öpüp başlarına koyuyorlar ama diyorlar ki Kur'an'ın 200 tane ahkâm ayeti var bunlar hariç... Şimdi bunları değerlendirmeye başladığımızda biz kimliğimizi sağcı, devletçi milliyetçi, kirlerden arındıralım diye düşünmeye başladık. Bu konuda bizim ölçümüz olan Kur'anla tanıştık ve Kur'an'da bizim ismimizin sadece Müslüman olduğunu öğrendik. Türk Müslüman, Kürt Müslüman, sağcı Müslüman, milliyetçi-muhafazakar Müslüman değil sadece Müslüman. Ama cami cemaati başta olmak üzere diğer büyük kitleler ise hala sağcı, milliyetçi, muhafazakâr kirliliklerini devam ettiriyorlar.

Şimdi durum farklı mı? Halen de devam ettiriyorlar mı?

Evet ettiriyorlar. O zaman biz bir tevhidi uyanış sürecinden söz edebiliriz. Süreç gerçekten Kur'an'ı yeniden okumak kavramları netleştirmek konusunda çaba sarf eden Müslümanlar'ı ifade eder. Ama bu süreç emekleme döneminde, hatalar oluyor ama kazanımlar da oluyor. Nerede Müslümanlar adına turtalı bir açılım, dinamizm varsa genellikle tevhidi uyanış çizgisinden yararlanmıştır. Ama bu söylem Türkiye'de yeteri kadar modelleşebildi mi? Hayır zaafları oldu. Ama bu çizgi önemli. Seyyid Kutup denilen bir olgu vardır. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler'de, "İçinde yaşadığımız toplum Kur'an temelli değil. Eğer vahiy toplumu değilse o zaman cahiliye toplumudur" der. Demek ki biz ümmeti kaybettik. Kur'an temelli ümmeti, Resululah'ın Mekke siluetinde ortaya koyduğu örnek gibi yeniden Kur'an merkezli olmamız lazım. Müslümanlar İslam'a Kur'an merkezli bakmıyorlar. Parça doğrular var. Yeniden Kur'an'la hayatı okumamız lazım diyen bir çağrı. Bu çağrı çerçevesinde Türkiye'de bir uyanış oldu. Evet, Türkiye'nin şartlarının iyileşmesi işimize gelir. Ama Türkiye'deki Müslüman toplum üzerlerindeki muhafazakâr milliyetçi, sağcı kirleri temizlemeli. Kirlilikten hicret etmeli. Bunu bir çağrıyla yapacağız. Allah, Kur'an-ı Kerim'de, "Yeterince vahiyle uyarılmış bir toplum" diyor. Sorun şu, içinde yaşadığımız toplumu yeterince vahiyle uyarılmış mı? Uyarılmamış. Peki, gereğince vahiyle uyarılacak bir nüve, bir Kur'an nesli üretebildik mi? Üretemedik. Ama bunu düşünen insanlar var. Bu insanlar çok büyük kazanımımız. Tüm bu süreç içinde en azından doğru soru sormayı bilen insanlar var ve tüm eksikliklere rağmen bir mücadele birikimi var.

Müslümanların bugün iktidardaki serüvenini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu kavramlarda anlaşmamız lazım. Türkiye'de bugün iktidarı İslamcılar kontrol etmiyor. Bu dışarıdan bir dil.

Ne demek bu, biraz açarsak...

Şöyle, Türkiye'de İslamcılık tartışmalı ve sosyolojik bir kavram. İslam'ı bütün olarak görme isteği olan insanlara İslamcı deniliyor. Bu kavram Osmanlı'da da kullanılmış.  İttihat ve Terakki takımı Osmanlı'yı kurtarmak için, Osmanlıcılık mı yapalım, Türkçülük mü yapalım yoksa İslamcılık mı yapalım diye düşünmüş. Burada İslam'a ram olmak, İslam'a teslim olmak değil. Kendimi kurtarabilmek için İslam'dan yararlanabilir miyim İslamcılığı... Türkiye'de ise 2 İslamcılıktan bahsedebiliriz. İslam'ı istiyor ama İslami kavramları yeteri kadar net değil. İçinde sağcılık, milliyetçilik var. Biz buna Türkiye İslamcılığı diyoruz. Bir de ben sadece Müslüman'ım, İslam'ın yaşamda hakim olmasını istiyorum diyen tevhidi İslamcılık var. İslamcılar kendi tarihsel ve toplumsal değerlendirmeyi yapamadıkları için Türkiye'nin yüzde 99'uMüslüman söylemiyle, öncü bir kadro kurdukları zaman, toplum kitleler halinde arkalarına katılacak hayalciliği içine girip iktidarı hedeflediler.

Bu doğru bir şey değil miydi?

Doğru bir şey değildi, sünnetullaha uygun değildir çünkü bizi yaratan Allah bizim fıtratımızı en iyi bilendir. O boyutuyla baktığımızda Allah der ki Kur'an'da: "Bir kavim kendi nefsini değiştirmedikçe biz onun halini değiştirmeyiz." İlk defa değişim toplumdan başlar. Toplumda siz gerekli bir vahyi tanıklık, adaleti yaygınlaştıramazsanız, toplumu gereğince vahiyle uyaramazsanız, alt yapınız yok demektir. Seyyid Kutup "yeniden Kur'an neslini inşa" edelim diyor. Köklü bir değişim için altyapı olması lazım. Bu hayattan kopalım, siyaset takip etmeyelim demek değildir. Ama sünetullaha uygun davranalım. Altyapı olmadan katlar çıkılmaz, çatı hiç kurulmaz.

Saadet Partisi Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş'un son dönemdeki siyasi söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben gerçekten Numan Kurtulmuş'u bu son dönemde çok takdir ettim. Açılım politikalarını destekleyen tavırlar ortaya koydu. 'Yeterli değil' dedi, tabii ki eleştirisini yapacak gayet doğal.

 

DIŞARIDAN ZORLA ELBİSE GİYDİRİLDİ

Dışarıdan farklı bir elbise giydirildi…

Zorla bir elbise giydirildi. Ve buna, din anlayışları zaaflı da olsa, tartışmalı da olsa fıtri aidiyet hissettikleri için İslami kesimden ciddi itirazlar yükseldi. 60'a yakın il ve ilçede ciddi direniş oldu. Çok büyük acılar, sürgünler yaşandı. İtiraz edenler İstiklal Mahkemeleri'nde bir günde yargılanıp idam edildi. 10 binden fazla kanaat önderi, âlim idam edildi. Sindirilen insanlar İkinci Dünya Savaşı sürecinde görece demokratik ortamdan yararlanalım diye karşıtına sığınarak, köprüyü geçerken ayıya dayı deme mantığı içerisinde, belki dinimi rahat yaşarım, belki çocuğuma namaz kılmayı rahat öğretebilirim, belki kızıma Kur'an öğretebilirim gibi sebeplerle "Ben de sizin ulus devletinizi kabul ediyorum" demeye başladı.

Ama bu beraberinde bir başkalaşımı getirdi

Tabii. Yani bu taktikti ama süreç uzadıkça ona benzemeye başladık. Din anlayışımız zaaflıydı, yeniden kitap ve sünnetle buluşup arınmamız gerekirken yeni kirler üzerine ekleyerek yeni bir kirli kimlik, milli dindarlık anlayışı başladı. Türk-İslam, İslam-Türk başladı. Demokrat Parti'yle ezan Arapçalaştı. O günkü konjonktürde CHP'li milletvekilleri de mecliste 'evet' oyu kullandı. İslami kesim sağcılaşmaya başladı. Milli Nizam Partisi kuruluncaya kadar, Türkiye'de bütün İslamcı cemaatler sağcı, milliyetçi, devletçiydi.

Şimdi de öyle aslında

70'li yıllarda İslami uyanış büyüdükçe kısmen aşılmaya çalıştı ama yeterli bir model oluşamadığı için bu zaaflar devam ediyor. Bu süreç içinde Müslümanlar Türkiye'nin kuruluşunda yatan çatışma dinamiğini, üst kimlik seküler Türk ulusal kimliğini mi yoksa İslami kimlik mi, bu çatışma alanını unutsa bile sistemin sağlam güçleri bunu unutmadı. Her darbe döneminde 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta en son 27 Nisan e- muhtıra'sında 5 madde vardı, 4'ü insanların İslami kimliğine saldırıyordu. Biz unutsak bile sistemin sağlam güçleri her zaman İslam'ı bütünsel olarak gören Müslümanları hedef aldı

Sebep neydi?

Çünkü, bu toplumda bütün baskılara rağmen hala fıtri, duygusal olarak, tarihsel süreç itibariyle en önemli ortak aidiyet İslamiyet'tir. En laik insan bile öldüğünde cenazesi musalla taşına getiriliyor. Bu önemli bir olay. Belki bilinç eksikliği var ama fıtri olarak gerçekten İslam'a bir ilgi var. Bu merak Müslümanları yeniden Müslümanlaştırıyor. Allah'ın kitabında dediği gibi "Ey iman edenler Allah'a, Resulü'ne, kitaba ve kitaplara yeniden iman ediniz." Duyarlılık insanı ayakta tutar. Türkiye'deki sistem batılı bir sistem. Problemin kaynağı bu. Bir deli elbisesi gibi giydirilmiş üzerimize bu beraberinde bunalım ve tepkiyi getiriyor.

(Röportaj: Mustafa Canbey / Milli Gazete)

Etiketler : #İslam   #dünyası   #   #iç   #cahiliyeye   #düşmenin   #bedelini   #ödüyor   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN